Fatma BAYRAM

İstanbul Üsküdar Başvaizi

Sözlükte “şerefli ve seçkin olmak” anlamındaki “mecd” kökünden türeyen Mecîd “asil, şerefli, cömert olan” demektir. Aynı kökten türeyen Mâcid de bu manaya gelmekle birlikte mübalağa bildiren “Mecîd” kalıbının daha zengin içerikli olduğu kabul edilir. Mecîd ve Mâcid Allah’a nispet edildiğinde “yetkinliğin karşıtı olan her türlü nitelikten münezzeh, lütuf ve ikramı bol” anlamına gelir. Dilciler, mecd kökünün temel manasının bolluk ve genişlikten ibaret olduğunu söylerler. Buna göre Macîd/Mecîd isimleri Rabb’imizin şanının yüceliğini, sıfat ve fiillerinin güzelliğini, kadrinin ululuğunu ve cömertliğinin sınırsızlığını ifade eder. Mutlak manada sadece Allah için söylenebilecek, insanın gönlünü ilahi azamet ve muhabbetle dolduran zâtî isimlerdendir.

Genellikle âlimler, Mecîd ismini Allah Teâlâ’nın zatına ve sıfatlarına yönelik olmak üzere iki açıdan yorumlamışlardır. Zata yönelik yorum O’nu acz ve eksiklikten, yani yaratılmışlık özelliklerinden berî ve münezzeh tutmayı; fiillerine yönelik yorum da lütuf ve ihsanının çok olduğunu belirtmeyi amaçlamıştır. Bunların ikisi de zat-ı ilahiyyeyi yetkin sıfatlarla niteleme noktasında birleşir.

Zatın yüceliği ile fiilerin güzelliği bir araya geldiğinde mecd ortaya çıkar. Bu durumda mecd, zat ile fiilin en üst derecedeki uyumudur. Seçkin bir karakter her zaman seçkin davranışlara muvaffak olamadığı gibi seçkin görünen davranışlar da her zaman seçkin bir ruha dayanmayıp birtakım hesap ve çıkar kaygıları ile yapılmış olabilir. Bu ikisi bir arada mükemmel şekilde sadece Yüce Rabb’imizde bulunduğu için mâcid olan sadece O’dur. Biz kullar her namazımızda O’nu Hamîd ve Mecîd isimleriyle anarız

Mecîd olan Allah’ın arşı da kelamı da mecîddir

Mecd kavramı Kur’an-ı Kerim’de sadece “mecîd” şeklinde dört ayette yer almaktadır. Bunların ikisi “çok şerefli” manasıyla Kur’an’ın sıfatı durumundadır. (Kâf 50/1; Burûc 85/21.) Hûd suresi 73. ayette ise Rabb’imize izafe edilmiş olarak gelen mecîd sıfatı, öncesinde anlatılan bir mucizevi hadiseden sonra meleklerin Hz. İbrahim’in eşine hitabı içerisinde şu şekilde geçer: “Melekler, ‘Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.’ dediler.” Konunun gelişinden anlaşıldığı üzere Mecîd ismi, içerdiği yücelik, kudret ve cömertlik nedeniyle bizleri, O’nun fevkalade ikramları karşısında, olamazmış gibi düşünmenin yanlışlığına düşmekten korur. Aslında bizim âdetin hilafı olarak gördüğümüz bu gibi harikalar da ilahi kanunlar çerçevesinde olup bitmektedir ama biz onların mahiyetini bilmediğimizden anlayamıyoruz. Mucizelerin oluşundan kuşkuya düşmek, uluhiyetin mecdinden kuşkuya düşmektir. Bu nedenle Allah’ın Mâcid ismine imanı tam olan, O’nun sıra dışı ve akıl üstü ikramlarını muhal görmez.

Mecîd ismi, Kur’an’da geçtiği dördüncü yerde ise kıraat imamlarının farklı anlayış ve okuyuşlarına bağlı olarak ya Yüce Rabb’imizin veya O’nun arşının sıfatı olmuştur. (Burûc, 85/15.) Arş, Cenab-ı Hakk’ın otorite ve hakimiyetinin sembolüdür. Arşın mecîd olması da arşın ve onun hükmü altındaki bütün mahlukatın üzerindeki hakimiyet ve otoritenin sadece Allah’a mahsus olduğunu gösterir.

Mâcid tecelli ederse

Allah Teâlâ’nın kullarına olan ikram ve cömertlikleri hiçbir insan kelamıyla tam olarak ifade edilemez, hiçbir ölçüyle ölçülemez. Rabb’imizin manevi ikramları sadedinde olarak mesela önce kullarını temiz ahlak sahibi olmaya, iyi işler yapmaya muvaffak kılıp sonra yaptıkları o güzel işleri, hâiz oldukları seçkin vasıfları sebebiyle onları övmesi sayılabilir. Buna ilaveten Rabb’imiz kusurlarımızı affeder, kötülüklerimizi yok eder. Fakat bunları devamlı hatırlatarak bizleri utandırmaz. Dar ve zor zamanlarda akla hayale gelmeyecek yollardan yardımını gönderir. Müşkülleri gidermenin, huzur ve afiyete kavuşmanın yollarını açar. İnsanın şerefli bir ömür sürmesi için ihtiyaç duyduğu her şey, bu ismin tecellisi ile vücuda gelir. Bu ikramlara mazhar olandan da aynı şekilde asil, onurlu ve cömert bir ahlak beklenir. Bilhassa, herhangi bir konuda insanların önüne düşenler bu isimle ahlaklanmaya daha da özen göstermelidir. İmtihan şuradadır ki güç ve imkânlar arttıkça bu güzel ahlakı korumak zorlaşır,

Hayatımızda kesbi veya vehbi ne kadar şeref ve itibarımız varsa hepsi Mâcid olan Allah’ın ikramıdır. Vehbi olanların O’nun ikramı olması açıktır. Bizim gayretimizle olanlar ise onu kazanma gücü ve isteği vermesi sebebiyle yine O’ndandır. Hasılı bütün bolluk ve refahlar, bütün haysiyet ve itibarlar hepsi Allah’ın mecdindendir.

Mecîd olan Allah’a dua

Mecîd ve Mâcid çok sayıda hadis rivayetinde zikredilmiş, özellikle namazlarda selamdan önce okunan ve “Hamîdün Mecîd” isimleriyle sona eren “Allahümme salli”, “Allahümme bârik” metinleri Kütüb-ü Sitte’nin tamamında rivayet edilmiştir. Cenâb-ı Hak bir kutsî hadiste zatını mecd kavramıyla nitelediği gibi mecd nitelemesi (temcîd) Hz. Peygamber’in dua ve niyazlarında birçok kez tekrarlanmıştır. Rasulullah’ın gece namazının arkasından okuduğu duanın tenzih nitelemeleriyle şekillenen son cümleleri şöyledir: “Allah’ım! Bizi, doğru yola kılavuzluk eden ve onu fiilen izleyen, hak yoldan sapmayan ve saptırmayan, dostlarınla barışık ve düşmanlarına dargın olan kimseler grubuna kat. Güç ve kudret ridâsına bürünüp bunu yaratıklara beyan eden, mecd ve şerefle vasıflanıp yücelen, tesbih ve tenzihe yegâne layık olan, lütuf, ihsan, mecd, kerem ve azamet sahibi Allah’ım! Seni yüceltir, seni her türlü eksiklikten tenzih ederim.” (Tirmizî, “Da’avât”, 30.)

Editör: Mehmet Çalışkan