Uğur ÜNAL

Osmanlı Devleti’nin son dönemine tanıklık etmiş bir aydın, ortaya koyduğu eserler ve bizzat yüklenmiş olduğu resmî vazifeler ile tarihe yön veren bir tarihçi, tarih yazmadaki üslubu, isabetli tahlil ve çözüm önerileri ile bir sosyolog, Batıcılığın hayranlıktan öte bir zorunluluk olarak telakki edildiği XIX. asır Osmanlısında Mecelle’yi ortaya koyma azmi ve başarısı ile bir hukukçudur Ahmet Cevdet Paşa. Hayatının tamamında hem fikrî hem de aksiyon olarak böylesine isabet etmiş bir münevver bulmak oldukça zordur. Başarılarla dolu hayatı çok az faniye nasip olmuştur. 

Kendi ifadesiyle hıdırellezden kırk gün kadar önce 27 Mart 1823’te Bulgaristan’ın Lofça kasabasında doğan Ahmet Cevdet Paşa’nın asıl adı Ahmet olup Cevdet mahlasını İstanbul’da eğitim gördüğü sırada Şair Süleyman Fehim Efendi’den almıştır. 1895 yılında İstanbul Bebek’teki yalısında vefatı üzerinden 25 yıl geçmeden ulu çınar, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinecektir. (Prof. Dr. Ümit Meriç Yazgan, Ahmet Cevdet Paşa, Bir Osmanlı Sosyoloğu Ahmet Cevdet Paşa, TDV  Yayınları 1997.)

Onun kabul edilen en önemli özelliği tarihçiliğidir. Birçok çalışmaya imza atan Cevdet Paşa’nın vakanüvis olarak kaleme aldığı bu sahadaki en önemli eseri, Osmanlı tarihinin 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına kadar olan dönemini anlattığı on iki ciltlik Tarih-i Cevdet’tir. Paşa’nın belgeye dayalı, sorgulayıcı, objektif tarih anlayışını benimsediği bu eser, Osmanlı’da modern tarihçiliğin ilk örneğidir.

Resmi görevine 1844’te Rumeli kaleminde kadı olarak başlamıştır. Osmanlı Devleti’nde adalet, eğitim, evkaf, dâhiliye, ticaret ve ziraat bakanlığı görevlerini yürütmüş, şeyhülislam olmayı ümit ederken 1865 yılında ilmiye sınıfından mülkiye sınıfına geçirilmiştir. Kazaskerlikten vezirliğe alınan Cevdet Paşa Halep’e vali tayin edilir. Kazaskerlikten paşalığa geçiş Osmanlı devlet ricalinde çok görülen bir durum değildir. Kavuğunu çıkarıp fesini giyen Cevdet Paşa bu duruma çok üzülür. Ancak yüksek devlet terbiyesi ve hizmet aşkı sayesinde üzüntüsünü yenerek yeni görevine başlamak üzere yola çıkar.

Osmanlı devlet yönetiminin en üst kademelerinde görev yapan Cevdet Paşa, hiç şüphesiz ne tarihçiliği ne de yürüttüğü görevleri sebebiyle günümüzde bu denli tanınmaktadır. Onu bugün dahi bu kadar bilinir kılan en mühim özelliği Türkiye Cumhuriyeti’ne miras bıraktığı kurumlar ile bütün İslam devletlerinde İslam hukuku alanında hazırlanan ilk kanun olan Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’dir.

Klasik ve köklü bir medrese tahsili alan Cevdet Paşa, eğitim hayatı boyunca zekâsı ve kavrayışıyla dikkatleri hep üzerine çekmiş çalışkan bir talebedir. Birçok alana ilgi duymuş; edebiyat, filoloji, mantık ve matematikte de eser verecek düzeyde yoğunlaşmıştır. Bu vasıflarının yanında yaşadığı çağda halk tarafından ayrıca itibar görmesini sağlayan özelliği ise din âlimi olmasıdır. Kur’an-ı Kerim ve peygamberler tarihi alanında eserler ortaya koymuş, dinî meselelerde her daim fikrine başvurulan, şeyhülislamların dahi kendisine müracaat ettiği saygın bir din âlimi olarak yaşamıştır.

Eğitim hayatındaki başarısı onun önünü açmıştır. Tanzimat’ın baş mimarı Sadrazam Mustafa Reşit Paşa, yapacağı düzenlemelerin şer’i hukuki yönü bakımından kendisine yardımcı olmak için Bab-ı Meşihat’tan bir ilim adamı talep ettiğinde, kendisine gönderilen yirmi üç yaşındaki genç âlim Ahmet Cevdet Efendi’den başkası değildir. Bu görev neticesinde Tanzimat Dönemi'nde hayata geçen tüm hukuki düzenlemelerde Ahmet Cevdet Paşa’nın imzası olacaktır.

Onu asıl üne kavuşturan çalışması yukarıda da zikrettiğimiz gibi hiç şüphesiz Mecelle-i Ahkam-ı Adliye Cemiyetinin başkanlığıdır. İlk Türk medeni kanunu olan Mecelle, Hanefi Mezhebinin son dönem fakihleri tarafından tercih edilen içtihatlarından seçilerek tedvin edilmiş kanunlar manzumesidir. Hem şer’i mahkemelerde hem de Divan-ı Ahkam-ı Adliyede tatbik edilmek üzere hazırlandığı için bu ismi almıştır. Mecelle Cemiyeti devrin en büyük on beş âliminden teşekkül ettirilmiştir.

Mecelle’nin tedvini durup dururken ortaya çıkmış bir düşünce değildir. Avrupa’daki mevcut kanunlaşma hareketlerinin tesiri, Avrupa devletlerinin gayrimüslim Osmanlı tebaasının haklarını bahane ederek Devlet-i Âliye üzerindeki baskısı ve Sadrazam Ali Paşa’nın Fransız Medeni Kanunu Kod Napolyon’u tercüme ettirerek Osmanlı mahkemelerinde tatbik ettirme arzusu sebebiyle; Cevdet Paşa ve arkadaşlarının muhalefeti ile Mecelle hazırlanmaya başlanmıştır. Şu bir gerçek ki, buradaki en mühim sebep Fransa’nın medeni kanununu zorla Osmanlı’ya dayatmasıdır.

Mecelle’nin tamamlanma süreci (1868-1876) sekiz yıl sürmüştür. Ahmet Cevdet Paşa’nın Mecelle üzerindeki etkisini anlamak için onun yokluğunda Mecelle Cemiyeti’nin geçirdiği tecrübeye bakmak yerinde olacaktır. 1870 yılında Mecelle Cemiyeti Başkanlığı görevinden alınarak Bursa Valiliğine tayin edilen Paşa’nın yerine Gerdankıran Ömer Efendi getirilmiştir. Bu süreçte Cevdet Paşa’nın olmadığı Cemiyet, Mecelle’nin bir bölümü olan Kitab’ül Vedia’yı hazırlayarak Sadarete sunmuştur. Ancak gerek sistematiği ve dili gerekse kanunlaştırma tekniği bakımından öncekiler seviyesinde olmadığından hukuk çevreleri tarafından oldukça eleştirilmiştir. Neticede Cevdet Paşa olmadan bu işin olmayacağı anlaşılmış ve bir buçuk yıl sonra Paşa tekrar Mecelle Cemiyeti Başkanlığına getirilmiştir. (Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın, Ahmet Cevdet Paşa, Kitab’ül Vedia ve Ahmet Cevdet Paşa, TDV Yayınları 1997.)

Cevdet Paşa bilim tarihi açısından da önemli bir isimdir. İslam dünyasında kullanılan takvimlerin çokluğu, Osmanlı Devleti’nde Hicri Takvim’in yanı sıra Rumi Takvim’in de kullanılması devlet yönetiminde ve mali hesaplamalarda karışıklığa neden olmuştur. Bunun üzerine Cevdet Paşa başkanlığında bir heyet teşekkül ettirilerek Celali Takvimi’ni esas alan yeni bir takvim çalışması yürütülmüştür. Bu takvim her ne kadar çeşitli nedenlerle uygulamaya konulmasa da Paşa’nın “Takvimü’l Edvar” adlı eseri bu takvim çalışmasını anlatmaktadır. Cevdet Paşa bu eserini 1839 Tanzimat Fermanı sonrası sıkça dillendirilen, Türkçe bilim dili olmaz düşüncesini çürütmek için kaleme almış ve bu eserle ilgili, “Lisan-ı Türki ilim dili olamaz diyenlere lisanımızın her fene kabil olduğunu bu lisan ile her fenden güzel eserler yazılabileceğini göstermektir.” demiştir. (Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, İslam Bilim Adamları, İnkılab Yayınları, Ankara, Şubat 2012.)

Klasik medrese eğitimi almış gelenekçi ve dindar biri olan Cevdet Paşa son derece açık görüşlü, bilim ve edebiyata ilgi duyan bir aydındır. Çocuklarının eğitimleri için özel çaba göstermiş, onları hep desteklemiş ve önlerini açmıştır. Çocuklarına yerli ve yabancı hocalardan özel dersler aldırtmış, batı dillerini öğrenmelerini temin etmiştir. Eğitim konusunda taassup tanımayan özgür bir yapıya sahiptir. Bu sebepledir ki, tedavüldeki 50 liralık banknotlarda resmi bulunan kızı Fatma Aliye Hanım ilk kadın Türk romancısı olarak tarihe geçmiştir. Oğlu Ali Sedad Bey ise mantık sahasında eserleri olan bir fikir adamıdır.  Yine geçen yıl vefat eden ünlü Türk sosyologu Şerif Mardin, kızı Nevra Hanım’dan Paşa’nın torunudur.

Ömrünü ilmî çalışmalara ve devlet işlerine adamış, bununla beraber çocuklarının iyi bir eğitim alması için elinden geleni yapmış olan Cevdet Paşa, ne hazindir ki eşi Adviye Hanım’ın eğitimi ile ilgilenememiştir. Adviye Hanım okuryazar dahi değildir. Uzun süren devlet görevleri sebebiyle sıkça evinden ayrı kalan Paşa, eşiyle daima mektuplaşmıştır. Bosna’da bulunduğu sırada, eşi Adviye Hanım’ın okuma yazma öğrendiğini ve okumakta olduğu mektubun bizzat eşi tarafından yazıldığını öğrenince buna çok sevinir. Eşine cevaben yazdığı mektupta, mektubu yüzüne gözüne sürdüğünü, onu görmüş kadar haz aldığını ifade eder ve daha çok yazmasını ister.

Eğitime ve bilime önem veren biri olarak yirmili yaşlarından itibaren yürüttüğü resmi görevlerinin yanında, bu kadar eser bırakan başka devlet adamı bulmak oldukça zordur. O hayatın gündelik sorunlarına çözüm üretirken bir yandan da teorik meselelere kafa yormuş, enerjisini ve zekâsını boşa harcamamıştır. Türk dilinin Türkçe yazılmış ilk dil bilgisi kitabı kabul edilen ve 50 yıl boyunca okullarda ders kitabı olarak okutulan  Kavâid-i Osmâniyye'yi yazmış, Türkçeyi bir bilim dili hâline getirme arzusuyla yeni kelimeler üretme hususunda cesur adımlar atmaktan geri durmamıştır. Ekonomi yerine iktisadı, kriz yerine ise buhranı Türkçeye kazandıran odur. Ona göre doğru yazmak kadar açık ve anlaşılır yazmak da bir o kadar önemlidir. Bunun için hukuk mektebinde okuttuğu ders notlarını parça parça yayımlamaya başlar ve Belâgat-ı Osmaniyye adlı kitabı ortaya çıkar. Bu eser toplumun tüm kesimlerinden müthiş bir teveccüh görür ve 1880’den Paşa’nın ölümüne kadar sekiz baskı yapar.

XVIII. asırda Şeyhülislam Pirizâde Mehmed Sahib Efendi tarafından tercümesine başlanan İbn Haldun’un Mukaddime adlı eserini tamamlamak Cevdet Paşa’ya nasip olacaktır. Bu çalışmalar tarih ve topluma ilişkin görüşlerinde kendisine ufuk açacak ve farklı yaklaşımlar ileri sürmesine vesile olacaktır.

XIX. asır Tanzimat Dönemi’nin hukuki düzenlemelerinde aktif rol alan, hazırlanan kanun ve kurulan hukuki müesseselerin önemli bir kısmında imzası bulunan Cevdet Paşa, ünlü şarkiyatçı Bernard Lewis tarafından da “dâhi hukukçu” olarak nitelendirilmiştir. (Dr. Kemal Sözen, Ahmet Cevdet Paşa’nın Felsefi Düşüncesi, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları 1998.) Oturduğu her koltukta düzenleyici ve kural koyucu olan Cevdet Paşa, bugün modern Türk hukuk sisteminin olmazsa olmaz bir kurumu olan Yargıtay’ın (Divan-ı Ahkâm-ı Adliye) kurucu ilk başkanıdır. Yine Osmanlı’nın ilk modern hukuk fakültesi olan bugünkü adıyla İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1880) Sultanahmet ve Ayasofya Camileri arasındaki yerinde onun adliye nazırlığı döneminde hizmete açılmıştır. Hukuk fakültesindeki ilk dersin hocalığını da o yapmıştır. Ahmet Cevdet Paşa’nın hayatı XIX. asır Osmanlı Devleti’nin tarihidir. Osmanlı’nın son dönemine tanıklık etmiş bir aydın olarak onun hizmetleri asla unutulmayacaktır.

Editör: Mehmet Çalışkan