Doç. Dr. Mahsum AYTEPE
Muş Alparslan Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi

Ölüm, hayatın en temel ve değişmeyen gerçeklerinden birisidir. Bundan olsa gerektir ki aralarındaki onca farklılığa rağmen bütün insanlar ölüm gerçeği üzerinde ittifak etmişlerdir. Ancak öyle görünüyor ki bu ittifak çok da uzun sürmeyecektir. Teknolojinin ve bilimsel araştırmaların önayak olduğu gelişmeler, insanın bedeni ve ölümüyle ilgili geleneksel yaklaşımların radikal bir değişime uğrayacağı bir dönemin eşiğinde olduğumuz düşüncesini doğurdu. Buna zemin hazırlayan da bilimsel gelişmelerin, hastalık, yaşlılık ve sakatlık gibi fiziksel kusurların önlenmesi için oluşturduğu imkânlardı. Pek çok insan bu gelişmeler sayesinde insan ömrünün istenildiği kadar uzatılabileceğini, belki de ölümsüzlüğü bulmanın eşiğinde olduğumuzu düşünmeye başladı. 

Ölümsüzlük arzusunu gerçekleştirmek için yürütülen çalışmalarla ilgili geniş bir tartışma alanının oluştuğunu söylemek mümkün. Bu tartışmaları, anlamı ve önemiyle ilgili olmak üzere iki kategori içinde ele alabiliriz. Transhümanist literatürde konu, yoğun bir şekilde önemiyle ilgili olarak ele alınmaktadır. Batı’da bu yönde oluşan literatür diğer kültürlere ve akademik çevrelere de aynı hassasiyetler çerçevesinde taşınmıştır. 

İnsanı zihinsel ve fiziksel düzeyde “süper” özelliklerle donatıp onun “süper” uzun ömre ulaşmasını temin etmenin önemiyle ilgili çalışmaların temel vurgusu iyileştirmenin, güçlendirmenin ve son tahlilde ölümsüzlüğü yakalamanın insanlığın gelişimi açısından taşıdığı öneme odaklanmaktadır. Bu yaklaşıma göre insanlık, binlerce yıllık tarihsel yolculukta her türlü hastalık, kıtlık, sakatlık ve çaresizliği yaşadı. Nanoteknoloji ve yapay zekâ temelli diğer teknolojiler, geçmişte hayal bile edilemeyen pek çok hastalığın ve fiziksel kusurun üstesinden gelinebileceğini gösterdi. Bu da insanın yeni fırsatlar dünyasıyla karşı karşıya olduğu anlamına gelir. Onlara göre artık sadece problemlerin ve kusurların giderilebildiğini konuşmayacağız, bilakis tasarım harikası çocuklar ve bireylerin varlığından söz edebileceğiz. Bununla ilişkili olarak transhümanistler sıklıkla mevcut insan tasarımlarının hatalı olduğundan söz ederler. (Anke Iman Bouzenita, “The Most Dangerous Idea?” Islamic Deliberations on Transhumanism,” Daru’l-Funûn İlahiyat, 29/2, 2018, s. 216.) Onlara göre mevcut insan tasarımı human 1.0 sürüm olup hatalıdır ve bu sürümdeki hataların giderildiği human 2.0 aşamasına geçilmelidir. Bunun için de bilim ve teknolojik gelişmelerin kaydedeceği gelişmeleri beklemek gerekir. 

Birçok transhümanist, teknolojinin beklenen gelişmeleri kaydedeceği aşamaya gelinceye kadar insan vücudunun kriyojenik olarak saklanıp korunması ve daha sonra yeniden diriltilen bedenlerin büyütülüp güçlendirilmesi fikrini savundu. Nitekim şu anda dünyada en bilineni Alcor olmak üzere dört yaşam uzatma tesisi bulunmaktadır. Transhümanizme felsefi bir temel bulmak üzere yaptığı çalışmalarla bilinen Max More’un sahibi olduğu Alcor tesislerinde yüzden fazla cesedin saklandığı bilinmektedir. (https://www.theguardian.com/technology/2018/may/06/no-death-and-an-enhanced-life-is-the-future-transhuman) Max More’ün transhümanist eşi Natasha Vita More, biyolojik olarak çürümenin bir kader olmadığını, ölümsüzlüğü yakalamak için gereken her türlü teknolojik imkândan yararlanmak gerektiğini ifade etmektedir. (https://khosann.com/askin-insan-ustun-insana-karsi/) Transhümanist teknolojinin mimarlarından Ray Kurzweil, 2100 yılı civarında beynimizi tamamen internete yükleyerek ölümsüz olabileceğimizi öngörmektedir. (João De Fernandes Teixeira, “Transhumanism, immortality and the question of longevity”, Revista de Filosofia: Aurora 32 (55), 2020, s. 30.)
Peki, insanı fiziksel ve bilişsel olarak güçlendirip uzun ömre ve nihai olarak ise ölümsüzlüğe kavuşturma düşüncesinin anlamı nedir? Daha doğrudan bir soruyla transhümanist ölümsüzlüğü nasıl anlamamız gerekir? Bu soruya genelgeçer bir cevap vermenin doğru olmadığı söylenebilir. Zira transhümanizm felsefi, kültürel, dinî, toplumsal, bilimsel ve ekolojik pek çok alanla ilişkili bir akımdır. Dolayısıyla transhümanizmin ölümsüzlüğe dair yaklaşımının anlamını kavramak, ancak sözünü ettiğimiz alanlara dair kabullerinin anlaşılmasıyla mümkün olabilir. Bunun için transhümanistlerin ölümsüzlükle ilgili düşüncelerine dayanak oluşturan arka plana dair hülasa bilgiler vermek yararlı olacaktır. 

Transhümanistlerin ölümsüzlüğe dair düşüncelerinin arka planı

Felsefi olarak Aydınlanma düşüncesini benimseyen transhümanistler, doğaüstü bir ruh anlayışına karşıdırlar. Onlara göre zihin ya da ruh, beynin ürünü olduğu için bunların işlevlerini yerine getirecek makineler üretmek mümkündür. (James J. Hughes, “The Compatibility of Religious and Transhumanist Views of Metaphysics, Suffering, Virtue and Transcendence in an Enhanced Future”, Institute for Ethics and Emerging Technologies, 2007, s. 6.) Onlar, ruhu bedenin bir parçası olarak gördükleri, ruhun fiziksel beynin içinde yer aldığını kabul ettikleri için semavi dinlerin ruh anlayışından ayrışmakta ve monist bir varlık anlayışı benimsemiş olmaktadırlar. (Bouzenita, “The Most Dangerous Idea?” Islamic Deliberations on Transhumanism,” s. 206.) 

Bütün transhümanistler biyolojik evrime inanmaktadırlar. Onlara göre bugüne kadar binlerce yıla yayılan doğal evrimleşme süreci, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin devreye girmesiyle yeni bir aşamaya geçmiştir. Bu yeni aşamada insan, doğanın boyunduruğundan çıkarak kendi kaderini kendisi tayin etmeye başlayacaktır. Max More, transhümanizmin bu yönünü net bir şekilde ifade etmiştir: “Artık tanrı yok, inanç yok, çekingen geri çekilme yok. Eski biçimlerimizden, cehaletimizden, zayıflığımızdan ve ölümlülüğümüzden kurtulalım.” (David Livingstone, Transhumanısm, The History of a Dangerous Idea, Sabilillah Publications, 2015, s. 409.) Ray Kurzweil de tanrının sonsuz bilgi, sonsuz akıl, sonsuz güzellik, sonsuz yaratıcılık ve sonsuz sevgi gibi nitelikleriyle transhümanizmin hedefi olan posthuman arasında ilgi kurmaktadır. Ona göre evrimin sonunda posthuman aşamasına gelen insan tanrıya atfedilen bu niteliklere sahip olma yolunda büyük bir mesafe katedecektir. (Ray Kurzweil, The Singularity is Near: When Humans Trascend Biology, London: Viking Penguin, 2005, s. 284.) Kurzweil savunduğu tekillik (singularity) teorisiyle biyolojik bedenlerimizin ve beynimizin sınırlarını aşabileceğimizi düşünmektedir. Ona göre bu sayede kaderlerimiz üzerinde güç kazanacağız. Ölümlülüğümüz kendi elimizde olacak ve istediğimiz kadar uzun yaşayabileceğiz. (Kurzweil, The Singularity is Near, s. 25.)

Transhümanistlerin, insanın doğası, ruh ve aşkınlıkla ilgili görüşleri onların materyalist bir varlık tasavvuru benimsedikleri şeklinde yorumlanmıştır. (Bouzenita, “The Most Dangerous Idea?” s. 205.) Her ne kadar bütün transhümanistlerin ateist olduğunu söyleyemesek de kahir ekseriyetinin tanrıya ve dinî değerlere mesafeli olduğu bilinmektedir. Bu inanışları nedeniyle onlar, ölümsüzlüğü ahiret ve öte dünya ile değil de bu dünya ile ilişkilendirerek anlamışlardır. Transhümanistler, süper niteliklere sahip olan ve nihayetinde ölümsüzlüğe ulaşan insan yaratma düşünceleriyle insanlığa hizmet ettiklerini düşünürler. Bu nedenle transhümanist öngörüler güçlü bir retorikle sunulur. Daha iyi bir insan olmanın yolu sınırlılıktan ve ölümden kurtulmaktır.

İnsanın fiziksel ve bilişsel açıdan güçlenmesi, yaşlanmasının geciktirilmesi ve ömrünün istenildiği kadar uzatılıp sonuçta ölümsüzlüğe ulaştırılmasıyla mutluluk ve iyi olmak arasındaki ilişki doğru orantılı olmadığı gibi bunun, insanın tabiatıyla uyumlu olduğu düşüncesi bile kesin değildir. Uzun ömür ve ölümsüzlüğün insan için hayır getirmeyeceğine dair en önemli göstergelerden biri yaşlılık fenomenidir. Avrupa’da giderek artan yaşlı nüfusun maruz kaldığı sıkıntılar pek çok araştırmacının dikkatini çekmektedir. Hareket kabiliyetlerini yitiren, evlerini kaybeden, geriatri hemşirelerinin, bakıcıların ve bu alanda uzmanlaşmış kurumların insafına terk edilen yaşlılar alzheimer gibi hastalıklarla boğuşmak dışında, son yıllarını yapayalnız ve adeta ölümün kuyruğunda geçirmektedirler. Sonuç açık: Tıp uzun ömürde nicel bir kazanç sağlamış olabilir, ancak niteliksel bir kazanç sağlamamıştır. (Teixeira, “Transhumanism, immortality and the question of longevity”, s. 31.)

Güç veya servet elde ettiğinde bunları toplumu, kültürü ve tabiatı ifsat etmek için kullanan binlerce örnek, tarihin bize aktardığı ve aktüel olarak şahit olduğumuz kesin hakikatlerdir. Benzer şekilde süper bir zekâya, süper bir uzun ömre ya da yüzyıllarca süren bir yaşam imkânına kavuşan bir insanın bu niteliklerini diğer insanları köleleştirmek için kullanmayacağının hiçbir garantisi yoktur. Nitekim transhümanizme yapılan en büyük eleştirilerden bir tanesi yeni bir köle efendi düzeni dayatmış olmasıdır. (Bouzenita, “The Most Dangerous Idea?”, s. 212.) Birçok insanın transhümanizmin arzuladığı posthuman dünyasının daha özgür, eşit, müreffeh, şefkatli ve daha iyi sağlık bakımları gibi hizmetlere fırsat tanıyacağını varsaydığını ifade eden Fukuyama’ya göre posthuman dünyası bunları temin etmeyebileceği gibi şu anda var olandan çok daha hiyerarşik ve rekabetçi bir düzen de dayatabilir. (Francis Fukuyama, Our Posthuman Future – Consequences of the Biotechnology Revolution, Farrar, Straus and Giroux, New York, 2002, s. 2018.) Teknolojinin bu yönde sağlayacağı gelişmelerden ancak sınırlı sayıdaki güç ve servet sahibi kişinin faydalanabileceği gerçeği, Fukuyama gibi pek çok düşünürü, transhümanizmi, insanlığı bekleyen en büyük tehlike olarak görmeye sevk etmiştir. Transhümanist projenin, Rockefeller Vakfı (Livingstone, Transhumanısm The History of a Dangerous Idea, s.14.), Bill Gates (Kurzweil, The Singularity is Near, 275.), Facebook ve Google gibi kişi ve kurumlar tarafından finanse edildiğini unutmamak gerekir. Küresel sermayeyi elinde tutanların her türlü teknolojik imkânı ellerinde bulundurmalarına ilave olarak yüzyıllarca yaşayabileceği ihtimali, bütün insanlık ve tabiat için kâbustan başka bir anlam taşımayacaktır. Kur’an’ın, ölümü hiçbir zaman istemeyen insanların en temel vasfının “zulüm” olduğuna dair beyanını dikkate aldığımızda (Bakara, 2/95-96.) bu kâbusun sebebi anlaşılır. 

İslam, insanın ölümsüzlüğe dair arzusunu, İblis’in ebedîlik vaadine kanan Hz. Âdem’in yöneliminden hareketle teslim etmiştir. Ancak ölümsüzlüğün yeri bu dünya olmadığı gibi bunun yolu da İblis’in gösterdiği şekilde yasak ağaca yaklaşmak değildir. Ölümsüzlük mekânı ahirettir. Bu dünyada hiç kimse kalıcı değildir, herkes ölümlüdür. (Âl-i İmran, 3/185; Enbiya, 21/35; Ankebut, 29/57.) Ahirette ebedî bir mutluluk ve bahtiyarlık kazanmanın yolu, Allah’a iman ve bu imanın gereği olacak bir ahlaki yaşam sürmektir. Dolayısıyla İslam’a göre bu dünyada iyi olmak, fiziksel yetkinlikler ya da maddi olanaklarla değil doğru bir inanç ve mutedil bir ahlakla mümkün olabilir. İyilik, mutluluk ve barış için manevi gelişimi (takvayı) merkeze alan İslam, bu maneviyatın da kişinin özgür tercihlerde bulunması neticesinde elde edilebileceğini öngörmüştür. Tercihlerin iyi ve mutlu olmamıza vesile olması için kötü seçeneklerin varlığına rağmen tercih edilmiş olmaları gerekir.

İslam’a göre daha huzurlu ve yaşanabilir bir dünya kurmanın öncelikli koşulu, manevi tekâmüldür. Manevi tekâmül ise kişinin kendisine, Rabbine, topluma, hayvanlara ve çevreye karşı haklarını ve sorumluluklarını mutedil bir çerçeve içinde yerine getirmesine bağlıdır. Oysa transhümanizm mana yerine maddeyi, ruh yerine bedeni, sosyal ve kolektif gelişme yerine lokal ve bireysel gelişmeyi hedeflemekte ve diğerini yok saymaktadır. Teknolojik ve bilimsel gelişmelerin insan sağlığı için oluşturduğu iyimser havayı, diğer hedeflerini gerçekleştirmek için meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanan transhümanistlerin kurguladığı dünya, hepimizin dünyası olmayacaktır. Öyle görünüyor ki evrensel değerleri ve ahlaki ilkeleri yok sayan bir bilim paradigmasını dayatan transhümanist proje, merhamet, sevgi, adalet ve insan onuru gibi değerlere değil ideolojik bagajlara sahip bir avuç seçkinin emellerine hizmet edecek şekilde gelişim gösterecektir.
 

Editör: Mehmet Çalışkan