Fatma BAYRAM

Sözlükte “ölen kimsenin servetinden pay almak” anlamındaki “virâset” kökünden türeyen bir isimdir. Esma-i hüsnadan biri olarak “varlık âleminin sonunda her şeyin kendisine kalacağı, varlığının sonu olmayan, kâinatın gerçek sahibi” manasına gelir. Allah Teâlâ mülkün gerçek sahibi olduğu gibi gerçek vârisidir de. (Âl-i İmran, 3/180.) Kıyamet hengâmında bütün canlılar ölecek, mülkün tamamı O’na kalacaktır. Hattabi’nin güzel ifadesiyle Vâris “yaratılmışların hayatı son bulduktan sonra da varlığını sürdüren, elden ele dolaşan insan mülklerini ölümlerinden sonra asıl sahibi olarak geri alan” demektir. Bütün bu anlamlar, Vâris isminin Bâki ismi ile yakın ilişkide olduğunu gösterir.

Ulema, bu ismin ve Kur’an’da yer alan benzeri muhtevaların ortak amacının, hakiki mülk ve tasarrufun Allah’a aidiyetini vurgulamak, geçici olarak verilen mal ve tasarruf emanetinin mutlaka Allah’ın rızası istikametinde kullanılmasının gerekliliğini insanlara hatırlatmak olduğunu belirtirler. Kendi hayatına ve ölümüne hükmünü geçiremeyen insanın, geçici bir süre için kendisine emanet edilen malın mülkün sahibi olduğunu zannetmesinin yanılgısına dikkat çekerler. Kur’an’da anlatılan kıssalarda helak edilen kavimlerin, helak öncesinde sahip oldukları güç ve kudretin, mal ve nimetlerin anlatılması ve bütün geçmiş milletlerden bugüne kalan eserler gerçek varisin kim olduğuna şahitlik eden örneklerdir. (Kasas, 28/58.)

Kur’an’da Vâris

Kur’an-ı Kerim’de virâset (verâset) kavramı ondan fazla ayette “vâris olmak; vâris kılmak” anlamında fiil kalıplarıyla Allah’a nispet edilir. Bu isim bazı ayetlerde azamet ifade eden çoğul kalıbıyla “Vârisûn-Vârisîn” şeklinde Allah’a izafe edilmiştir. (Kasas, 28/58; Hicr, 15/23.) Bir ayette O’nun “vârislerin en hayırlısı” olduğu belirtilmiş (Enbiya, 21/89.), iki yerde de göklerin, yerin ve bütün evrenin mirasının O’na ait bulunduğu vurgulanmıştır. (Âl-i İmran, 3/180; Hadid, 57/10.)

Hicr suresi 23. ayet-i kerimesi, Vâris isminin bütün yaratılmışlar yok olduktan sonra var olmaya devam eden ve onlara emaneten verilen bütün mülkleri hâkimiyetinde toplayan şeklindeki temel iki anlamı da veciz ve etkili bir ifadeyle dile getirir: “Hiç şüphesiz biz diriltir, biz öldürürüz ve biz (her şeye gerçek) varisleriz.” Mümin suresi 15-16. ayetlerde de Vâris isminin bütün heybetiyle ortaya çıkacağı gün tasvir edilir. O gün, bütün çeşitliliği ile ruhların ve cesetlerin bir araya geleceği ve gizli aşikâr bütün amellerin ortaya çıkacağı ve yüceler yücesi Allah tarafından, “Mülkiyet ve hâkimiyet bugün kimindir?” diye sorulacağı bildirilir. Bu soruya Rabbimiz bizzat kendisi “Kahhar olan tek Allah’ındır.” cevabını verecek ve o gün O’nun Vâris ismi bütün muhtevasıyla tezahür edecektir. O gün gelmeden önce kendisine emanet edilen maldan Allah’ın istediği gibi tasadduk etmesi gereken insana Hadid suresinin 10. ayetinde “Size ne oluyor da Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.” diye sorulur. 

Vâris ismini idrak edenler

Bu ism-i şerifin en başta gelen tecellisi başta insanın bedeni olmak üzere elindeki her şeyin muvakkaten verilmesine ilaveten mülkiyet hakkı ile değil hesabını verecek şekilde geçici kullanım hakkı ile verildiği şuuruna ermektir. Bu aydınlanmaya mazhar olanlar için dünyanın ve içindeki her şeyin anlamı değişir. Şeyler, zihninde yerli yerine oturur. Hiçbir şeye haddini aşan bir değer vermez. Kendisini malik, malını da kazanılmış hak zannetme vehmine kapılmaz. Gazali, yukarıda zikri geçen ayet-i kerimede sorulan “Mülkiyet ve hâkimiyet bugün kimindir?” sorusunun dünyada kendilerinde mülkiyet ve hâkimiyet vehmeden insanlara yöneltileceğini söyler. Basiret sahiplerine gelince, onlar bu nidanın manasını her an hissetmekte, ses ve harf bulunmadan onu işitmekte, mülkiyet ve hâkimiyetin her an Kahhar olan tek Allah’a aidiyetini kabul etmektedir. Bu gerçeği, sadece mülkiyet ve hâkimiyetin fiilî olarak tek bir varlığa özgü bulunduğunu bilen kimse kavrayabilir.

Çokça söylendiği için kulakların aşinalık kesbetmesinden ötürü manasının derinliğini neredeyse hiç düşünmediğimiz şu dörtlükte Yunus Emre bizi bu kavrayışın tam ortasına götürür: 

“Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan”

Kulun, Vâris isminden nasibi, Allah tarafından kendisine lütfedilen mülkiyet ve hâkimiyet emanetine riayet edip adaletle ve cömertçe davranmaktır. Bunu başaranlar âdeta kendilerine en hayırlı bir mirasçı (Enbiya, 21/89.) bulmuş olurlar. Efendimizin bildirdiği üzere küçücük bir sadakayı bir dağ gibi olana kadar büyüten bir mirasçı. (Buhari, Zekât, 8; Müslim, Zekât, 63.)

Vâris isminin en büyük tecellisi, Rabbimizin takva sahibi olanları cennete mirasçı kılmasıdır. (Meryem, 19/63.) Cennet mirasını kazananların sevinç içinde Allah’a hamdetmesi (Zümer, 39/74.) bu mirasın başka hiçbir mirasla karşılaştırılamayacak büyüklüğündendir. Şunu da hatırlatalım ki bu cennet mirası öyle rastgele değil bu fani dünyada bir süreliğine dişini sıkıp güzel işleri başaranlara nasip olacaktır. (Araf, 7/43.) Ayrıca bu ismin tecelli ettiği insanlar amellerinin ahiretteki sonuçlarına dikkat edecek bir takva bilincine ulaştıkları gibi dünyada yaptıkları işlerde de kalıcılığı gözetir, nesiller boyu hizmeti daim olacak eserler vermeye bakarlar. Hadislerde sadaka-i cariye (hayrı daim olan sadaka) denilen kalıcı hayırlara yönelirler. İnsanın ürettiği iş ve hizmetlerin böyle bir kalıcılığa ulaşması için yaptığı işi titiz bir sorumlulukla yapması ve kısa vadeli kişisel çıkarlar peşinde koşmadan yapılan işin nesiller boyu sürmesini sağlayacak kurumsallığı başarması gerekir. Bu açıdan bakınca insana ahirette de dünyada da kazandıran şeyin yüksek bir sorumluluk duygusu olduğunu görmemek imkânsızdır.

Editör: Mehmet Çalışkan