Cesaret ve şecaat abidesi olan Sevgili Peygamberimiz bir defasında müminleri şöyle uyarmıştı: “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı (savaşı) temenni etmeyin. Allah’tan afiyet isteyin. Fakat onlarla karşılaştığınız zaman da sabredin. Bilin ki cennet kılıçların gölgeleri altındadır.” (Müslim, Cihâd ve siyer, 20)
Savaş ve barış birbirine zıt alternatifler olarak karşısına çıktığında, Peygamber Efendimizin tercihi daima barıştan yana olmuştur. Kavgayı değil, anlaşmayı tavsiye etmiştir. Uyumu, geçimi, sulhu seçmek onun aslî karakteridir. O (s.a.s.) İslâm Peygamberidir ve “İslâm” zaten “barış ve esenlik” demektir.
Yeryüzünde insanı mücadeleye zorlayan şartlar olduğu gibi, anlaşmayı reddeden muhataplar olması da mukadderdir. Dünya güllük gülistanlık olmadığı gibi, insanoğlu da melek değildir. Dolayısıyla basit günlük tartışmalardan girift ideolojik çatışmalara kadar bir dizi olumsuzluk insanlığı kuşatır. Bireylerin, ailelerin, akrabaların, milletlerin ve devletlerin arasından savaş rüzgarları eser. Aklını, ferasetini, sağduyusunu yitirip de rüzgâra kapılmadan önce düşünmek ve her türlü uzlaşı yolunu denemektir mümine düşen.
Afiyet her anlamda huzur, sağlık, dirlik ve mutluluk demektir. Çatışmanın bırakacağı yıkım düşünüldüğünde hem sözlü hem de fiilî dualarla afiyeti istemek gayet doğaldır. Savaşın kaçınılmaz olduğu zaman bile, Peygamberimizin yağmayı, talanı, işkenceyi, kadın ve çocukları öldürmeyi, ibadethanelere ve din adamlarına saldırmayı yasaklaması fevkalâde önemlidir. Savaş içinde ahlâk, şiddet içinde erdem… Tarihin görmediği kadar derin bir insanlık…
Dinine ve değerlerine el uzatıldığında müminin kahramanca savunmaya geçmesi gerekir. O an tembellik yapılmaz, er meydanından kaçılmaz. Ama müminin yüreğinin derinlerindeki ümit daima barışın kardeşi olmalıdır. Cesaret ve güç gösterisi, destansı bir direniş ve diriliş paha biçilmez değerdedir. Ama mümin için öncelikli olan insanı, hayvanı, bitkiyi, toprağı, suyu, şehri kıyımdan koruyacak bir afiyet niyazıyla Rabbe yönelmektir. Korkmadan, yılmadan ama merhametle, sekinetle ilerlemektir.
Savaş gelip çattığında ise artık sabretme zamanıdır. Mümin, canlı ve bilinçli bir sabırla zorluklara dayanmalı, pes etmemelidir. Sabır, sanıldığı gibi içe dürülme ve sinme değil, göğsünü gererek imtihanı karşılamadır. Güçlü bir iman ve derin bir tevekkül ile dişini sıkmak, mukaddesatını savunmaktır.
Kılıç bir semboldür; her türlü haklı mücadelenin cennete taşındığını müjdeleyen bu hadiste, cesurca cihat edenlerin sembolü… Eliyle, diliyle, kalbiyle hayatı boyunca iyilik için çabalayan müminlerin, barıştan anlamayan bir zalim karşısında gösterdikleri cesaretin sembolü… Zalimin kötülüğüne dur diyerek iyiliğe yeniden yol açma idealinin sembolü…
Bugün Gazze’de adaletten, hukuktan, ahlâktan zerre kadar anlamayan adi bir zulüm ordusu müminlere kan kusturuyor. “Filistinliler için özgürlük” diyerek meydanlara çıkan farklı din ve ırklardan milyonlarca insan, barış istiyor. Oysa Filistin topraklarında zaten iki taraflı bir savaş değil, bir soykırım sürüyor.
Soykırımı lanetlemek için meşru ve makul her fırsatı değerlendirin.
Mücahitlerin sabır ve şecaatleri cenneti kucaklamışken, onlarla yürek birliği edin.
Cihadın anlamını yitirmeye başladığı bu pasif ve bencil insanlar çağında, silkinin, kendinize gelin.
Cihadın yok etme değil, Hak rızası için ıslah etme çabası olduğunu hatırlayın.
Afiyet içinde olmanın değerini bilerek, onlar için de afiyet dileyin.