2022 yılı 'Vekalet Yoluyla Kurban Kesim Organizasyonu' kapsamında Kuzey-Orta Afrika ülkesi Çad'a, resmi görev ile on gün süreli bir ziyaret gerçekleştirdim. Ülkemiz ile arasında yaklaşık 14.000 kilometre mesafe olsa da Çad'ın her yerinde milletimizin ve devletimizin izlerini görmek derin bir etki bıraktı üzerimde.

İnsanların büyük çoğunluğunun temel birçok ihtiyacını asgari düzeyde bile karşılama imkanının olmadığı, Başkent Encemine'nin merkezi dışında hemen hiçbir yerde elektriğin bulunmadığı, yine Başkent Encemine dışındaki bölgelerde insanların, yerel ve ibtidai malzemelerden inşa ettiği derme-çatma evlerde yaşadığı, bir-iki küçük odadan oluşan kerpiç evlerde yaşamanın ortalamanın üzeri sayıldığı, musluğu olan bir su kuyusunun bile büyük bir gelişim olarak görüldüğü, Başkent merkezdeki ana yollar dışında asfalt yol yapılamadığı, herhangi bir köye ulaşım içinse belirli bir mesafeden sonra sahranın doğal şartlarında yolculuk yapmak zorunda kalındığı, sokaklarda, caddelerde ve diğer yaşam alanlarında biriken çöplerin devamlı toplanamaması nedeniyle hijyenik bir ortam olmadığı, sadece Başkent merkezdeki birkaç okul dışında herhangi bir okulun, okul binası yapılan birkaç yerde ise ders verecek öğretmenin bulunmadığı, sözün özü; kaynakları ve potansiyeli olmakla beraber yokluk ve yoksulluk içinde bırakılan bir ülkeden bahsediyoruz.

On gün gibi kısa bir zaman diliminde karşılaştıklarım adeta bir ömürlük, ibret dolu anlar ve anılar yaşattı bana ve şu üç noktayı/hususu zihnime kazıdı adeta: Gurur, Şükür ve Devlet...

GURUR

Çad'ın başkenti Encemine başta olmak üzere ülkenin hemen her bölgesinde, devletimizin ve milletimizin eserlerini görmek büyük bir gurur tablosu şüphesiz. Bu bağlamda; başta Diyanet İşleri Başkanlığı Çad Din Hizmetleri Müşavirliği, Maarif Okulları, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve Türkiye Diyanet Vakfı ile diğer Türk sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülen kurban kesimi, gıda kolisi dağıtımı, su kuyusu, yetimhane, mescit ve Kur'an kursu yapımı gibi birçok faaliyetin Çad ortalamasında önemli bir yer tuttuğunu söylemek mümkün. Nereye baksanız Türk bayrağı taşıyan bir su kuyusu, yetimhane, mescit veya okul ya da herhangi başka bir eser; özellikle kurban bayramında başınızı nereye çevirseniz Türk bayrağı yelekli gönüllüler, Türk ismi taşıyan vakıflar ve dernekler, ay yıldızlı hilali taşıyan afişler ve pankartlar görüyorsunuz. Ancak ne ilginçtir ki; Türkiye dışında herhangi bir devletin bayrağını taşıyan herhangi bir esere, ülkenin herhangi bir bölgesinde -ne yazık ki- rastlayamıyorsunuz. Başkasına ait topraklarda karargah kurup bölge halkının kaynaklarını sömürmüş, insanların yaşama umudunu çalmış, gözlerindeki parıltıyı söndürmüş “çağdaş, medeni ve insancıl” (!) hiçbir Avrupa ülkesinin ya da Batılı Devletin herhangi bir faaliyeti ya da eserini göremiyorsunuz, ne kadar ilginç değil mi?

Böylesine yokluk ve yoksulluk içinde bırakılmış bir ülkenin hemen her bölgesinde umut olmak, insanların gözlerine ışık olmak ve gönüllerine dokunabilmek amacıyla ülke, devlet ve millet olarak var olabilmek elbette ki büyük bir gurur tablosu bizler için.

Bir tarafta yokluk ve yoksulluk içerisinde bırakılmış ve gözlerindeki umut ve parıltı çalınmış olan insanların içinde bulundukları çaresizlik,  diğer tarafta söz konusu bu çaresizlik prangasına kelepçeli olmaktan kaynaklı ibtidai bir şehir manzarası ve yaşam alanı, bir diğer tarafta ise onlara bir nebze de olsa umut vermeye, yüzlerine tebessüm, gözlerine fer olmaya çalışan kardeşlik duygusu ile dolu simalar; ülkemiz ve insanları... Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığımız ve Türkiye Diyanet Vakfı aracılığıyla gerek kurban bayramı, gerek Ramazan ayı ve gerekse diğer zamanlarda ihtiyaç sahibi insanlara yönelik yürütülen faaliyetler göz dolduruyor adeta… Nitekim biz de; Başkent Encemine’ye iki saat uzaklıktaki, Ouddaı iline bağlı Tabar köyünde Başkanlığımız Din Hizmetleri Müşaviri Dr. Murat Kalıç Bey’in koordinesi ve gözetiminde Türkiye Diyanet Vakfı aracılığıyla yapımı tamamlanan su kuyusunun açılışına katıldık. Oradaki insanların “Türkiye Türkiye!” haykırışları ve yapımı tamamlanan kuyudan ilk su aktığında; ellerini semaya kaldırıp ülkemiz, devletimiz ve milletimiz için yaptıkları dualar ve dile getirdikleri teşekkür ifadeleri karşısında duygulandık ve gözlerimizin buğulanmasına engel olamadık. Diğer taraftan; Çad’lı bazı üniversite öğrencilerinin yine Türkiye Diyanet Vakfı aracılığıyla Türkiye’de öğrenimlerine devam ettiğini öğrendik, üniversite eğitimini tamamlayan bazı Çad’lı gençlerin ise “gönül elçileri” olarak Başkanlığımız ve Vakfımız tarafından yürütülen faaliyetlere sahada iştirak ettiklerini gördük.

Bütün bu gözlemlerimiz esnasında; aslında o topraklarda -fasılalı da olsa- aynı samimi duygularla 1850’den itibaren var olduğumuzu Türkiye Diyanet Vakfı Çad Sorumlusu Osman Türk Bey’den öğrendik. Osmanlı Devleti Çad’a, bölge insanına ticaret, ziraat ve askeri alanda eğitim vermesi amacıyla 1850’li yıllardan itibaren subaylarını göndermiş. O tarihlerde bölgeye gelen Osmanlı subayları, burada evlenmişler ve aile kurmuşlar. Nitekim özellikle Abeşe bölgesi olmak üzere Çad’da, “Osmanlı Torunu” olarak bilinen aileler bulunmaktaymış. O tarihlerde bölgede görev yapan ve vefat eden bazı Osmanlı subaylarının mezarları da “Türk Bahçesi” adıyla TİKA tarafından imar edilen lokasyonda yer almaktadır. Ülkemize 14.000 km uzaklıktaki bir Afrika ülkesinde karşılaştığımız bu manzara devletimiz ve milletimiz adına büyük bir gurur yaşattı bizlere.

ŞÜKÜR

Bu duygular içerisinde ülke ve millet olarak ne kadar büyük nimetlere ve zengin imkânlara sahip olduğumuzu, “suyun kıymetini sudan çıkınca anlayan balık” misali adeta görerek ve yaşayarak hissettim orada. Yokluğun ne demek olduğunu, yoksulluğun ne anlama geldiğini yerinde gördüm. Sahip olduğumuz imkânlara, üzerinde yaşadığımız topraklara ve güvenliği altında bulunduğumuz devlete dört elle sarılarak, kavlen ve fiilen daima şükür içinde olmamız gerektiğini, tanıklık ederek kavradım.

DEVLET

Çad’da bulunduğum on günlük süre zarfında birçok yetkili kişi ve temsilci ile gerçekleştirdiğim görüşme, ülke vatandaşları ile yaptığım hasbihal, Türk yetkililer/ temsilcilerden aldığım bilgiler neticesinde bahsini ettiğim yokluk ve yoksulluğun esas nedeninin; "tam ve bağımsız bir devlet otoritesinin olmaması" ve "millet olabilme kabiliyetinin bulunmaması" kaynaklı olduğunu öğrendim ve gözlemledim. Bütün bu gördüklerim, yaşadıklarım, karşılaştıklarım ve öğrendiklerimden hareketle; bir kez daha devlet ve millet olabilmenin ne denli büyük bir nimet olduğunu yakinen idrak ettim. Çalışmalarımı tamamlayıp İstanbul Havalimanı'na indiğimde istemsizce şu sözcükler döküldü dudaklarımdan: Ya Devlet başa ya kuzgun leşe!

Rabbim devletimizi ve milletimizi ilelebet payidar eylesin!

On gün süren Afrika ziyaretim esnasında, refakat ve rehberlikleri nedeniyle Diyanet İşleri Başkanlığı Çad Din Hizmetleri Müşaviri Dr. Murat Kalıç Bey'e ve katkı ve destekleri nedeniyle Türkiye Diyanet Vakfı Çad sorumlusu Osman Türk Bey’e teşekkürü borç bilirim.

Editör: Mehmet Çalışkan