F. Hilâl FERŞATOĞLU

İstanbul Kadıköy Vaizi

Perslerden Greklere, Soğdlardan Türklere kadar nice millete yurt olan gözde şehir çok savaşlar görmüştür ama kaderindeki en acı yazgı Cengiz Han tarafından yerle bir edilmek olmuştur. (1220) İstiladan 150 sene sonra, Maveraünnehir’i hâkimiyeti altına alan Timur, Semerkant’ı kendine başkent seçer ve şehri yeniden imar eder. (1369) Horasan, Rum, İran, Şam, Hindistan bölgelerindeki meşhur alim ve sanatkarları toplar, su yolları ile donattığı şehrin etrafına bağlar, bahçeler, kasırlar yaptırırken, sur içinde mescitler, medreseler, bedestenler, imaretler inşa ettirir.

İpek ve Baharat yollarının kesiştiği önemli bir kültür ve ticaret merkezi olan Semerkant, aynı zamanda mühim bir ilim merkezidir. Dârimî, Ebü’l-Leys es-Semerkandî, İmam Mâtürîdî, Uluğ Bey, Ali Kuşçu, Ömer Hayyam, çeşitli dönemlerde Semerkant’ta yetişmiş 1000’den fazla alimin meşhurlarındandır.

Semerkant’ın bu ilim ve kültür ortamında büyüyen Timur’un torunu Uluğ Bey (1392-1449), merkezi Semerkant olan Maveraünnehir’in yöneticisi olduktan sonra “zamanın Eflatunu” denilen Bursalı Kadızade-i Rumî ve “mühendislerin sultanı” ünvanına sahip Gıyaseddin Cemşid el-Kâşi gibi hocaları nezdinde, ilmî çalışmalarda terakkîyi hedefler. Uluğ Bey’in şaheserlerinden biri de Semerkant’ta inşa ettirdiği medrese merkezli külliyedir.

Uluğ Bey külliye için şehrin merkezini, eskiden pazaryeri olan Registan meydanını seçer. Medrese, mescit, hankâh, kervansaray ve hamamdan müteşekkil külliye 1417-1420 yılları arasında tamamlanır. Kûhek tepesine inşa edilen rasathaneyle ise süreli eğitim haricinde, ilmî araştırma ve gözlemlerin devamı hedeflenmiştir.

Uluğ Bey Medresesi mimarî açıdan gösterişli, hüsnü hat, çini gibi süsleme sanatları bakımından oldukça zengin ve etkileyicidir. Medresenin her sabah günün ilk ışıklarının düştüğü yüksek, ihtişamlı cümle kapısı ön cephenin büyük kısmını kaplar. Sivri kemerli, abidevi kapının alınlığı gök kubbeyi tasvir eder, beş ve on köşeli mavi yıldızlarla bezelidir. Giriş eyvanı ve ön cephe yüzeyinin tamamı, firuze sırlı tuğlaların oluşturduğu geometrik desenlerle ve onlara son derece uyumlu ma’kılî “Allahu Ekber” hattıyla donatılmıştır. Ya Hû, Ya Hay, Ya Kerim, Ya Allah zikrini kuşanarak kıyama durmuş minareler Semerkant’ın mavi göğüne çekilmiş birer elif gibidir. Cümle kapısında, minarelerde, iç ve dış cephelerde turkuaz ve lacivertin hâkim olduğu çinileri, farklı yazı türleriyle geometrik şekillerin birlikte kullanıldığı tezyinatıyla bu destansı güzellik gün ışığında ayrı, gece ışıklandırmasıyla ayrı temâşâ-yı cemâl imkânı sunmaktadır.

Ulu medresenin yan cephelerinde birer taç kapı bulunuyor. Sarı topraktan mavi mineli tuğlalarla örülmüş yan duvarlar, tekrar tekrar yazılan “Ya Allah”, “ve’l-Hamdü lillâh”, “Ya Rasulallah” kelimeleriyle hamdediyor, zikrediyor. Güney cephenin sadece Aralık ayı sonlarında gün batarken 20 dakikalık bir zaman zarfında, altınla kaplıymış gibi göründüğü ve bu manzaranın hava açıksa bir hafta boyunca devam ettiği söyleniyor.

Kare planlı, dört eyvanlı medresenin köşelerinde dört dershane, batı kısmında ise bir mescit mevcut. Dershanelerin üstünü örten turkuaz sırlı soğanlı kubbeler yazık ki zamana yenik düşmüş. İki katlı medresenin avlusu, çinilerle bezeli eyvan ve hücre cephelerinin masmavi rüzgarıyla baş döndürüyor. Girişleri nestâlik hatla “el-İlm izzüd-din ve’l-ahire”, “Utlubu’l-hayr ınde ahsenu’l-vücûh” gibi ilme teşvik eden hadisler ve ayetlerle süslenen bu hücreler iki kişilik ve kendi içinde çift katlı olup birinci kat mütalaa ve sohbet yeri, ikinci kat ise yatakhane olarak kullanılıyormuş.

Kaynaklar ilk baş müderrisi Kadızade-i Rûmî olan ve Muhammed Hâfî, Gıyaseddin Cemşid el-Kâşî, Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Ali Kuşçu es-Semerkandî, Abdurrahman Câmî gibi meşhur müderrislerin ders verdiği Uluğ Bey Medresesi’nin açılışına 90 alimin katıldığını, medresedeki konferansları ve ilmî tartışmaları Uluğ Bey’in de bizzat takip ettiğini belirtiyor.

55 hücresiyle aynı anda 100’den fazla talebe alan, dinî ilimlerle birlikte matematik, astronomi, felsefe ve edebiyat da okutulan, Uluğ Bey Medresesi’nde haftanın dört günü resmi ders programı takip edilir, iki gün müstakil mütalaalar yapılır, Cuma günü ara verilirmiş. Sene içinde 7 ay eğitim faaliyetinde bulunan medrese tatile girdiğinde talebeler çiftçilik, sanatkarlık, imamlık vb. işlerde çalışırmış. İlimden başka endişeleri olmasın diye 8 yıllık eğitim süresince talebelere maaş verilir ve eğitimi tamamlayanlar icazete hak kazanırmış. Abdurrahman Cami ve Ali Kuşçu gibi talebelerin icazetname aldıktan sonra aynı medresede müderrislik yaptığı biliniyor. Şeyhu’l-müderrisin Kadızade-i Rumi tarafından verilen bir icazetname örneği bugün Özbekistan Cumhuriyeti İlimler Akademisi Ebu Reyhan Biruni Şarkiyat Enstitüsünün el yazmaları bölümünde korunmaktadır.

Semerkant Uluğ Bey Medresesi’nin, Osmanlı medreseleri üzerinde tesiri büyüktür. Bursalı Kadızade’nin talebesi olan Ali Kuşçu’nun Fatih zamanında İstanbul’a davet edilmesiyle matematik, astronomi gibi ilimler Osmanlı medreselerinde de okutulmaya başlanmıştır.

XV. yy.’da Orta Asya’nın en büyük üniversitesi ve eğitiminin kalitesiyle İslam dünyasına nam salan bir ilim merkezi olan Uluğ Bey Medresesinin akıbeti hazindir. XVIII. asırda hububat deposu olarak kullanılan medrese bir ara yeniden faaliyete girse de bu dönem uzun sürmez. XX. yy.’da geçirdiği büyük tahribattan sonra 1930’da tarihi eser olarak restorasyona alınır.

Bir vakitler ilim ehlinin tezekkür ve tefekkürde bulunduğu en mutena meclislerden biri olan bu merkez, bugün revaklarında turistik eşyaların satıldığı bir çarşıya dönüşmüş olsa da mekânın ruhu altı asır önceki medeniyeti zihnimizde canlandırıyor ve şehadet ederiz ki ulu medresenin her taşı her tuğlası sabah akşam Allah’ı zikretmeye devam ediyor.

Editör: Mehmet Çalışkan