Mustafa IRMAKLI

DİB Diyanet İşleri Uzmanı

Bunun içindir ki Allah’a kulluk görevinden halifelik sorumluluğuna, güzel ahlakın yaşanmasından marufun hayata hâkim olması için mücadeleye kadar insanın yaratılış gayesi içinde yer alan bütün tavır ve davranışların aileyle önemli bir ilişkisi ve güçlü bir bağı vardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim bizlere, hak-hakikat, huzur ve merhamet yolunda insanlığın en büyük öncü ve rehberleri olan peygamberlerin kıssalarını anlatırken her daim farklı boyutlarıyla aileye de vurgu yapmaktadır. Tevhit, adalet ve güzel ahlak temelinde bir karakter, toplum ve medeniyet inşa etmek için gayret eden peygamberlerin örnek mücadeleleri anlatılırken aileye yer verilmesi, bireysel boyuttan küresel alana kadar İslami perspektiften hayatın kurucu değerlerinin aileyle olan güçlü ilişkisini gösteren bir başka vesikadır. Bir surenin adı olarak âdeta manşete çekilen İmran ailesi, aileden Allah’a içten teslimiyet ile âleme karşı iffet ve onurlu duruşun nadide örneği olarak çağlara tanıtılmaktadır. İbrahim peygamberin hayatından seçilen kesitlerin bir boyutu tevhit mücadelesindeki gayreti ve duruşu iken diğer boyutunun ailesindeki çile, sabır ve metanet olması, en yüce ideallerin ve evrensel hedeflerin bile ailenin önem ve değerini ikinci plana bırakamayacağını göstermesi açısından dikkat çekici bir mesajdır. Firavun gibi azılı bir zalimle mücadelesi anlatılan Hz. Musa’nın, daha bebek iken ilahî kudretin tecellisiyle teslim edildiği Hz. Asiye’nin iman ve hakikat mücadelesinin hatırlatılmasında dikkatler yine bir aileye çekilmektedir. Aynı şekilde, Mekke’de bir cahiliye toplumuna İslam’ın son ve evrensel mesajlarını tebliğ etmek için Allah’ın elçisi olarak görevlendirilen Peygamber Efendimizin, ilk vahye muhatap olduğu en zor anında, onu teskin ve teselli edecek Hz. Hatice vardır. Peygamberimizin tebliğ sorumluluğunu yüklenme ve yerine getirme sürecinde hanımı Hz. Hatice’nin, metanet ve ferasetle ortaya koyduğu desteğin önemi büyüktür. Bu süreçte bir cahiliye toplumundan asrısaadet inşa edilirken Müslümanların en sağlam kalelerinden biri de aileleri olmuştur.  610 yılında Mekke’de gelen ilk vahyin ardından bir asır içinde Müslümanların üç kıtaya yayılan bir medeniyet inşa ettikleri dönemlerde de Endülüs’ten Orta Asya’ya devletler ve medeniyet kurdukları çağlarda da toplumun en güçlü müessesesi olarak yine aile öne çıkmaktadır.

İnsanın kadim hayali ve arayışı olan huzur, muhabbet ve bereket ailede başlar.

Rabbimiz, âdeta dünyada cennet huzurundan bir nebze hissedelim diye bizlere aile olmayı emretmiştir. “Allah, size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri yaptı.” (Nahl, 16/80.) ayetinin de ifade ettiği gibi insanın meveddet ve rahmeti, muhabbet ve huzuru yaşayabileceği en doğal mekân da ailedir. Ancak Allah’ın aileye bahşettiği söz konusu değerlerin hayata huzur katması için aile bireyleri o değerleri yaşamalı ve bir ahlaka dönüştürmelidir. Nitekim huzuru ailede aramayanın ve aile huzuru için gayret etmeyenin ailede huzur bulması oldukça zordur.  Huzurlu evlerin olmadığı toplumlarda ise huzurevlerinin öne çıkması dikkat çekici olmakla beraber, sebeplerin tabii sonucundan başka bir şey değildir. 

İnsanın kendini, hayatı, varoluşu ve kâinatı öğrendiği eğitim süreci ailede başlar.

Tabii ve fıtri bir ihtiyaç olarak varlığında sayısız hikmetler barındıran aile; dünyaya gelen her insanın ilk eğitimini aldığı en temel eğitim yuvasıdır.  İnançlar, değerler, iyi davranışlar, güzel alışkanlıklar öncelikle aile içinde kazanılır. Hayatın ve geleceğin inşasının başlangıç noktası çocukların eğitimidir. Eğitimin başlangıç noktası ise ailedir. Aile çocuğun ilk mektebidir. Anne ve baba bu mektebin hem yöneticisi hem öğretmeni hem de öğrencisidir. Ailede güçlü bir temele dayanmayan eğitim üzerine sağlam bir kişiliğin inşa edilmesi oldukça zordur.

İnsanın Rabbiyle ilişkisinde ve kulluk hayatında vazgeçilmez bir yeri olan ibadet bilinci de hayatta sahip olabileceği en büyük sermaye olan güzel ahlak da ailede başlar.

İbadet ve güzel ahlakın yaşandığı ailelerden âbit ve güzel ahlaka sahip nesiller daha kolay yetişir. Bu meyanda kişinin ahlakı da ailesindeki davranışlarıyla ölçülür. “Müminlerin iman bakımından en mükemmel olanı, onların ahlak bakımından en güzel olanlarıdır, onların en hayırlıları da aile fertlerine karşı hayırla muamelede bulunanlarıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/250.) hadis-i şerifinde iman, ahlak ve aile arasındaki vazgeçilmez ilişki açıkça görülmektedir. “Mal ve çocuklarınızın sizin için birer imtihan olduğunu ve büyük mükâfatın Allah katında bulunduğunu bilin.”
(Enfal, 8/28.) ayetindeki “imtihan” olarak tercüme edilen “fitne” kavramı; altın, gümüş gibi madenlerin özünü, en saf ve kaliteli hâlini ortaya çıkarmak için bu madenleri ateşte eritmek için kullanılmaktadır. Bu anlam penceresinden söz konusu ayete baktığımızda, kişinin gerçek boyutuyla insanlık seviyesinin, şahsiyetinin ve ahlakının çocuklar/aile ve dünya malı ile ilişkisinde ortaya çıkacağını anlamak yanlış olmayacaktır.

İnsanın canlılar içindeki en bariz vasfı olan sorumluluk duygusu ailede başlar.

Kişinin kendine ve çevresine karşı sorumluluk bilinci ailede gelişir. Dolayısıyla Allah’ın en güzel şekilde yarattığı insan için belirlediği hayat düzeni ve sorumluluklar aile olmayı daha önemli hâle getirmektedir.  Özellikle görerek öğrenmenin etkili olduğu ilk yaşlarda aile bireylerinin tutum ve davranışları çocukların dış dünya ile ilişkilerinde belirleyici bir konuma sahiptir. Aile, çocukların öz saygısının, aile içindeki sorumluluğunun ve çevreye karşı duyarlılığının oluştuğu zemindir. Bu meyanda aile, sorumluluk, erdem ve geleneklerin kazanılmasıyla toplumsal huzurun;  inanç, millî kimlik ve bilincin edinilmesiyle geleceğin teminatıdır. Montaigne, aileyi yönetmek ile bir devleti yönetmek arasında kurduğu bağlantı ve aile yönetimini devlet yönetiminden önde tuttuğu görüşünde haksız değildir. Zira her iki kurumu ayakta tutan adalet, hakkaniyet, fazilet ve basiret gibi pek çok ortak değer vardır.

İhsan ahlakı ve adaletin büyükler/anne-babalar tarafından uygulanması, çocukların öğrenmeleri bakımından ailede vazgeçilemez ilkelerdir. Her konuda insanlığa en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.):  “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım.” (İbn Mâce, Nikâh, 50.) hadis-i şerifiyle bizlere; ailede güzelliğin, iyi davranışın, güler yüz ve nezaketin önemini hatırlatmaktadır. Elbette hayatın her boyutunda olduğu gibi ailede de zorluklar, kırgınlıklar, gerilimler,  zaman zaman daha ciddi sorunlar olması mümkündür. Önemli olan karşılaşılan sıkıntıları, haksızlığa yol açmadan, zulme tevessül etmeden, sabır, fedakârlık, ihsan ve adalet duygusuyla aşmaya çalışmaktır. Bu bağlamda ailede adalet, karşılıklı sevgi ve saygının gözetilmesi, hak dağıtımında ve sorumluluk paylaşımında hakkaniyetin ve insaflı bir yolun benimsenmesi vazgeçilmezdir. İhsan ve adaleti hayatı kuşatan bir ahlaka dönüştürmek için ise ailedeki bütün bireylerin; sevgi, saygı, samimiyet, sadakat ve sorumluluk gibi ilkeleri düşünce ve davranışının merkezi yapması gerekir. 

Medeniyetin inşası aileden başlar

Bir medeniyetin inşası için de alternatifsiz başlangıç noktası ailedir. Medeniyet değerleri aileden nesillere aktarılır. Medeniyet kuracak sağlıklı nesiller ailede yetişir. Medeniyetin kurucu değerleri ile ailenin kurucu değerleri aynı membadan beslenir ve aynı özde buluşur. Dolayısıyla insani ve İslami değerler temelinde bir toplum ve dünya isteyenler, öncelikle bu değerleri ailede yaşatmak durumundadır. Daha açık bir ifadeyle sevgi, şefkat, adalet ile merhameti ailede yaşayamayanlar, bu değerleri topluma taşıyamazlar ve bu değerlerle bir medeniyet inşa edemezler. Bugün yaşadığımız dünyada iyilik ya da kötülük adına var olan her şeyin aileyle önemli bir ilişkisinin olduğu açıktır. Dolayısıyla bireysel, sosyal ve küresel alanda muhtaç olduğumuz güven, yardımlaşma, paylaşma, diğerkâmlık gibi değerler öncelikle ailede hayat bulacak, oradan topluma ve dünyaya huzur katacaktır. Sosyal bir kurum olarak aile, sivil ya da özel, ulusal ya da küresel bütün kurumların mihenk taşıdır. Zira insanın içinde doğup büyüdüğü, ilk eğitimi aldığı, karakterinin şekillendiği aile içindeki manevi bağlar ve değerler ne kadar kuvvetliyse, hem aile hem de toplum o denli huzurlu, güçlü ve sağlıklı olur. Şayet bu bağlar zedelenirse, aile kendi içinde çözüldüğü gibi toplum da zayıflar ve huzurunu kaybeder.

Bu bağlamda modern dönemlerin en büyük talihsizliklerinden birisi de ailenin değerini takdir edememek olmuştur. Son iki asırdır Batı merkezli ortaya çıkan ve bütün yeryüzünü etkileyen egemen bakış, aileyi itibarsızlaştırdığı için insanlık değerlerini korumakta hayli zorlanmaktadır. Aileyi önemsiz gördüğü için önemli gördüğü alanlarda istediği hedeflere ulaşamamaktadır. Aileyi yok saydığı için huzur ortamında ideal manada var olamamaktadır. Aileyi kaybettiği için rahmet ve meveddet ortamını bulamamaktadır. Aileden başlamadığı için insanlığa huzur ve umut olacak bir medeniyet kuramamaktadır.

Netice olarak, bugün daha iyi bir hayat ve gelecek adına, insanı yeryüzüne aile olarak gönderen yaratıcının koyduğu değerlerle aileden toplumu, milletten medeniyeti yeniden inşa etmekten başka çıkış yolu yoktur. Elbette bu ideali, hayatı; iman, salih amel, her daim hak ve sabır üzere yaşamak ve yardımlaşmak olarak kabul edenler gerçekleştirebilecektir.

Editör: Mehmet Çalışkan