Halil KILIÇ
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

مَنْ حَجَّ هَذَا الْبَيْتَ فَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ  “Her kim bu evi (Kâbe’yi) hacceder, şehevi söz ve davranışlardan uzak durur ve kötülük işlemezse annesinin onu doğurduğu günkü (günahsız) hâline dönmüş olur.”  (Buhari, Muhsar, 10.)


Dinin beş temel esasından biri olan hac, sembollerin yoğun olarak yer aldığı bir ibadettir. Günde en az beş kez yöneldiğimiz Kâbe ile hem ruhen hem de bedenen buluşmamıza vesile olan hac ibadeti, kulu Rabbine yaklaştıran ilahi bir yolculuktur. 

Hac, telbiye ile başlayıp terbiye ile biten manevi bir medresedir. Çoklukta birliği/vahdeti, birlikte dir(i)liği, dir(i)likte dirilişi iliklerimize kadar hissetmemizi sağlayan, -Malcolm X misali- tanımadığımız kişilerde kendi kimliğimizi bulduğumuz uluslararası bir toplantı mevsimidir. Bilgisayar, telefon gibi elektronik eşyaların fabrika ayarlarına döndürülmesi gibi hac da kulun yaratılış/fıtrat ayarlarına döndüğü bir rahmet mevsimidir.

Böylesine derin anlamlar içeren hac, ihramla başlar. Namaza başlarken tekbir almak ne ise hac yapacak kişinin ihrama girmesi de odur. Giyilen beyaz ve sade iki parça kumaşla annemizin bizi dünyaya getirdiği ilk günkü saflık ve temizlikte olmak istediğimizi lisan-ı hâlimizle Yüce Rabbimize arz ederiz. Sol taraftaki meleğin günahlarla doldurduğu amel defterimizin, üzerimizdeki ihramlar gibi tertemiz ve bembeyaz olması için yalvarıp yakararak gözyaşı dökeriz. 

Toplum içinde itibar görmemizi sağlayan giyim kuşamımız, daha güzel gözükmek için yaptığımız makyajlar, güzel kokmak için kullandığımız parfümler… Bunların hiçbirine ihramlıyken yer yok artık. Ne amiriz ne memur; ne iş adamıyız ne işçi; ne zenginiz ne fakir… Sadece ve sadece Allah’ın yarattığı bir kuluz. Rütbelerin en yükseği olan kulluk mertebesine talibiz sadece. 

Bu zamana kadar bedenimize gösterdiğimiz ilgi yeter! Artık ruhumuzu doyurma ve olgunlaştırma zamanıdır. O yüzden saçımız başımız dağınıktır; ayağımızda ayakkabı, üzerimizde elbise yoktur. Aslında bu perişan hâlimizle Rabbimize acziyetimizi itiraf etmiş oluyor ve âdeta “Rabbim, ben acizim, sen yücesin; ben güçsüzüm, sen kudretlisin; ben zelilim, sen azizsin. Sen yanımda olmazsan yalnızım, bir hiçim. Beni sensiz, yardımsız bırakma!” diye yalvarıp yakarırız.

İhramla beraber dilinden telbiyeyi eksik etmeyen hacı adayı, askerin komutanına “emret komutanım” diyerek tekmil vermesi gibi Rabbinin davetine icabet ettiğini ve bundan sonra da bütün emirlerini yerine getireceğini dile getirmiştir. Ayrıca ihramsız geçilmemesi gereken mîkat sınırları ile Allah’ın, hayatın her alanda belli sınırlar koyduğunun (hudûdullah) ve bu sınırlara uymanın bir zorunluluk olduğunun farkına varmış olur.

Nihayet hasret biter ve hacı adayı Kâbe ile karşı karşıya gelir. Artık o da Hz. Âdem, Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) ayak bastığı yerdedir. Onların hatırasını yâd ederek kâinatın tespihine dâhil olur. Atomların içerisindeki elektron, proton ve nötronlardan galaksilere varıncaya kadar bütün kâinatın hareketi gibi soldan sağa dönmeye başlar. Saatin aksi istikametinde dönerek âdeta zamanı geri çevirmek ve attığı her bir adımla, yaptığı her bir tavafla zamanı başa almak ve günahlarından arınarak annesinden doğduğu günkü gibi tertemiz olmak ister. 

Hacerü’l-Esved’i selamlayarak kulluk sözleşmesini tazeler ve tavafa başlar. Her bir dönüşte âdeta “Rabbim! Şu evinin etrafında bugün nasıl pervane olmuş dönüyorsam hayatımın sonuna kadar senin emir ve yasaklarının etrafında da aynı şekilde pervane olacağım; yap dediklerini yapıp yapma dediklerinden kaçınacağım.” der.

Tavafın peşine yapılan say ile Hz. Hacer’in hatırası yâd edilir ve gerçek bir kul olmak isteniyorsa onun gibi tevekkül sahibi olunması, Allah’tan bir an olsun ümit kesilmemesi ve sevinçli anda da en zor zamanda da Allah’ın akıldan çıkarılmaması gerektiğinin idrakine varılır. 
Vakit, artık Arafat vaktidir. Arafat, mahşerin provasının yapıldığı bir durma, duruşma ve durulaşma anıdır. Ölmeden giydiği kefen (ihram) bezleriyle Yüce Hâkim’in huzurunda duran kul, duruşma salonundaymışçasına geçmişteki yaptıklarının hesabını verir, pişmanlığını dile getirir ve nihayet günahlarının affedilmesi ile de durulaşmaya başlar.

Arafat meydanında günahlarından azade olan kul, buradan ayrılıp baş düşmanı olan şeytanla hesaplaşmaya ve savaşmaya gider. Mina’da atası Hz. İbrahim’in yaptığı gibi üç ayrı noktada savaşı başlatır ve şeytanı taşlamaya başlar. Aslında orada şeytanın fiziki varlığını taşlamadığını çok iyi bilmektedir. Onun asıl taşladığı, bu zamana kadar şeytana uyarak işlemiş olduğu günahları ile şeytanlaşmış duygu ve arzularıdır. Atılan her bir taş, şeytana “Artık dur!” denildiğinin, ondan berî olmak istenildiğinin ve onun baş düşman olarak kabul edildiğinin simgesel bir ifadesidir.

Şeytan taşlama vazifesini yerine getiren bir Müslüman, bu zamana kadar verdiği sözleri yerine getireceğinin bir nişanesi olarak kurbanını keser. Kesilen bu kurban, tabiri caizse Allah ile yapılan kulluk sözleşmesinin altına atılan bir imza mesabesindedir.

Artık hacı unvanını hak eden Müslüman, günahlarından arınmış olduğu için yeniden doğuşu sembolize eden tıraş olma eylemini gerçekleştirir. Eski defterler kapanmıştır artık. Önünde yepyeni bir hayat vardır. Bu yeni hayatında Rabbinin rızası olmayan hiçbir şeyi yapmayacak ve verdiği sözlere riayet edecektir. Ayrıca saçlarını tıraş etmekle hacı, kendi bedeninden bir parçayı da âdeta kurban etmiş ve Harem bölgesine kendinden bir hatıra bırakmış olmaktadır.

İşte hac ibadetini bu duygu ve kararlılıkla yerine getiren her hacı, yukarıdaki hadiste ifade edilen “…annesinin onu doğurduğu günkü (günahsız) hâline dönmüş olur.” müjdesine nail olacaktır (inşallah).

Hadisten öğrendiklerimiz

1. Hac, sembollerin yoğun olarak yer aldığı bir ibadettir. Bu sembollerin arkasındaki derin manaları idrak ederek yapılacak bir hac, gerçek hacdır.

2. Usulüne, şartlarına ve adabına riayet edilerek yapılacak bir hac, kulun dünyaya daha yeni gelmiş gibi günahlarından azade olmasını sağlayacaktır.

3. Bütün ibadetlerde olduğu gibi hac da kişinin yüce ahlaka ulaşmasını amaçlayan bir ibadettir.

Editör: Mehmet Çalışkan