Prof. Dr. Ali AVCU
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İslam, Yüce Allah tarafından Hz. Muhammed (s.a.s.) aracılığıyla tüm insanlığa gönderilen son ilahi dindir. Başlangıçta mutlak otorite olarak bir peygamberi olan Müslümanlar, onun ilahi âleme göçmesi ile birlikte bu otoriteden mahrum kalmışlardır. Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat ettiğinde sahabenin elinde Kur’an, Hz. Peygamber’in sözleri (hadisler) ve uygulamaları (sünnetleri) vardı. Sahabe, yeni karşılaştığı sorunlara Kur’an ve sünneti merkeze alarak çözümler üretmeye çalıştı. Ancak bazı meselelerde Kur’an ve sünnetten doğrudan delil oluşturabilecek açık rivayetler bulunamadığı gibi zaman zaman da Hz. Peygamber’den gelen farklı rivayet ve uygulamalarla karşılaşıldı. Tüm bunlar akıl yürütme ve içtihat odaklı yoruma duyulan ihtiyacın her geçen gün artması neticesini doğurdu. Bu durumun bir neticesi olarak İslam toplumundaki en önemli metodik ayrışmalardan birisi ortaya çıkmış oldu. Nakilci zihniyete sahip olanlar dinin Kur’an, sünnet ve ilk üç neslin rivayetlerinden (âsâr) ibaret olduğunu öne sürerek yorumu mümkün olduğunca din dairesinin dışında tutmaya gayret ettiler. Mücessime, Müşebbihe ve Haşeviye örneklerinde görüldüğü üzere İslam toplumu metinci ve nakilci anlayışı uç noktalara taşıyan çevrelere de şahit oldu. Yorum alanını geniş tutmak isteyenler ise akli çıkarımlara daha fazla alan açacak bir din anlayışı ortaya koymaya çalıştılar. Ancak aklın ve yorumun din dairesindeki sınırını çizmek çok da kolay olmadı. Ehl-i Rey örneğinde olduğu gibi aklın alanını Kur’an ve rivayetleri merkeze alarak çizme gayreti içerisinde olanlar olduğu gibi Mutezile örneğinde görüldüğü üzere Ortaçağ dinî geleneklerinin kelami tartışmalarından hareketle aklın ve yorumun alanını oldukça genişleten çevreler de ortaya çıktı. İslam filozofları akli çıkarım ve yorum alanını özellikle Yeni Eflatuncu ve Aristocu felsefenin etkisiyle daha farklı bir noktaya taşıdılar. Batıniler olarak ortaya çıkan çevreler ise dinin ana metinlerini yok saymayı da mümkün kılacak bir epistemik duruşu merkeze alarak “zahir” karşısında “batın”ı önceleyen ve yegane gerçek olarak gören bir din anlayışı geliştirdiler.

Dinin ana metinleriyle ilgili olarak ortaya çıkan bu farklı tavır ve yaklaşımları besleyen birtakım unsurlar söz konusu olmuştur. Bunların başında siyaset gelmekteydi. Müslüman toplumunda gözlenen siyasi tavır, tutum, beklenti ve hedef farklılıkları dinî metinlerin anlaşılma biçimleri üzerinde de etkili olmuştur. Yine farklı sosyokültürel çevrelere ait insanların Müslüman olmaları da dinin ana metinlerinin farklı anlaşılmasının önemli nedenlerinden birisiydi. Farklılığın önünü açan bir diğer etken ise sosyal değişme olmuştur. Zira zaman içerisinde Müslüman toplumunda meydana gelen sosyal değişiklikler dinin ana metinlerinin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgili yeni yaklaşımların ortaya çıkmasına sebebiyet vermekteydi.
Kuşkusuz bahsettiğimiz bu gelişmeler İslam toplumu açısından son derece doğal bir sürecin yansımalarıydı. Müslümanların en temelde çözmek zorunda oldukları ana mesele, dinin ana metinleri ile ilişkilerini sağlıklı bir zemine oturtmaktı. Başlangıçta samimi bir çabanın ürünü olarak ortaya çıkan çözüm arayışları siyaset, sosyokültürel farklılıklar ve benzeri nedenlerle istismara açık hâle gelebilmiştir. Farklı beklentilerden hareket eden bazı çevreler, dini bir istismar aracı hâline getirerek kişisel ya da toplumsal ikbal sağlama yolunu tutabilmişlerdir.

İslam tarihinde dinin istismar alanları

İslam tarihinde dinin istismar edildiği en önemli alanlarından birisi siyasettir. Dört halife döneminde bazı farklı arayışlar olmuşsa da İslam toplumu, Emeviler döneminden itibaren belli bir soyda devam eden saltanat tarzı bir yönetim modelini benimsemiştir. Bu modelde Müslüman toplumun memnun olmadığı bir iktidarı değiştirebilmesinin yegâne yolu isyan etmekten geçiyordu. Bu zorunlu durum, iktidara karşı siyasi mücadeleye girişen çevrelerin, isyanlarını din üzerinden meşrulaştırma çabası içerisine girmeleri neticesini doğurmuştur. Bunun doğal sonucu ise dinin siyasallaşması ya da siyasetin dinîleşmesi olmuştur. İktidar olmak isteyen bazı çevreler bu kapıdan girerek dinin ana metinlerini kendi siyasal hedefleri doğrultusunda istismar edebilmişlerdir. İktidarlar ise yönetimde kalabilmek ve muhalif çevrelerin ellerindeki dinî delilleri zayıflatabilmek için dini kullanmış ve bazı istismar örnekleri sunmuşlardır.

İslam toplumunda dinin istismar edilmesine sebebiyet veren bir diğer neden ise sosyokültürel farklılıklardır. Zira İslam kısa süre içerisinde geniş bir coğrafyaya yayılma başarısı göstermiş, pek çok soy, boy ve devletten insanlar kısa süre içerisinde Müslüman olmuşlardır. Bunların önemli bir kısmı yeni dine kültürel olarak uyum sağlama ve farklılıklarıyla birlikte bu dinin samimi bir müntesibi olma çabası içerisinde olmuştur. Diğer bazıları ise Müslüman olmaya mesafeli olmakla birlikte yeni dine girmenin sağlayacağı bazı avantajlardan yararlanmak istemiştir. Bunlar, Müslüman olduğunu ikrar etmekle birlikte dinin ana metinlerini yok sayacak ölçüde tevillere başvurarak âdeta eski dinî ve kültürel inançlarını olduğu gibi koruma yoluna gitmişler ve yeni bir istismar alanı açmışlardır.

İslam dininin istismar edildiği bir diğer alan ise modern döneme uyum sağlama çabalarının bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Müslümanlar daha başından itibaren sosyal değişmeye ve içinde yaşadıkları modern döneme uyum sağlama yönünde samimi bir çaba ve gayret içerisinde olmuşlardır. Aslında yakın zamanlara kadar sosyal değişme yavaş seyrettiği için bu alanda ciddi bir istismar da oluşmamıştır. Ancak zaman geçtikçe dinin ana metinlerinin oluştuğu dönemle Müslümanların içinde yaşadıkları zaman dilimi arasındaki makasın açılması ve son yıllarda sosyal değişmenin hızının artmasına bağlı olarak bu alandaki istismar örnekleri de fazlalaşmıştır. Son dönemde bazı çevreler, sosyal değişmeye bağlı olarak ortaya çıkan yeni insan modelinin ihtiyaçlarına uygun bir İslam yorumu geliştirme iddiasıyla ortaya çıkmaktadırlar. Ancak bunların İslam olarak sundukları model, içerisinde Uzakdoğu Hint dinlerinden tutun da pek çok eski kültür ve medeniyetin inanç kalıntılarıyla yoğrulmuş senkretik bir karakter arz etmektedir.

İslam tarihinde istismarın kaynakları

İslam tarihindeki örneklere baktığımızda aşağı yukarı dinin bütün kaynaklarının istismar edildiğini görmekteyiz. Bu istismardan dinin ana kaynağı olan Kur’an da nasibini almıştır. İstismarcılar Allah’ın ayetlerini gelişigüzel yorumlayarak kişisel ya da toplumsal menfaat elde etmeye çalışmışlardır. Kendisine, liderine ya da grubuna bizzat Kur’an’da işaretler olduğunu öne süren pek çok çevre, tarihte ve günümüzde yerini almıştır ve almaya da devam etmektedir. Kur’an aynı zamanda siyasi mücadelenin de bir aleti hâline getirilmiş, iddia sahipleri kendi pozisyonlarını güçlendirmek için Kur’an’ın eksik olduğu ya da elimizdeki Kitap’ın dışında vahiy mahsulü bâtıni ve gizli metinlerin bulunduğu şeklinde bazı iddialar ileri sürmüşlerdir.

İslam toplumunda en çok istismar edilen şeylerden birisi de hadisler olmuştur. Hz. Peygamber döneminde hadislerin kayıt altına alınmamış olması istismarcı çevrelerin bu alanı kolayca manipüle etmeleri neticesini doğurmuştur. Bu alandaki manipülasyon o kadar yayılmıştır ki çok ciddi bir uydurma hadis külliyatı oluşmuştur. Siyasetçi siyasi hedeflerine ulaşmak, pazarcı elindeki malı satmak, vaiz vaazını etkili kılmak için hadis uydurmuş ya da uydurulan hadisleri kullanmıştır.

İslam toplumundaki istismardan sahabe de nasibini almıştır. Özellikle Şii çevreler, Emeviler ve Abbasilerle vermiş oldukları siyasi mücadeleye sahabeyi de dahil ederek Hz. Ali ve soyunun imametini kabul etmeyen sahabeleri acımasızca eleştirmişlerdir. Tevellâ ve teberrâ ilkesiyle itikadî bir zemine taşınan bu anlayışla, Hz. Ali’nin hilafetini kabul etmeyen sahabeleri lanetlemek ve onlara ağır hakaretler etmek dini bir vecibe haline gelmiştir.

İslam tarihinde sıkça istismar edilen kavramlardan birisi de mehdi ve mesihtir. Tarihsel süreçte binlerce kişi siyasi hedeflerini gerçekleştirebilmek için kendisini mehdi ve mesih olarak takdim etmiş, kitleleri peşinden sürüklemiş ve pek çok masum insanın kanının akmasına sebebiyet vermiştir. Ancak tarih bize bu binlerce mehdi ve mesih iddiacısının tamamının istismarcı olduğunu göstermiştir.

Bir başka istismar konusu ise tasavvuftur. Dini daha iyi yaşayabilme kaygısının bir neticesi olarak ortaya çıkıp kurumsallaşan tasavvuf, farklı çevreler tarafından zaman zaman istismar aracı olarak kullanılmıştır. Tasavvufun velâyet, rüya, ilham ve benzeri konulardaki görüşleri en çok istismar edilen meseleler arasındadır. 

İman, küfür, dâru’l-harp, dâru’l-İslam, cihat gibi kavramlar üzerinden İslam dininin terörle birlikte anılmasına sebebiyet verecek bazı istismar örnekleri de tedavüle sokulmaktadır. Yine bazı dinî gruplar tarafından, daha fazla taraftar kitlesi ve kazanç elde edebilmek için kadın bir istismar aracı olarak kullanılmaktadır.

Modern Türkiye’de din istismarı

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bazı çıkarcı çevreler dini istismar etmenin yollarını aramaya devam etmektedir. Konumuz açısından modern Türkiye’ye baktığımızda bazı grupların vahiy, mehdi, mesih ve resul kavramlarını istismar ettiklerini görmekteyiz. Bu gruplar vahyin devam ettiği, nübüvvetin sona erdiği ancak risaletin sonlanmadığı gibi iddialar üzerinden kendi liderlerinin mehdiliğini, mesihliğini ya da resullüğünü öne sürmektedirler.

Bazı gruplar ise modern döneme uyum sağlama iddiasından hareketle Kur’an ve hadisleri istismar edebilmektedir. Bu çevreler İslam toplumunun 1400 yıllık birikimini yok sayarak hadisleri topyekûn reddedebilmekte ya da sadece Kur’an’ın yeterli olduğunu iddia edebilmektedirler. Kimi çevreler ise İslam toplumunda ortaya çıkan bazı terörize grupların etkisiyle iman, küfür, dâru’l-harp, dâru’l-İslam, cihat gibi kavramları istismar edebilmektedirler.

Ülkemizde son dönemde ortaya çıkan önemli istismar gruplarından birisi de spirütüalist eğilime sahip çevrelerdir. Bunlar Hint dinlerine ait yoga, meditasyon ve benzeri unsurlarla sufi literatürü gelişigüzel harmanlayarak senkretik bir yeni din anlayışı ortaya çıkarmaktadırlar. Bu çevrelerde Kur’an ayetleri ve hadislerin gelişigüzel ve yöntemsiz bir şekilde kullanılarak istismar edildiğini görmekteyiz.

Din istismarına maruz kalmamanın imkanı

İnsan var olduğu ve bir dine inancı söz konusu olduğu sürece geçmişte ve günümüzde olduğu gibi gelecekte de birileri dini kendi menfaatleri için istismar etmeye çalışacaktır. Bu anlamda istismara maruz kalmamak neredeyse imkansız gibidir. Öte yandan bazı istismar örneklerini kolayca anlamak mümkün iken FETÖ örneğinde olduğu gibi, çok daha profesyonelce kurgulanan istismar örnekleriyle karşılaşmak da mümkündür. Şu halde bir Müslüman olarak bu durum karşısında almamız gereken tavır ve tutum nasıl olmalıdır?

Herhangi bir dini istismarın etkili olabilmesinin en önemli nedenlerinden birisi, kişinin aklı ve bilgisiyle hareket etmekten, sorgulamaktan ve itiraz etmekten vazgeçmesidir. İstismarcı yapılar genellikle işe, taraftarlarını sorgulayamaz, akledemez hâle getirmekle başlamakta ve sorgusuz sualsiz itaati dinî bir görev olarak muhatabına kabul ettirmektedir. Bağlı bulunduğu kişi ve yapıya mutlak itaat etmeyi dinî bir görev olarak gören bir kişi artık potansiyel olarak dinî istismara açık hale gelmiş demektir.

Bir Müslümanın bu tarz istismarlara maruz kalmaması için öncelikle Kur’an’ın ruhunu anlamakla işe başlaması gerekmektedir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de tedebbür, teemmül, tefekkür, tezekkür gibi düşünmeyi teşvik eden kavramlarla akleden, sorgulayan ve itiraz eden bir Müslüman modeli sunmuştur. Öte yandan Allah, mutlak itaatin yalnızca kendisine olacağını ifade ederek kula kulluk etmeyi ve kula koşulsuz itaati yasaklamıştır. Bu nedenledir ki Kur’an’ın ruhunu anlamış bir Müslüman araştırmalı, sorgulamalı ve Allah’tan başka hiç kimseye koşulsuz itaat etmemelidir. Bunu başarabilmiş bir Müslümanı din üzerinden istismar edip sömürebilmek neredeyse imkansız hale gelecektir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin ifadesiyle, gözün vücudu yönlendirmesi gibi davranışlarımızı/amellerimizi ilmimizin ve aklımızın yönetmesi gerekmektedir. Hedef, bilinçsiz bir şekilde çok amel yapmak değil, az da olsa bilinçli amellerde/davranışlarda bulunmak olmalıdır. Davranışlarımızda bir bilinç oluşturabilmek ise onu eyleme dönüştürmeden önce akletmekten, kuşku duymaktan, sorgulamaktan ve doğru bilgiyi araştırmaktan geçmektedir. Bunu yapabildiğimizde din üzerinden istismar da büyük oranda imkansız hale gelecektir.

Editör: Mehmet Çalışkan