Allah’a iman edip gönülden bağlananlar, özlerinde ve fiillerinde samimi olmalı, söylemleri ile eylemleri örtüşmeli; kalplerindeki imanları amellerinde tezahür etmelidir. Diğer bir ifadeyle, inancın gereklilikleri kalplere hapsolmamalıdır. İmanın kalbe, amellerin ibadethanelere hasredildiği bir inanç sisteminin ideal amaçlara hizmet etmesi pek mümkün gözükmemektedir. Hâlbuki din, insanların dünya ve ahiret mutluluğunu temin etmek için gönderilmiş esasları barındırır. Bu sebeple Müslümanlar, inandıkları dinin gerekliliklerini her durum ve şartta çekinmeden ve taviz vermeden yerine getirmeli; “Gevşeklik göstermeyin ve üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz” (Al-i İmran, 139) ayetinde ifade edilen vakarı ve kararlılığı sergilemelidir. Dolayısıyla imanın semeresi, kişinin amellerine ve hayatının tümüne yansımalı, toplumun ıslahına katkı sağlamalıdır.

Kur’an-ı Kerim’de ve hadis kaynaklarımızda, peygamberlerin ve inananların din konusunda gösterdiği samimiyet örnekleri büyük bir yekûn oluşturmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.); “Din samimiyettir” buyurmuş, kime karşı ey Allah’ın Rasulü diye sorulunca da “Allah’a, Kitabına, Rasulüne, Müslümanların önderlerine ve bütün Müslümanlara” şeklinde cevap vermiştir (Müslim, İman, 95). Diğer taraftan, Hz. İbrahim’in bütün hazırlıkları yaptıktan sonra biricik evladına “Yavrucuğum! Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm; düşün bakalım sen bu işe ne diyeceksin?” diye sorduğunda bütün samimiyet ve kararlılığını ortaya koyduğunu, Allah’ın emrine sadakat gösterdiğini müşahede ediyoruz. Aynı tablo içerinde başka bir samimiyet örneği olarak Hz. İbrahim’in genç evladının “Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın” cevabını verdiğini görüyoruz (Saffat, 102). Hz. İbrahim’in Allah’a olan samimiyeti ve evladının mutlak teslimiyeti; canın da cananın da Allah’ın emrine itaat söz konusu olduğunda ikinci planda kalması gerektiği mesajını vermektedir müminlere. Hâlbuki can da canından sakındığı evladı da insan için en değerli varlıktır. Ancak anlıyoruz ki her ne pahasına olursa olsun din, Allah’a karsı samimiyet gerektirir. Aynı meyanda kıble değişikliğini emreden; “Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir” (Bakara, 149) ayeti nazil olduğunda, Hz. Peygamber’in hiç tereddüt etmeden, bir sonraki namaz vaktini beklemeden, namaz esnasında olmasına rağmen Allah’ın emrine itaat ederek kıblesini değiştirip Mescid-i Haram tarafına yönelmesi, sahabenin de ona tereddütsüz ittibâ etmesi asrısaadetteki samimiyetin bir göstergesidir. Çünkü din, Allah’ın kitabına karşı samimiyet gerektirir.

Hz. Peygamber’e gelerek; “Ey Allah’ın Elçisi! (Nefsime hâkim olamıyorum) zina etmem için bana izin ver” diyen gence “Sen annenle, kızınla, kız kardeşinle, halanla ve teyzenle zina edilmesini ister misin” diye cevap vermiş o da “ Hayır Ey Allah’ın Resulü” deyince “Diğer insanlarda anneleriyle, kızlarıyla, kız kardeşleriyle, hala ve teyzeleriyle zina edilmesini istemezler” diyerek genci ikna etmiş ve bu kötü düşüncesinden vazgeçirmiştir. Olayı rivayet eden ravi, gencin bu görüşmenin ardından artık zinaya yaklaşmadığını ifade etmiştir (İbn Hanbel, V, 257). Çünkü din, Allah’ın Resulüne karşı samimiyet gerektirir.

Hz. Peygamber’in, şehadeti sebebiyle iftihar ettiği Urve b. Mesud, sahabenin Allah Resulüne bağlılığını ve samimiyetini; “Ey kavmim! Vallahi ben birçok kralın huzuruna çıktım, heyet olarak Kayser’e, Kisra’ya ve Necaşi’ye gittim. Muhammed’in ashabının ona tazim ettiği kadar hiçbir krala adamlarının tazim ettiğini görmedim” (Buhari, Şurut,15) şeklinde ifade ediyordu. Bu çerçevede sahabe, Hz. Peygamber’e nübüvvet görevi sebebiyle gösterdiği samimiyeti, devlet yöneticiliği sebebiyle de gösteriyordu. Ganimetleri taksim ettiğinde, zekâtları dağıttığında, pazarı denetlediğinde, müminlerin ayrılığa düştüğü konularda aralarını sulh ettiğinde ve adaletle verdiği hükümlerde insanların onun hükmüne razı oldukları görülmüştür. Çünkü din, Müslümanların önderlerine karşı samimiyet gerektirir.   

Hz. Peygamber; “Allah ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan işleri kabul eder” buyurmuştur (İbn Hanbel, V, 180). Buna göre bugün inananlar, nefislerinin arzuları ile çatışsa da menfaatleri ile örtüşmese de sağlığa, bedene, topluma ve ekonomiye zarar verdiği kesinleşen alkol, sigara, kumar, zina, kul hakkı, dedikodu, gıybet, yalan ve bununla elde edilen menfaatler vb. gibi kötülüklerden uzak durma konusunda samimi ve kararlı olmalıdır. Her ortamda Müslümanın vakarına ve ihlasına zarar veren bu davranışlar, her geçen gün kalpte kara bir leke oluşturarak nihayetinde duyarsız, ilahi ifade ile paslanmış bir hal almasına sebep olur (Mutafffin, 14). Ancak kâmil imana sahip olan Müslümanların imanı, onları kötülüklerden alıkoyup amellerine tesir eder. Bu da ancak sabır ve kararlılıkla mümkün olacaktır. Müslümanlar bu sebat ve samimiyetleri sayesinde Allah’ın rızasını elde edecek, toplumun inşa ve ihyasına katkı sağlayacaklardır.