Günler hızla akıp giderken Ramazanın evvelinin rahmetinden, ortasının mağfiretinden istifade eden Müslümanlar, sonunda cehennem azabından azat olmaya koşar adımlarla ilerleyerek seksen yıllık bir ömre tekabül eden Kadir gecesine ulaşmanın heyecanını yaşamaktadır. Çünkü Kadir gecesinde Kuran inmeye başlamış ve bu vesileyle de Kuran'ın indiği gece bin aydan daha hayırlı, Kuran'ın indiği ay on bir aya sultan olmuştur. Kuran'ın indiği ilk şehir Mekke; Mekke-i Mükerreme, Ümmü'l-Kura (Değerli Mekke, Şehirlerin Anası) olmuş; Kuran'ın inmeye devam ettiği ikinci şehir Yesrib, Medine-i Münevvere (Nurlu Şehir) olmuştur. Kuran'ın indiği dağ Cebel-i Nur; Kuran'ın indiği Peygamber Hatemü'l-Enbiya, Server-i Asfiya (Peygamberlerin sonuncusu, saflığın, takva ve kemalatın lideri) olmuştur. Çünkü Kuranın indiği insan, "Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır." ayetinin tescili ile “eşref-i mahlûkat” olmuştur. (Enbiyâ/10) İşte bu yüzden Kadir gecesinde müminler, Kuran'ı yeniden kalplerine indirmek için Kuran uygun bir hayat yaşama adına yeni kararlar almak için heyecan doludur. Bu heyecanı, gecenin ihyası ile avantaja dönüştürebilen ve insanlık için arınma vesilesi olan bu ayda takvaya ulaşarak bayram sevincini hak eden muttaki müminlere ne mutlu.

Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim'in Kamer Suresi’nde Rabbimiz dört defa tekrar ederek "Andolsun biz, Kuran'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı ibret alan?" buyurmaktadır. (Kamer/17-22-32-40) Müfessirler, buradaki dört tekrarın, dört ayrı manaya delalet ettiğini ve Kuran'ı okumanın, ezberlemenin, anlamanın ve yaşamanın kolaylaştırıldığını ifade etmişlerdir. Kuran'ın kolaylığıyla ilgili -toplumdaki yaygın kanaatin aksine- büyük bir gerçeği ortaya koyan bu tespit inananlar açısından Kuran’ın ne kadar hayatın içinde bir kitap olduğunu izhar etmektedir. Yeryüzünde tekrar tekrar okunan, binlerce kişinin ezberlediği, anlaşılıp yaşandıkça ıslah eden başka bir kitap yoktur. Bu münasebetle bu Kadir gecesinde Kuran’la olan bağımızı daha da artırmak için ciddi kararlar alınmalıdır.

Kadir gecesinin akabinde idrak edilecek olan bayram günleri malum olduğu üzere sevinç ve neşe günleridir. Büyüklerin ziyaret edildiği, küçüklerin hediyelerle sevindirildiği, dargınlık ve kırgınlıkların terk edildiği günlerdir. “Herkes iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız, herkes haksızlık yaparsa bizde haksızlık ederiz diyen sıradan insanlar olmayınız, aksine kendinizi, insanlar iyilik yaparsa iyilik yapmaya, onlar kötülük yaparsa, kötülük/ haksızlık yapmamaya hazırlayınız.” (Tirmizî, Birr, 63) buyuran Hz. Peygamberin öğüdüne kulak vererek örnek Müslüman olma zamanıdır. Bana gelene giderim, bana verene veririm, benimle konuşanla konuşurum diyen insanlar sıradan insanlardır. Örnek Müslümanlar ise özellikle bayram günlerini fırsat bilerek bana gelmeyene giderim, bana vermeyene veririm, benimle konuşmayanla konuşurum diyebilen insanlardır. Bu nedenle oruçlarımızla Allah'ın rızasını kazanmayı hedeflediğimiz ramazan ayının akabinde; iftar, sahur, fitre, zekât, teravih gibi sosyal irtibatımızı artıran maslahatları da dikkate alarak halkın ve sevdiklerimizin duasını alma hususunda bayramı zirve konumuna taşımakta çok büyük faydalar mülahaza edilecektir. Birlik ve beraberliği pekiştiren her türlü davranışa ram olup, dargınlık ve kırgınlıklara sebep olacak söylem ve eylemlerden uzaklaşılırsa, Ramazanın hikmetleri azami ölçüde tecelli edecektir.

 Bayramın nihayete ermesi ile birlikte de cennetin kapılarının açılmasını- cehennemin kapılarının kapanmasını sağlayan haslet ve amellerin korunması gerekir. Bu konuda Hz. Peygamber’in, Allah katında en sevimli amelin az da olsa devamlı olanı olduğuna dikkat çekmesi çok manidardır. (Buhari, İman,32) Hatta Ramazandan sonra şevval ayında altı gün nafile oruç tutan kişinin bir yıl oruç tutmuş gibi sevap kazanacağını müjdelemesi de oruç ibadetinin sadece bir aya münhasır olmadığı mesajını vermektedir. (Müslim, Sıyam, 24) Bu münasebetle Ramazan ayında elde edilen manevi kazanımların/takvanın muhafaza edilmesi ve bütün bir yılı kuşatması için; Ramazan ayında şeytanların ayaklarına prangalar vuran, haramlardan uzak duran, hayırda yarışan, sabırla zorlukların üstesinden gelen, suç oranlarının azalmasına vesile olan insanlar, diğer aylarda da aynı hasletlere devam etmelidir. Aksi halde Hz. Peygamberin, "Nice oruç tutan var ki, orucundan kendisine kalan sadece açlık ve susuzluktur." (İbn Mace, Sıyam, 21) hadisinde ikaz ettiği durumla karşılaşılır ki, bu da hiç bir Müslümanın arzu edeceği bir tablo değildir.

Unutulmamalıdır ki oruç Ramazanda tutulur ve takvaya erişilir ancak elde edilen bütün bu maslahatların göstergesi kalan on bir ayda tezahür eder. Namaz camide, mescitte kılınır ama olumlu yansımaları çarşıda, pazarda, toplumda ortaya çıkar. Kerim Kitabımızda da bu husus "Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir." şeklinde ifade edilmiş, secdenin eserinin insanın bedeninde ve fiillerinde hayat bulması gerektiği vurgulanmıştır. (Feth/29) Âlimler de bu meyanda farzı üç bölüme ayırarak; farzdan önce farz (ilim, temizlik vs.), farzın içinde farz (ihlas) ve farzdan sonra farz (kötülüklerden sakınma) şeklinde bir tasnif yapmışlardır. Yapılan farz ibadetlerin akabinde müminler o ibadetlerle münkirattan korunabiliyorsa farzdan sonraki farz yerine getirilebilmiş demektir. Nitekim Ankebut Suresinde de Allah Teâla, "Namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar." (Ankebût/45) buyurarak bu hakikate temas etmiştir. Bu münasebetle müminler Ramazan ayı boyunca oruçlarını tuttukları gibi, Ramazandan sonra da orucun kendilerini tutmasını sağlamalıdır.