عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ أَنَّ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “الْقَتْلُ فِى سَبِيلِ اللَّهِ يُكَفِّرُ كُلَّ شَيْءٍ إِلاَّ الدَّيْنَ.”

Abdullah b. Amr b. Âs'tan (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Allah yolunda ölmek, borç dışında her şeye kefaret olur!”

(M4884 Müslim, İmâre, 120)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “مَنْ أَنْظَرَ مُعْسِرًا أَوْ وَضَعَ لَهُ أَظَلَّهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تَحْتَ ظِلِّ عَرْشِهِ يَوْمَ لَا ظِلَّ إِلاَّ ظِلُّهُ.”

Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Ödeme güçlüğü çeken borçluya zaman tanıyan ya da alacağını bağışlayan kimseyi Allah (cc), kendisininkinden başka hiçbir gölgenin(himayenin) olmadığı kıyamet gününde arşının gölgesinde gölgelendirecektir (özel olarak himaye edecektir).”

(T1306 Tirmizî, Büyû, 67)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَطْلُ الْغَنِيِّ ظُلْمٌ وَإِذَا أُتْبِعَ أَحَدُكُمْ عَلَى مَلِىءٍ فَلْيَتْبَعْ.”

Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Maddî imkânı olan kişinin borcunu bekletmesi zulümdür. Biriniz (alacağının ödenmesi için) durumu iyi olan birine havale edildiğinde, bunu kabul etsin.”

(M4002 Müslim, Müsâkât, 33; B2287 Buhârî, Havâlât, 1)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَنْ أَخَذَ أَمْوَالَ النَّاسِ يُرِيدُ أَدَاءَهَا أَدَّى اللَّهُ عَنْهُ، وَمَنْ أَخَذَ يُرِيدُ إِتْلاَفَهَا أَتْلَفَهُ اللَّهُ.”

Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Kim insanların mallarını geri ödeme niyetiyle alırsa Allah (cc) onun ödemesini kolaylaştırır. Kim de bir malı tüketip (geri ödememek) niyeti ile alırsa Allah (cc) da onu(n malını) telef eder.”

(B2387 Buhârî, İstikrâz, 2)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ:...قَالَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِنَّ خِيَارَكُمْ أَحْسَنُكُمْ قَضَاءً.”

Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Sizin en hayırlınız, borcunu en iyi şekilde ödeyeninizdir.”

(B2305 Buhârî, Vekâlet, 5)

***

Câbir b. Abdullah (ra) Medine’nin gençlerindendi. İslâm’ın ilk yıllarında babası ile birlikte Mekke’de Akabe denilen yerde Allah’ın Elçisi (sas) ile buluşmuş ve İslâm’la şereflenmişti. Babası Abdullah, Uhud Savaşı’nda şehit düştüğünde arkasında altı yetim kız çocuğu ve bir miktar da borç bırakmıştı. Şehitlerin günahlarının silineceğine dair müjde gelmiş, ama kul borcu hâriç tutulmuştu. Nitekim Allah Resûlü (sas) bu konuda şöyle demişti: "Allah (cc) yolunda ölmek, borç dışında her şeye kefaret olur!" Bir tarafta yetim kız kardeşler, diğer tarafta babasının borcu Câbir’i (ra) sıkıntıya sokmuştu. Kapıya dayanan alacaklılardan biraz zaman ve kolaylık talep etmişti ama nafile! Bu sıkıntı ile Kutlu Nebî’nin (sas) huzuruna varıp derdini açtı: "Babam Uhud günü şehit oldu ve arkasında bir hayli hurma borcu bıraktı. Alacaklılardan bazısı ödeme konusunda bana sorun çıkardılar. Bu konuda bana yardım etmenizi istiyorum. Böylece belki onlar önümüzdeki hurma hasadına kadar alacaklarının bir kısmını ertelerler." dedi Kul hakkına son derece saygılı olan Hakşinas Elçi (sas), alacaklılara müdahale edip borçları sildirme cihetine gitmemişti. Arabulucu sıfatıyla ortaya koyduğu bütün girişimlerine rağmen mazeret ileri süren alacaklılarla bir anlaşma sağlamak da mümkün olmamıştı. Neticede Allah Resûlü (sas) Câbir’e hurmaları cinslerine göre ayırmasını ve alacaklıları çağırmasını söyledi. Allah Resûlü (sas) alacaklıların haklarını tartıp onlara verirken Câbir, yetim kalan kız kardeşlerine bir tek hurma götürmese bile önemli olanın borçlarının ödenmesi olduğunu düşünüyordu. Nebî’nin (sas) bereket duası ile hurmalar borcu ödemeye yetmiş, bir kısmı da artmıştı. Zira Allah Resûlü’nün (sas), "Allah (cc), geri ödeme niyeti ile borçlanan kimseye yardım eder." şeklinde bir garantisi vardı. Câbir’in maddî sıkıntısını bilen Hz. Nebî (sas), bir başka sefer, onun devesini satın alıp parasını fazlasıyla ödemiş, ardından da bu deveyi ona hediye etmişti.

"Ödeme güçlüğü çeken borçluya zaman tanıyan ya da alacağını bağışlayan kimseyi Allah (cc), hiçbir gölgenin (himayenin) olmadığı kıyamet gününde kendi arşının gölgesinde gölgelendirecektir (özel olarak himaye edecektir)."  müjdesini veren Peygamber Efendimiz (sas), darda kalan kimseye kolaylık sağlayan bir insanın, dünya ve âhirette işinin kolaylaştırılacağını bildirerek borçlu insanlara yardımcı olmanın önemine işaret ediyordu.

Şiirleriyle tanınan Kâ’b b. Mâlik (ra) ile Hz. Peygamber’in (sas) ordu kumandanı olarak da görevlendirdiği sahâbîlerden olan Abdullah b. Ebû Hadred (ra) mescitte tartışıyorlardı. Tartışma esnasında sesleri yükselince, eşleri ile birlikte Mescid-i Nebî’nin hemen bitişiğinde bulunan odalarda ikamet eden Hz. Peygamber (sas) onları işitmişti. Odasının perdesini aralayarak Abdullah’tan borcunu isteyen Kâ’b’a seslendi ve alacağının yarısından vazgeçmesini istedi. Kâ’b’ın, bu isteğine hemen rıza göstermesi üzerine Allah Resûlü (sas) Abdullah’a da, "Sen de kalk ve (kalan) borcu öde!" dedi.

Yüce Allah (cc), "Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin."  buyurarak zorda olan borçlulara kolaylık sağlanmasını emretmektedir. Hz. Peygamber (sas) borçlunun borcunu ödemesine son derece önem verdiği gibi zorda kalan borçluya imkânı nispetinde kolaylık gösterilmesini de tavsiye ederdi.

Peygamber Efendimiz (sas), bir defasında satarken, alırken ve alacağını isterken anlayışlı ve hoşgörülü davrandığı için Allah (cc) tarafından bağışlanan bir kimseyi ashâbına anlatmıştı. Örnek olarak gösterdiği bir başka kişinin de hizmetçisine, "Ödeme güçlüğü çeken birine (borç tahsiline) gittiğinde onun borcunu affediver! Belki Allah (cc) da bizi affeder." dediğinden bahsetmişti. Cebrail (as) bir defasında Hz. Peygamber’e (sas) borç vermenin sadaka vermekten daha üstün bir eylem olduğundan bahsetmiş ve "Dilenen kimse (bazen) yanında bir şey bulunduğu hâlde dilenir. Ancak borç isteyen, sadece ihtiyaçtan dolayı borç ister." diyerek bunun gerekçesini açıklamıştı.

Öte taraftan, "Maddî imkânı olan kişinin borcunu bekletmesi zulümdür. Biriniz (alacağının ödenmesi için) durumu iyi olan birine havale edildiğinde, bunu kabul etsin."  diyen Peygamberimizin (sas) beyanına göre, varlıklı kimsenin borcunu geciktirmesi, alacaklı için bir zulüm idi. Hatta varlıklı bir kimsenin borcunu ödemeyi geciktirmesi, şikâyet edilmesini ve cezalandırmasını meşru kılmaktaydı. Allah Resûlü (sas), herhangi bir malı ödememe niyetiyle alanın da Allah (cc) katında hırsız muamelesi göreceğini ashâbına hatırlatıyordu. Bu konuda şöyle bir uyarı yapmıştı: "Kim insanların mallarını geri ödeme niyetiyle alırsa Allah (cc) onun ödemesini kolaylaştırır. Kim de bir malı tüketip (geri ödememek) niyeti ile alırsa Allah (cc) da onu(n malını) telef eder."

Allah Resûlü (sas), borçların ödenmesi konusunda çok hassas davranmaktaydı. Bir cenaze hazır olduğunda namaz kıldırmadan önce onun borcu olup olmadığını, eğer varsa karşılığında mal bırakıp bırakmadığını sormak Hz. Peygamber’in (sas) âdetiydi. Eğer borcu yoksa ya da ödeyecek kadar mal bırakmışsa namazını kıldırır, aksi takdirde ashâbına, "Arkadaşınızın cenaze namazını siz kılın." derdi. Allah Resûlü’ne (sas) iki kez biat etme bahtiyarlığına eren sahâbîlerden Seleme b. Ekva’ (ra) anlatıyor:

"Bir gün, "Ey Allah’ın Peygamberi! Bu kimsenin cenaze namazını kıldırıver." dediler. O da (sas) sordu:

"Arkasında borç bıraktı mı?"

"Evet."

"Borcuna karşılık gelecek bir şeyler bıraktı mı?"

"Hayır bırakmadı."

"Öyleyse siz kılın arkadaşınızın cenaze namazını!"

Bunun üzerine cenazede hazır bulunanlardan biri: "Siz namazı kıldırın, onun borcu bana aittir ben ödeyeceğim!" diye seslendi. Seleme b. Ekva’ın (ra) anlattığı bu olayda borcu üstlenen Ebû Katâde (ra) idi. Seleme’nin onunla ortak bir yönü vardı. Hz. Peygamber (sas) bir savaş esnasında gösterdikleri cesaretten dolayı Ebû Katâde’yi süvarilerin, Seleme’yi ise piyadelerin en hayırlısı diye nitelemişti. Şimdi Ebû Katâde (ra) güzel bir davranış örneği sergilemiş ve âhirete göçen Müslüman bir kardeşinin borcunu üstlenerek âdeta onun ruhunu azat etmişti. Çünkü Allah Resûlü (sas), "Müminin ruhu, ödeninceye kadar borcuna takılı kalır."  buyurmuştu. Ebû Katâde’nin (ra) borcu üstlenmesi sorunu çözmüş, Peygamber Efendimiz (sas) de cenaze namazını kıldırmıştı.

Aslında Allah Resûlü’nün (sas) bu tavrı çok ağırdı. Peygamber dostlarından birinin, son yolculuğunda Rahmet Elçisi’nin (sas) namazından, büyük bir huzur ve tatmin kaynağı olan duasından mahrum kalması ne büyük bir talihsizlikti!

Rahmet Elçisi’nin (sas) bu namazı kıldırmaması, ashâbına borçlu gitmenin ne denli ağır bir vebal olduğunu öğretme, kul hakkını ve borçları ödeme konusunda hassasiyet göstermelerini sağlama amacına mâtuf olmalıydı. Çünkü Peygamber Efendimizin (sas) belirttiğine göre, Allah (cc) katında yasaklanan büyük günahlardan sonra gelen en büyük günah, kişinin ödeyecek mal bırakmadan, borçlu olduğu hâlde Allah’ın (cc) karşısına çıkmasıydı. Bu dünyada borcunu ödemeyen kimsenin borcu, kıyamet gününde sevaplarından kesilecekti. Allah Resûlü (sas) bir defasında da cenaze namazını neden kıldırmadığını, "Allah (cc), kendisini kıyamet günü diriltip de hesaba çekinceye kadar kabrinde rehin tutulacak olan bir adamın cenaze namazını kılmam size ne fayda sağlayacak!"  diye açıklamıştı.

"Üzerinde bir başkasının hakkı bulunan kimse, ya sahibine o hakkı ödesin ya da onu kendisine helâl etmesini sağlasın."  buyuran Hz. Peygamber (sas), Ebû Katâde (ra) ile karşılaştığında sürekli olarak üstlenmiş olduğu borcu sormuş ve bu sorgulama, borcun ödenmesine kadar devam etmişti. Görüldüğü gibi Resûl-i Ekrem (sas), ilk iş olarak borçlu ölen kişiye yardım edebilecek kişileri bulmaya, böylece hem onu borcundan kurtarmaya ve huzura eriştirmeye hem de zor durumda bulunan alacaklıya hakkının iadesini sağlamaya çalışmıştı.

Nihayet Allah’ın (cc) izni ve yardımıyla Hz. Peygamber (sas) fetihler sonucunda birçok mala kavuşunca, "Ben, Yüce Allah’ın (cc) Kitabı’nda (da belirtildiği üzere) müminlere herkesten daha yakınım. Dolayısıyla herhangi biriniz (ödeyemediği) bir borç veya himayeye muhtaç çoluk çocuk bırakırsa beni çağırın! Zira onun velîsi benim. Fakat herhangi biriniz arkasında mal bıraktığında, baba tarafından akrabaları (asabesi) kim ise onlar tercih edilsin!"  buyurmuştu. Allah Resûlü (sas) bu ifadesiyle kendisini, ihtiyaç hâlindeki müminlerin asıl ve öncelikli velîsi olarak ilân etmişti. Öyle bir velî ki, sorumlulukları kendisi üstlenmekte, hakları ise sahiplerine yönlendirmekteydi. Ölen kişinin ödenemeyen borcu varsa onu bizzat ödeyeceğini veya himayeye muhtaç yakınları varsa onların bakımını üstleneceğini ilân etmekte, fakat geriye mal, mülk bırakmışsa, onları almayıp ölenin baba tarafından yakınlarına havale etmekteydi.

Hz. Peygamber (sas), ölen kişinin bıraktığı borçların, öncelikle yakınları tarafından ödenmesini arzu ederdi. Sa’d b. Etval’in kardeşi vefat etmiş, geriye üç yüz dirhem para ve evlâtlarını bırakmıştı. Bunun üzerine Sa’d, bu parayı kardeşinin çocuklarının nafakasına harcamak istemişti. Ama Hz. Peygamber (sas), "Senin kardeşin, borcundan dolayı rehindir. Onun borcunu öde." buyurmuştu. Sa’d, "Yâ Resûlallah, ben onun borcunu ödedim. Bir kadının delili olmadığı hâlde (alacağı olduğunu) iddia ettiği iki dinar hâriç." demişti. Bunun üzerine Resûlullah (sas), "Sen o kadına borcunu ver, o gerçekten hak sahibidir." buyurmuştu.

Kişinin ödeyemediği ve unuttuğu borçların ödenmesi için yakınlarına tavsiyede bulunması da sahâbenin uyguladığı güzel bir âdetti. Hz. Ömer (ra), ölüm döşeğinde iken oğlu Abdullah’tan borçlarını ödemesini istemişti. Aynı uygulamayı Zübeyr b. Avvâm (ra) da yapmış, oğlu Abdullah’a kendisi öldükten sonra geride bıraktığı mallarla üzerindeki borçları ödemesini, bunlar yeterli gelmezse akrabalarından yardım almasını vasiyet etmişti.

Kur’ân-ı Kerîm’in, "Ey inananlar! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız..."  şeklindeki tavsiyesini dikkatlere sunan Hz. Peygamber (sas), borcun tespitini ve kaydını önemserdi. Borçlarından dolayı bunalan Ebû Ümâme’ye (ra), "Allah’ım her türlü borç sıkıntısından, düşmanın üstün gelmesinden ve sevinmesinden sana sığınırım."  şeklinde dua etmesini tavsiye etmişti. Aynı şekilde ashâbına yataklarına uzandıklarına, "(Allah’ım!) Bana borcumu ödeme imkânı ver ve beni fakirlikten kurtar!"  diye dua etmelerini öğütlerdi. Peygamber Efendimizin (sas) sık sık borçtan ve günahtan Allah’a (cc) sığındığını gören Hz. Âişe (ra) validemizin bir gün, "Ey Allah’ın Resûlü! Borçtan ne kadar da çok Allah’a (cc) sığınıyorsun!" demesi üzerine Efendimiz (sas), "Borçlu kişi, (belki) konuşurken yalan söyler, söz verdiğinde sözünü yerine getirmez!"  cevabını vererek, borcun insanları ne denli olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekiyordu. Öyle ki bir başka vesile ile borçlunun borcunu ödeyene kadar alacaklının esiri gibi olduğu imasında bulunmuştu.

Hz. Peygamber’in (sas) borcun edası üzerinde bu derece durmasının nedeni, borcun kul hakkını ifade ediyor oluşuydu. Allah Resûlü’nün (sas) böylesine önemli bir konuda bu kadar hassasiyet göstermesi gayet tabiî idi. Nitekim Ebû Katâde’nin (ra) rivayet ettiği şu olay, borç konusundaki nebevî hassasiyetin kaynağına işaret etmekteydi:

Resûlullah (sas) bir gün ayağa kalkarak ashâbına Allah (cc) yolunda cihad ile imanın, amellerin en faziletlisi olduğunu söylemişti. Bunu duyan bir adam kalkarak, "Yâ Resûlallah! Şayet ben Allah (cc) yolunda öldürülsem, günahlarım affolunur mu, ne dersin?" demişti. Resûlullah (sas) da ona, "Sabırla, ecrini Allah’tan (cc) umarak, ilerleyip geri dönmeyerek Allah (cc) olunda öldürülürsen evet!" buyurmuştu. Ancak hemen sonra Resûlullah (sas), "Nasıl demiştin?" diye sormuş, adam da, "Yâ Resûlallah! Şayet ben Allah (cc) yolunda öldürülsem günahlarım affolunur mu, ne dersin?" diye sözünü tekrarlamıştı. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas), "Sabırla, ecrini Allah’tan (cc) umarak, ilerleyip geri dönmeyerek Allah (cc) yolunda öldürülürsen evet! Yalnız borç hâriç! Bunu bana Cibrîl aleyhisselâm söyledi." buyurmuştu.

Bir başka defasında Hz. Peygamber (sas) bedevînin birinden genç bir deve almıştı. Resûlullah’ta (sas) alacağı olan bu adam huzuruna gelerek ona ağır sözler söyledi. Adamın bu sözlerini işiten sahâbîler onun üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sas), "Bırakın onu, şüphesiz hak sahibinin söz söyleme hakkı vardır!" dedi ve onlara, "Onun için genç bir deve satın alın da kendisine verin!" buyurdu. Ashâb, "Fakat biz onun devesinden daha iyisini bulabildik!" dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sas), "Öyle ise onu satın alın da kendisine verin!" buyurdular. Sözü edilen deve kendisine verilince bu defa adam, "Sen bana (alacağımı) fazlasıyla verdin, Allah (cc) da sana bol versin!" dedi. Onun bu sözü üzerine Hz. Peygamber (sas) şu veciz ifadesini buyurdu: "Sizin en hayırlınız, borcunu en iyi şekilde ödeyeninizdir."

Bu konunun istismar edilmemesi için Allah Resûlü (sas) uyarı yapmayı da ihmal etmedi. Tâbiînden Yahyâ b. Ebû İshâk el-Hünaî, bir gün Enes b. Mâlik’e (ra) şöyle demişti: "Bazen aramızdan biri din kardeşinden borç alıyor ve bu arada ona hediye veriyor?" Enes de bu konuda Resûlullah’ın (sas) şu sözlerini nakletti: "Biriniz borç verdiğinde, (borcu alan kişi) kendisine hediye verir veya kendisini bineğinde taşımak isterse, ona binmesin ve hediyeyi kabul etmesin. Ancak aralarında bu durum borçlanmadan önce gerçekleşirse bunları yapabilir."  Bu hadisi hatırlatmakla Enes (ra) borç vermenin bir yardımlaşma vesilesi olduğunu, Müslümanların borç verirken bir menfaat beklemeden sırf Allah (cc) rızası için borç vermeleri gerektiğini vurguluyordu. Aynı zamanda Allah Resûlü (sas), hediye adı altında faiz kapsamına girecek herhangi bir fazlalığın alınmasını önlemeyi murad etmişti.

Allah Resûlü (sas) Huneyn Savaşı’na giderken Abdullah b. Ebû Rebîa’dan otuz veya kırk bin dinar borç almış ve dönüşünde bu parayı ödedikten sonra mal sahibine, "Allah (cc) senin için ailene ve malına bereket ihsan eylesin. Borcun karşılığı, onu tam olarak ödemek ve (borç verene güzelce) teşekkür etmektir."  buyurmuştu.

İnsanoğlu zorlu hayat yolculuğunda zaman zaman maddî sıkıntıya düşebilir, ancak her zaman güvenebileceği ve borç isteyebileceği kimse bulamayabilir. Bu nedenle eskiden beri şöyle bir uygulama var olagelmiştir. Kişi malını güvence altına alabilmek için önce karşı taraftan herhangi bir mal teslim alır, ardından borç verirdi. Teslim alınan bu mal rehin olarak isimlendirilir ve borç ödenince mal geri verilirdi. Yüce Allah’ın (cc), "Yolculukta olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin de yeterlidir..."  buyruğunda da borç işlemlerinde bir önlem olarak rehin yöntemine başvurulabileceğine işaret edilmiştir. Zira yolculuk sırasında insanların bu tür durumlarla daha sık karşılaştıkları bilinmektedir. Böylece anlaşmazlığa düşebilecek ve birbirlerine haksızlık yapabilecek insanların bu yönteme başvurabilecekleri belirtilmiştir. Her ne kadar âyette rehin bırakma işlemi, yolculukla beraber zikredilmişse de bu durum, tanınma ve güvenilirlik durumlarının söz konusu olabileceği bütün şartlarda da söz konusudur. Yine âyetten ideal olanın yapılan işlemin belgelendirilmesi, ancak bunun mümkün olmaması durumunda rehin yöntemine başvurulması gerektiği anlaşılmaktadır. Peygamberimiz (sas) de zaman zaman maddî sıkıntıya düşmüş ve borçlanarak rehin vermek durumunda kalmıştı. Nitekim bir Yahudiden bedelini daha sonra ödemek üzere aldığı yiyecek karşılığında ona zırhını rehin bıraktığı, başta eşi Hz. Âişe (ra) olmak üzere sahâbenin mâlûmu idi.

Peygamber Efendimiz (sas) rehin işlemini uyguluyor, bu uygulamanın yanlış yönlerini de düzeltiyordu. Örneğin, câhiliye döneminde borçlar zamanında ödenmediğinde alacaklı elindeki rehin malı doğrudan mülkiyetine geçirebiliyordu. Kutlu Nebî (sas) bu uygulamaya son vermek amacıyla, borca karşılık bir malı rehin alan kişinin bu malı mülkiyetine geçiremeyeceğini bildirmişti. Bu şekilde, iki tarafın maslahatının korunabileceği bir uzlaşma sağlanması gerektiğine işaret ediyor ve emanet olarak verilen bir rehin üzerinde tek taraflı tasarruf yetkisinin bulunmadığını belirtiyordu.

Diğer taraftan, "Bir hayvan rehin alındığında rehin alan kişinin onun yemini vermesi gerekir. Rehin hayvanın sütü içilebilir. Sütü içen kişinin hayvanın bakımını sağlaması gerekir, ayrıca ona binebilir."  buyurarak her iki tarafın maslahatını koruyordu. Buna göre malı rehin alan kişi, emanet edilen mala sahip çıkacak ve onu koruyacak buna karşılık olarak da zarar vermeyecek şekilde o maldan yararlanabilecekti.

"Alacağına şahin, borcuna karga olmak!" diye bir deyim vardır dilimizde. Bu şekilde davranmak bir Müslümana yaraşmaz. Müslüman eğer alacaklı ise borçlusunun zor durumda olduğunu gördüğünde ona kolaylık sağlar. Asla verdiğinden fazlasını istemek gibi haksız bir tutum sergilemekten kaçınır. Ancak borçluya da düşen görevler vardır. Borçlu, sorumluluğunun ciddi anlamda farkında olmalı ve borcunu bir an evvel ödemek için gayret sarf etmelidir. Zira borç sorumluluğu, ölünce değil ödeyince biter.

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam

Editör: Mehmet Çalışkan