Dr. Lamia LEVENT ABUL
DİB Süreli Yayınlar ve Kütüphaneler Daire Başkanı

Vermeyen canın sana bulmaz hayat-ı câvidân
Zinde-i câvid ona derler ki kurbandır sana
Fuzuli

Kurban, Yüce Allah’a teslimiyetin İbrahimce ifadesidir. Kurban, Hak Teâlâ’ya itaat ve tevekkülün İsmailce örneğidir. Kurban, Cenab-ı Hak ile kulunun arasına girerek kurbiyetine mani olan her şeyden vazgeçmektir.  Kurban, en sevgili uğruna varlığını feda etmektir. Tüm benliklerini Hak yoluna feda edenler, hayr-ı kesir ırmağı olan “Kevser” ile rızıklandırılır. 

Hz. İbrahim’in kurban kıssası, can vererek hayat-ı câvidânı bulanları anlatır: Yüce Allah, Hz. İbrahim’e yaşlılığında müjdelediği evladı İsmail’i kurban etmesini istedi. İlerlemiş yaşında İbrahim peygambere bahşedilen İsmail, onun için çok kıymetliydi. Can paresini kendi elleriyle feda etmek ne büyük bir imtihandı! Rüyasında ona bildirilen kurban emri, Allah için en sevdiğinden vazgeçebilme imtihanı idi. Yüce Allah, dostum dediği veli kulunun gönlünde sadece kendisinin olmasını ister. Bir insanın gönlünde iki kalp halk eylemeyen Hak Teâlâ, Hz. İbrahim’den İsmail’i kurban etmesini istedi. Büyük peygamber yine zor bir sınanma ile karşı kaşıyaydı. Daha önce Hakk’a olan iman ve teslimiyetini ateşe atılarak gösteren Halilullah, şimdi ise ciğerparesini feda etmekle sınanıyordu. O, Hak’tan teslim ol emri geldiğinde; “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” (Bakara, 2/131.) diyerek Rabbine olan sadakat ve sevgisini göstermişti. Ve bu teslimiyetle bıçağı can paresinin boynuna çalmaktan da imtina etmedi. O vakit Rabbi onun bu çetin imtihanı geçtiğini ve mükâfatı kazandığını buyurarak (Saffat, 37/105.) sadakat ve teslimiyetine karşılık olarak evladı yerine bir koçu kurban etmek üzere gönderdi. (Saffat, 37/107.) Yunus’un dizelerinde dile getirdiği gibi bedel olarak gönderilen koça karşı kurban edilen candır esasında: “İsmailem Hak yoluna canım kurban eylerim. / Çün bu can kurban sana ben koç kurban neylerim.” 

Bizler bâtında cereyan eden hikmeti idrakten aciz kullarız. Zahirde yaşanan ise nefsin arzu ve isteklerine karşı durma mücadelesidir. Bazen evlat olur, bazen eş olur, mal mülk olur. Ama değişmeyen tek hakikat Hak namına nefsiyle mücadele edenler, yani nefsini kurban etme cesaretini gösterenler, Hz. İbrahim’in ile Hz. İsmail’in eriştiği dostluk ve yakınlık makamına erişirler. Bizler de kestiğimiz kurbanlarla bu şerefli hatırayı yâd eder ve onlar gibi itaat ve teslimiyetle kulluğa hazır olduğumuzu ifade ederiz. 
Kurban, nefsin feda edilmesidir.  Kesilen kurban nefsi temsil eder ve nefsini Allah yolunda feda eden kimse Allah’a yakınlık sırrına erer. Ancak Allah için kendi benliğinden geçenler Allah’ta fena olur ve O’nunla beka bulurlar. İşte bu anlamdaki kurban nefsen fâni olup Hak ile baki olmanın simgesidir. Zahirde kesilen kurban, hakikatte canın, nefsin kurban edilmesidir. Kişi nefsindeki kötü duyguların ve arzuların kökünü keserek ancak nefsin kötülüklerinden kendini korur. Bunu da mücahede ve riyazet ile gerçekleştirir. Hz. Mevlana “Maddi arzularını ayakaltına alırsan o zaman, nefsin köpeğini öldürürsün ki asıl kurban da budur.” diyerek bu hakikate işaret eder. 

Sufilere göre kurban, insanın nefsani arzularını, süfli duygularını kesmek anlamındadır. Nefsani arzularını Allah yolunda kesip atan kimse nefsini terbiye etmiş olur. Kurban keserken hayvanı kesmeden önce kendi içinde bulunan nefsi kurban etmek gerektiğini ifade eden Serrac, kurbanın bu bâtıni manasını nazara verir. Cüneyd-i Bağdadi de hacdan dönen bir dervişe “Mina’da kurban mahallinde kurbanını kesince nefsinin arzularını da kurban ettin mi?” diye sorar. Derviş hayır cevabını verince Cüneyd-i Bağdadi “O hâlde sen kurban kesmemişsin.” (Hucvirî, Keşfu’l-Mahcub, Haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yay. İstanbul 2010, s. 391.) diyerek kurbanla beraber nefsin de tüm kötü arzularından kesilmesinin ehemmiyetini ifade eder. 

Kurban takvadır. “Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.” (Maide, 5/27.) Habil bu sözü, kendi kurbanı kabul edilip kardeşi Kabil’in kurbanı kabul edilmediğinde söyledi. Kabil, kurbanı kabul edilmeyince hasede kapıldı. Kıskançlıkla kardeşinin üzerine yürüyerek onu öldüreceğini söyledi. Bunun üzerine Habil, takva ile yapılan ibadetin makbul olacağını hatırlattı. Takva, Cenab-ı Hakk’a sevgi ve tazimle kulluk yapmaktır. Habil, takvanın gereği olan sorumluluk duygusuyla Rabbine en güzel koçu kurban olarak sunmuştu. Kabil ise dolu dolu başaklar yerine cılız olanları kurban olarak adadı. Habil nefsini aradan çıkararak takva ile hareket etmişti. O nedenle de kurbanı kabul gördü. Çünkü Yüce Allah’a kurbanların ne etleri ne de kanları ulaşır. O’na ulaşacak olan takvadır. (Hac, 22/37.) Kurban ibadeti bir yönüyle kurbanın etini muhtaçlarla paylaşmaktır. Ancak kurbanın ruhu takvadır. Rabbin yasakladıklarından kaçınmak, emirlerine sarılmaktır. Bunda muvaffak olmak için de O’na yakınlaşarak sığınmak gerekir. Çünkü ancak O’nun rahmet ve merhametiyle nefsimize karşı gelir ve Hak yoluna feda edebiliriz. Nefis kurbanını kesen kişi takvaya ulaşır ve kurbiyyet sırrına erer. 

Kurban Allah için malından, canından, sevdiklerinden ve nefsinden vazgeçebilmektir. O’nun rızasına nail olmak ve muhabbetle ona yaklaşmak için benlik davasını bırakarak kurbanlarını kesenler şöyle dua eder: “Allah’ım bu kurban sendendir. Senin rızan için kesiyorum. Halil İbrahim’den oğlu İsmail feda olarak koç kurbanını kabul ettiğin gibi bunu da benden kabul eyle.”

Editör: Mehmet Çalışkan