Söyleşi
Meryem BALTACI

İnsan için “irade ile büyür” diyorsunuz; irade nedir, insan irade ile nasıl büyür? İnsan iradesi nerede şekillenmeye başlar, nereye dek uzanır, sınırı nedir? 

Benliği oluşturan bileşenleri ya da benliğin/kendiliğin gerçekte var olup olmadığı, varsa her insanda mevcut bulunup bulunmadığı tartışmaları sosyal bilimler, bilhassa psikoloji-nöropsikoloji ve felsefe alanında düşünüp yazan insanlar tarafından yürütülüyor. Düşünce tarihinin en başından beri aslında hem filozoflar hem de din otoriteleri tarafından üzerinde durulan can alıcı bir nokta bu. Çünkü benliğin belli başlı unsurlarını -öznel farkındalık- öz bilinç tarafından inşa edilen, başkası (öteki insanlar, tabiat, başka canlılar ve mutlak varlık olarak yaratıcı) ile ilişkide beliren ve nihayetinde karar veren, tereddüt eden, direnç gösteren zihinsel enerji (irade) tarafından oluşturulan benlik olarak üç unsurlu ve sürekli dönüşen, dinamik bir yapı çerçevesinde tanımlayabiliriz. Benliğin bu üç unsuru, birbirlerini besleyen ve saran diyalojik ilişkideki süreçler. Çocuğun kendinden başka bir varlığın da var olduğunu keşfetmesi, aslında kendisinin var olduğunun keşfi anlamına geliyor, aynalama evresi denilen bu erken dönemden itibaren benlik kendi üzerine ve varlık üzerine açılıp kapanan bir yaşam kazanıyor. Bilinç, ilişki ve irade “kişi” olmanın vazgeçilmez bileşenleri. Bu evreden önce de bazı küçük bebeklerin mesela temel ihtiyaçlarıyla ilgili olarak huysuzluk yaptıklarını, direnç gösterdiklerini, ağladıklarını düşünsek de çocuk henüz bu evrede iradesini kullanıyor değildir, rahatsızlık onun bedenindedir ve daha ziyade kendinin bir devamı olarak bu huzursuzluğu yankılar. Oysa aynalama evresinden sonra, ayrılığın farkındadır ve kendisi olmayan şeylerle çatışmaya veya iş birliğine girer. Hatta özel olarak başka insanlarla. Gerçekten de iradenin işlerlik sahası, tabiat değil insanların dünyasıdır. İstisnai ruhsal durumlar haricinde, tabiat olaylarını kötülük olarak düşünmeyiz mesela, insan yalnızca başkalarının kasıtlı eylemlerine maruz kaldığı durumları kötülük olarak niteler ya da tahakküm, iktidar kullanımını iradesinin celbi olarak görür. Bunun da sebebi, kendimizi eylemlerimizin aktörü olarak görmemiz ve başkalarını da kendi eylemlerinin aktörü olarak aynalamamızdır. Bu şekilde zihinselleştirerek onların eylemlerine ve olası niyetlerine karşı tepki gösteririz. Kendimizi, eylemlerimizin aktörü ve onun sonuçlarından sorumlu bir birey olarak değerlendirmek, büyümenin istikametidir. Eyleyen kişi/aktör olmak ise yapmak üzere olduğumuz ya da reddettiğimiz eyleme karar verme, onu hazırlayan öncülleri idrak etme ve sonuçlarını öngörebilme yetisine yani iradeye sahip bir varlık olduğumuz kabulüne dayanıyor. Bu yönden insan iradesi, diğer iki bileşenle etkileşime geçerek varlık ilişkileri ve zaman içinde ileri-geri hareket eden bir bilinci işaret ediyor.

İrade “bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü” olarak tanımlanıyor. Yani insan, iradesi kadar güçlüdür, diyebiliriz. Peki, bu gücü pekiştirmek için neler yapabiliriz? Kişinin iradesini eğitmesinin ve güçlendirmesinin yolları nedir? 

Sosyal bilimci Ray Baumeister’in irade gücü ile ilgili deneyleri sonucunda keşfettiği bir olgu var; Baumeister, her gün için hatta ömrümüz için sonlu miktarda bir irademizin olduğunu ve zihnimiz iradeye dair enerji tükettikçe bu gücün eksildiğini bulguluyor. Sadece çok önemli meselelerdeki kararlar değil, tamamen ilgisiz ve önemsiz kararlar dahi aynı iradenin enerji kaynağını kullanır. Bu yüzden günün geç saatlerinde ve ömrün ileriki yıllarında irade artık yorgun düşer. Benlik, irade bileşeni açısından bitkin düşer. Bu yüzden iradenin tasarruflu kullanılması gerekiyor: En önemli kararlar, en önce ve en büyük dikkat sarfıyla verilmeli. Düşmanca bir çevrede çatışmalarla yaşamanın irade gücünü ve benliği kuruttuğu göz önüne alınarak bu ortamlardan mümkün olduğunca uzak durmak gerektiği kadar; başkalarının beklentilerine uygun davranmak için benlik sunumlarının her uyarlamasında bu enerjinin biraz daha fazla tüketileceği açık olduğuna göre, sahih benlikle çatışan performans ilişkilerinden de kaçınılması gerekiyor. Yani iradenin geliştirilmesi iradenin mümkün olduğunca çok kullanılmasına değil, mümkün olduğunca önemli meselelerde tedarikli kullanılmasına bağlı. Bunun için bir başka yöntem de faydalı alışkanlıklar kazanılması. Rutin, iradenin diğer önemli meselelerle baş edebilmesi için yedek güç kaynağı sağlar. Ancak buradaki can alıcı mesele, önemli karar anlarında önem ve değer ekseninde alışkanlıkların terk edilmesi veya güncellenmesine dair de iradenin daima uyanık kalması.

Yüce Allah’ın insana verdiği nimetlerden en önemlileri arasındadır irade. Bize verilen bu nimet aynı zamanda sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Kişinin Rabbine karşı yükümlülüklerini yerine getirmede, emir ve yasaklarına riayet etmede ve hayatını hakiki bir Müslüman gibi yaşamasında iradenin yeri nedir? 

İradenin düşünce tarihindeki devasa yeri, onun özgürlük ve dolayısıyla sorumluluk kavramlarıyla olan zorunlu bağından kaynaklanıyor. Hakkaniyet gereği sadece gerçekten de eylemlerinde özgür bir canlı eylemlerinin yarattığı sonuçlardan dolayı sorumlu tutulabilir, ödüle veya cezaya muhatap olabilir. Müslüman olarak sadece ibadetlerdeki mükellefiyetlerin değil, inanç teklifine muhatap olmanın da insanın iradesi nedeniyle gerçekleştiğini kabul ediyoruz. Daha ilerisinde sağlıklı bir benliğin inşasının, her nefeste ayık bir bilincin ve iradenin bu dünyada insanca bir yaşam için olduğu kadar öte dünya saadeti için de gerekli bir vasıf olduğuna inanıyorum. Öte dünya, bu dünyadan başlayan bir kişiliğin devamı. Emir ve yasaklara riayetin, sınırların özgürlükle çelişen bir görünümü olduğunu düşünenler olabilir. Ancak buna katılmıyorum. Her şeyden önce, tevhid inancı, tüm varlığın üzerinde ve onu her an oluşturmada olan bir yaratıcıdan başkasının iradesinden başka hiçbir güce boyun eğmeme mükellefiyeti getiriyor bizlere. Ve O’nun da bizim benliğimize şah damarımızdan daha yakın olan, kişiyle kalbi arasına giren içkin bir kudret olduğuna iman ediyoruz. Bu, korkunç bir özgürlük aslında. Ancak bunun haricinde de insanın kendine koyduğu sınırlar, kişisel özgürlüğünün gerçekleşmesidir. Dünyada özgürlük bizim seçtiklerimiz ve sevdiklerimiz için kendini adamak değilse başka ne için vardır? Özgürlük hiçbir bağlılık ve yükün olmaması değil, bizim için en büyük anlam ifade eden, en değerli şeyler için özünü kullanma imkânıdır.

Rabbimiz “Dilediğinizi yapın. Şüphesiz o, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.” (Fussilet, 41/40.) diyor. Yani Allah bizi yapıp etmelerimizde özgür bıraktı ancak bu özgürlüğün sonuçlarından da mesul kıldı. Kötü bir akıbetle karşılaşmamak için neyi istediğimiz, ne yaptığımız konusunda davranışlarımızın farkında olmalıyız. Bu farkındalık ve kontrolü sağlamak nasıl mümkün olabilir? 

Modern psikoloji, birkaç on yıldan beri bilhassa Uzak Doğu felsefelerinin etkisiyle  “farkındalık, akışta olmak, bütünlük hissi” diye kavramsallaştırılan yeni perspektifler kazandı. Bunun için meditasyon tekniklerinden, derin düşünce anlarından faydalanmak da dahil farklı teknikler tavsiye ediliyor. Her ne kadar, “Bu da bizim kültürümüzde var.” demeyi çok takdir edilesi bir savunma psikolojisi olarak görmesem de bu konuda hakikaten bizim de dünyaya söyleyecek bir sözümüz, teklif edeceğimiz orijinal bir birikimimiz var. Tasavvuf, insanın yeryüzü yolculuğunda insanlaşmasının önündeki engelleri kaldıran, onun daha az yaralı daha güzel bir ruhla yaşamasını sağlayan bir kültür. Allah’la bağı berkiten, insana yalnız olmadığını her nefeste onu hep esirgeyen ve hep bağışlayan bir yaratıcının gözetiminde olduğunu hatırlatan bir İslam ve ihsan disiplini. Murakabe, tezekkür gibi gündelik pratiklerinin yanı sıra huş der dem, vukuf-i zaman, halvet der encümen, nazer ber kadem, sefer der vatan gibi esasları benliğin ve iradenin tahkim edilmesine ve güzelleştirilmesine hizmet eden ilkeler. Bu uygulamalara bile gitmeye gerek kalmadan, namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetlerin içinden de çıkarılabiliyor bu esaslar ancak kuramlaşmış ve bir yöntem, bir edeb hâline getirilmiş şeklinin tasavvufta tebarüz ettiğini görebiliyoruz.
İradeyi gündelik yaşamımızla nasıl ilişkilendirebiliriz? Davranış bozuklukları, kontrolsüzlük, ihtiyaç ve önceliklerin farkında olmaksızın harcama alışkanlığı ve bağımlılıklar gibi kişinin hayatını olumsuz yönde etkileyen unsurların irade zayıflığı ile ilişkisi nedir?
Psikolog Matt Field, bir dizi deney sonrasında elde ettiği sonuçlara dayanarak duyguların bastırılması ve zorlanması konusunda harcanan ekstra iradenin, yarattığı stresin yanı sıra, madde bağımlılığı da dâhil pek çok bağımlılık türündeki karşı koyamayışın nedenleri anlamada öz denetim ve irade gücünün temel bileşenlerinden biri olduğunu söylemişti. Bu durumda yapılması gereken, bir sonraki zorlanım durumunda iradeyi zorlayarak direnmeye çalışmak değil, dikkati bir başka faaliyet ve senaryo üzerine yoğunlaştırmak, başka bir ilgi nesnesine yönelmektir. Bunun dışında OKB (Obsesif Kompulsif Bozukluk) de aslında bir tür öz denetim ve irade kaybına bağlı batıl inanç olarak tanımlanabilir. Kaygı bozuklukları da bu dinamikler üzerinden işler. İradenin kullanılamayacağı, kontrol altına alınamayacak muhtemel bir geleceğe savurur insanın ruhunu. Bir şeyleri yapamamanın sonuçlarıyla ilgili endişe bir batıl inanca dönüşür, iradeyi felç eder. Depresyonu, egonun tükenişi olarak tanımladığımızda onun bir bileşeni olan iradenin de devre dışı kalması doğal bir sonuç olarak gerçekleşiyor. Bu rahatsızlıkların, pek çok başka faktörle beraber irade gücünün öncesinde yukarıda daha önce saydığım hikâyelerde tüketilircesine harcanmasıyla ilgili olduğunu söyleyebilirim.

Sosyal yaşantımızda, diğer insanlarla ilişkilerimizde, eğitimimiz süresince ve başarılı bir insan olma yolunda irademizin rolü nedir? 

İrademiz, insan ve varlıkla ilişkilerimizde beliriyor. Kendi eylemlerimizin gerekçelerini ve muhtemel sonuçlarını zaman çizgisinde projekte ederek sorumluluk sahibi bir fail olarak gerçekleştiriyoruz kendimizi. Eylemlerimizin getirdiği başarıyı da başarısızlığı da bu ön kabul neticesinde sahipleniyoruz. Bu süreç, eğitim hayatımızda ve iş hayatımızda da geçerli. Ancak aslında çok doğru gibi görünen bu sorumluluk bilinci, sadece eksik değil sonuçları açısından yıkıcı da olabiliyor. Çünkü günümüz yaşamı, insanın kontrol edemediği risklerin küresel ölçekte domino etkisine açık, bireyin gücünün çok az şey üzerinde pek az etki doğurabildiği akışkan, buz üzerinde hayatlar yaşıyoruz. Eylemlerimizin yöneldiği sebebi düşünebilsek (raison) bile, hem eylemlerimize hem de sürece etki eden nedenleri (cause) yeterince öngöremiyoruz. -Şu pandemi dönemini düşünün en basitinden, nasıl bir çalkantı yarattığını.- Bunun neticesinde amaçlanan sonuçlar daha nadir gerçekleştiği gibi niyetlenen sonuçlardan çok daha geniş ölçekli hasarlar yaratabiliyor insan davranışları. Bu da depresyon ve tükenmişlik sendromundan tutun kaygı bozukluğu ve OKB’ye kadar pek çok davranış bozukluğuna ortam hazırlıyor. Ama yine de elimizde niyetlerimiz, kararlarımız ile irademizden, gayret ve çabamızdan başka bir şey de yok. İnsan iradesinin farklılaştığı nokta, bilinçten pay almasından kaynaklanmıyor sadece; insan hayvanlara benzer şekilde ihtiyaç ve arzusuyla ister ama hayvanlar bu doğrultuda davranırken doğal ortamın şartlarına tabidirler, tabi oldukları bu nedenleri değiştiremezler, insan ise eylemleri kadar nedenleri de dönüştürebilir. İrademizin güçlenmesi, kendini gerçekleştirebilmesi için, dünyayı da değiştirmemiz kaçınılmaz.

İradenin eğitilmesi süreci çocukluktan başlıyor. Anne babalara çocukların irade eğitimi hususunda neler söylemek istersiniz? 

Çocuk eğitimi konusunda kullandıkları yöntem ve araçları, çocuğa itaati değil prososyal- insandostu davranışları yerleştirecek şekilde seçmeliler. Çocuklara sınır inşa etmek, onlara bu sınırların sebeplerini ve amaçlarını çocuğa yardım etmesi beklenen faydalarını açıklama şeklinde yapılmalıdır, kesinlikle çocukların bu sınırlara ihtiyacı vardır. Bu şekilde konulmuş sınırlar, çocuğun ebeveynine olan güvenini de pekiştirir. Ama çocuklar, iradesi ve kişilik gelişimi inşa hâlindeki küçük insanlardır, bu sınırları zorlamaları, ihlal etmeleri beklenmelidir. Mesele, ebeveynin bu durumdaki tavrı: Ceza yöntemi, çocuğu bu ihlalin başkaları üzerindeki değil de kendisi üzerinde yol açtığı etkilere odaklar. (Mesela kardeşine vurduğunda ceza olarak odasına gönderilen çocuk, sevilmediğini ve kardeşinden bunun sorumlusu olarak intikam alması gerektiğini -elbette yakalanmamak şartıyla- düşünür, daha sinsi ihlallere yönelir.) Veya ebeveynin sözlü ya da fiziksel şiddeti, insanlar istediğini alamadıklarında şiddet uygulamanın meşru bir yöntem olduğu algısı yaratır çocukta. Bu yüzden ceza, eğer amaçlanan şey çocuğun ruhuna kalıcı değer yargılarının tohumunu atmaksa her halükârda uygulanmasında hiçbir fayda olmayan bir yöntemdir. Ebeveyn kontrolü olmadığı an çocuk itaati bırakacaktır, bunun yanı sıra kinci, hesapçı, şiddet yanlısı, öz sevgisi ve benlik saygısı düşük bir insan olması da oldukça muhtemeldir. Ödül ise çocukta şartlı sevildiği kanısı oluşturmasının yanı sıra, ödül olmadığında olumlu davranışlardan vazgeçilmesi sonucunu doğurur. Ödül verilen konu, çocuğun gözünde kendi değerini yitirir. Ebeveynlerin takip edeceği en olumlu yöntem, çocuğu bu tür değerler konusunda yüreklendirmek, olumlu davrandığında onunla, ilgisini belirtecek şekilde ayrıntılara girerek sevincini paylaşmak, olumsuz davrandığındaysa çocukla sevgisini ve onun güvende olduğu hissini oluşturup bağ kurduktan sonra, davranışının başkaları üzerinde ve gelecekteki kendi üzerinde ne tür zararlar oluşturabileceği konusunda konuşmaktır. Bu durumda her şeyden önce çocuk dinlenmeli ve gerekçeleri doğru anlaşılmalıdır. Çocuğun hem sınırları belirlerken hem teşvik ve ölçülü övgüyü iletirken hem de ihlal durumunda açıklamada bulunurken kendini ifade etmesini sağlamak, onun kendi gerekçelerini işitmesini de sağlamak anlamına gelir. Bu, vicdanın çekirdek hâlidir; kendini anlayan çocuk, başkalarını anlama konusunda yetkinleşebilir ancak. Çocuğun özerk iradesinin temelleri böyle bir süreçte inşa edilirse ileride oluşabilecek her sarsıntıda ve her zorlayıcı durumda çocuk kendi yolunun ışığına sahip olma imkânına kavuşacaktır. Bunun dışında çocuklarımızda empati gelişimine destek olacak her türlü insan hikâyelerini anlatmak, onlarla konuşmak, paylaşmak ve onları koşulsuz sevmek çocuğumuzun benlik gelişimi için vazgeçilmez önemde. Ve elbette, olumlu örnek olmak, daima kendi irademiz ve değerlerimiz konusunda ayık olmak da çocuğumuza verebileceğimiz en önemli ders.

Editör: Mehmet Çalışkan