Doç. Dr. Fatımatüz Zehra Kamacı
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Bir arada yaşayıp farklı alanlarda emek vererek el işi üretim yapma ve üretilen bu farklı ürünleri paylaşmaya dayalı geleneksel sistem yerini, ihtiyaçların makinelere gördürüldüğü, daha az insana ve paylaşıma dayalı bir sisteme bırakmıştır. Oysaki medeniyetler paylaşım ve etkileşimle doğar, büyür ve gelişir. Dolayısıyla insanların çeşitli vesilelerle bir araya gelip kaynaşmalarını sağlayan yönüyle mescit ya da cami, içinde bulunduğumuz yüzyılda daha da önem kazanır hâle gelmiştir. Mescit, Arapçada “sücut” kökünden ismi mekân olup “Secde edilen, namaz kılınan yer.” demektir. Cami'dede Arapça bir kelime olup “cem” kökünden ism-i fâil’dir ve “Toplayan, bir araya getiren.” demektir. Arapçada “namaz kılma yeri” anlamında “cami” değil “mescit” kelimesi kullanılır. Bu sebeple ilk dönem kaynaklarında cami kelimesine rastlanmamaktadır. Hicri dördüncü ve beşinci asırdan itibaren mescit yerine müstakil olarak cami kelimesinin kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Mescit kelimesi, “namaz kılmayı” ifade eden, eylem odaklı bir kelimedir. Cami ise “toplayan” anlamıyla namaz kılmanın öncesinde ve sonrasında yapılan eylemlere, Müslümanlar arasındaki birliktelik ve paylaşımlara işaret eden bir anlamı ihtiva etmektedir. Cami kelimesinin sahip olduğu bu kapsayıcılık esasen, Hz. Peygamber’in yapımında bizzat çalışarak inşa ettirdiği Mescid-i Nebevi’nin, onun dönemindeki işlev ve fonksiyonlarına tam anlamıyla muvafık düşmesiyle önem arz etmektedir. Hicretin hemen ardından yapımına başlanan Mescid-i Nebevi, tamamlanmasının ardından Hz. Peygamber’in Medine günlerinin büyük bölümünün geçtiği bir mekân hâline gelmiştir. Çünkü Resulüllah’ın eşlerinin odalarının bir kısmı da mescidin içerisinde, doğu sınırı boyunca sıralanmıştır. Dolayısıyla Mescid-i Nebevi, inşasının tamamlanmasının ardından Hz. Peygamber’in yaşam alanı hâline gelmiş; sahabiler, Hz. Peygamber’in gece namazıyla başlayan günlük rutinlerini, yatsı namazını eda edip hanesine çekildiği vakte kadar görme, izleme ve kendi hayatlarına tatbik etme imkânına kavuşmuşlardır. Hz. Peygamber’in Mescid-i Nebevi’de meşgul olduğu iki temel husus bulunmaktadır. Bunlardan birisi “ibadet etmek”, diğeri “ashabıyla ilgilenmek” idi. Hz. Peygamber her sabah, sabah namazını kıldırdıktan sonra bir miktar Mescid- i Nebevi’de oturmak suretiyle ashabıyla hemhâl olmuş, bu durum arada fasılalar verse de yatsı namazıyla hanesine çekildiği saate kadar sürmüştür.

Öyle ki Hz. Peygamber, Mescid-i Nebevi’de her gün ashabıyla sohbet etmiş, onların sorularını cevaplamış, ihtiyaçlarını gidermiş, zaman zaman görevler vermiş, yanlışları düzeltmiş, suçluları cezalandırmış, hutbe irat etmiş, ikram ve hediyeleri kabul etmiş, yeni doğan bebeklere isim vermiş, Medine dışından görüşmeye gelenlerle ilgilenmiştir.

Hz. Peygamber’in ibadet hayatı da büyük ölçüde Mescid-i Nebevi’de şekillenmiştir. Resulüllah burada abdest almış, ezanı dinlemiş, namaz kıldırmış, Kur’an okumuş, cenaze namazı kıldırmış, itikâfa girmiştir. Hz. Peygamber’in sohbet meclisleri sıradan, hoşça vakit geçirmek için havadan sudan konuların konuşulduğu meclisler değildir. O, sohbeti sırasında Kur’an ayetlerini ashabına öğretir, tefsirini yapar, dünya ya da ahiret ile ilgili akla gelebilecek her türlü suale engin bir sabır ve hoşgörüyle cevap verirdi. Yeri gelir İslam’ın temel bir hükmünü kavratabilmek için kendisi bir sual sorardı. Konuşulan bir konunun ehemmiyetine binaen olduğu yerde ayağa kalkarak mescitteki herkese hitaben bir konuşma yapar, sohbet esnasında gördüğü bir manzarayı hikmet nazarıyla yorumlar, ashabın kendi aralarında müzakere ettikleri konuları dinler ve açıklamalarda bulunur ya da sözlerini tashih eder, ihtilafa düştükleri meseleleri dinlerdi. Bazen bir ya da iki sahabi ile karşılıklı sohbet eder, özel hayatı ile ilgili sorular sorar ve tavsiyelerde bulunurdu. Sahabilere Allah’ın emir ve yasaklarını, nübüvvet öncesi hayatını anlatır, Mekke günlerinden bahseder, bazı sahabilere özel iltifatlarda bulunur, sahabilerin günlük hayatta başlarına gelen olayları dinler, yorumlarda bulunur, anlattıkları komik olaylara gülerdi. Hz. Peygamber, mescitte bulunduğu süre içerisinde her gün yüzlerce soruya muhatap olur, hepsine açıklayıcı cevaplar vermeye çalışırdı. Mescitteki bir günü boyunca ashabın çeşitli konulardaki dert ve sıkıntılarını dinler, yalnızca dinlemekle kalmaz, elinden geldiğince isteklerini yerine getirir ve ihtiyaçlarını gidermeye gayret ederdi. Hatta bizzat kendisi sahabilerden dert ve sıkıntılarını paylaşmalarını isterdi. Hz. Peygamber, ashabın isteklerini yerine getirme noktasında oldukça cömertti. Helal dairesi içerisinde kalan her isteği yerine getirirdi. Ganimet ve zekât gelirlerinden elde ettiği malları mescitte toplar, son kuruşuna kadar dağıtır, bunu yapmadan gözüne uyku girmezdi. İstekleri boş çevirmemek adına borç bile alırdı. Kendisinin imkânı yoksa sahabilerinden yardımcı olmalarını isterdi. Hele ramazanda kimse onun hızına erişemezdi. İyilik ve hayırda ramazan boyunca rüzgâr gibi eserdi. Hz. Peygamber’in Medine’de Mescid-i Nebevi’yi tesis etmesinin ardından burası, karargâh, hazine, ev, konaklama yeri gibi pek çok işlevi yerine getirmesinin yanı sıra aynı zamanda ilk eğitim öğretim mekânı olmuştur. Bu mekânda kadın erkek ayrımı olmaksızın sahabiler, İslam'ı hem teorik olarak anlamak hem de pratik olarak yaşayabilmek adına yegâne kaynak olarak Hz. Peygamber’e yönelmişler ve gerek gözlem yaparak gerekse sorular yöneltmek suretiyle Hz. Peygamber tarafından bir eğitim ve öğretime tabi tutulmuşlardır. Bu noktada Ashâb-ı Suffe’yi özellikle belirtmek gerekmektedir. Mescidin hurma dalı ve yapraklarıyla örtülmüş gölgelik kısmında kaldıkları için Ashâb-ı Suffe diye isimlendirilen bu topluluk mescitte yatıp kalkan, gidecek başka yerleri olmayan, zamanlarını, karın tokluğuna Hz. Peygamber’den bir şeyler öğrenmeye adamış fakir kimselerden oluşurdu. Suffe ashabı, Hz. Peygamber evlerinde iken kendi aralarında öğrendikleri konuları müzakere eder, Kur’an okur ve tefsir yaparlardı. Hz. Peygamber dışarı çıktığında ise hemen onun etrafında halka olur, bir şeyler öğrenmeye gayret ederlerdi. Hz. Peygamber, hayatını ilme vakfetmiş bu kimselerle oldukça yakından ilgilenir, onların mağdur olmasına gönlü razı olmazdı. Kendisi, artan her lokmasını onlarla paylaşır, sair ashabı da böyle davranmaya teşvik ederdi. Hz. Peygamber, her cuma mutat olduğu üzere cuma namazını kıldırdıktan sonra hutbe irat ederdi. Cuma hutbeleri, Medine’nin dört bir tarafından gelen sahabilere seslenme fırsatı sunması sebebiyle onun için çok önemliydi. Cuma günü giydiği kıyafete ayrı bir önem verirdi. Zira cuma namazı ve cuma hutbesi sırasında hazır olan bütün ashabın gözleri onun üzerindeydi. Hz. Peygamber, hediyeleşmeyi çok severdi. Onun için bir hurma, bir et parçası dahi son derece makbul bir hediyeydi. Mescid- i Nebevi’de Hz. Peygamber’e hediyeler sunulur, o da karşılığında başka hediyeler verirdi. Yeni doğan bebekler, ebeveynleri tarafından Hz. Peygamber’e getirilirdi. Resulüllah mescitte onları kucağına alır, hurma çiğneyip ağızlarına verir ve isim koyardı. Sonra da hayırlı ve bereketli bir ömür geçirmesi için dua ederdi. İsmi koyulmuş ise sorar, uygun görmediklerini değiştirirdi. Arap kabileleri arasında İslamiyet’in yayılmasıyla, hicretin beşinci yılından itibaren Hz. Peygamber’in mescitteki en önemli misafirleri heyet mensupları olmuştur. Hz. Peygamber, Medine’ye gelip de yanlarında konaklayacakları bir yakınları bulunmayan kimselerin ağırlanması için, evleri uygun olan sahabileri görevlendirirdi. Misafirlerin bir kısmını, Suffe’ye ya da yine mescitte bulunan boş bir odaya yerleştirir, kendilerine yemek gönderirdi. Kalabalık gruplar için ise mescitte çadır kurdururdu. Hz. Peygamber, Medine’ye gelen heyetlerle ilgili önceden bilgi edinir, heyet mensuplarıyla tek tek yakından ilgilenir, isimlerini ve kabilelerini sorardı. Heyetleri karşılarken giyeceği kıyafetlerin temiz ve tertipli olmasına özen gösterirdi. Ama hiçbir zaman gösterişe kaçmazdı. Hz. Peygamber’in ibadet hayatının önemli bir bölümü de şüphesiz Mescid-i Nebevi’de geçmiştir. Resulüllah, mescitte abdest alır, ezanı dinler, müezzinin söylediklerini tekrar eder ve beş vakit namazda ashabına imamlık yapardı.

Mescid-i Nebevi, yeni kurulan Medinetü’n-Nebi’nin hayat merkezi olmuştur. İslam tarihi, külliyeleriyle yani cami çevresinde kurulan medrese, han, hamam, çarşı ve kütüphaneleriyle Resulüllah’ın Mescid-i Nebevi’de kurduğu bu sistemin çok başarılı izdüşümleriyle doludur.

ek başına kıldığı nafile namazlarda, uzun uzun kıyamda, rükûda ve secdede kalmasına karşılık farz namazlarda, cemaatin hâlini düşünerek kısa sureler okumaya özen gösterirdi. Özellikle namaza yetişilsin diye ilk rekâtları nispeten biraz daha uzun kıldırır, diğer rekâtları kısa tutardı. Namazları genellikle vaktin başlangıcında kıldırırdı. Öğle namazlarını, hava çok sıcaksa güneş bir miktar meylettikten sonra kıldırmayı tercih ederdi. Yatsı namazlarında da cemaatin durumuna bakar, toplanmışlarsa kıldırır, değilse bir miktar daha beklerdi. Kamet getirdikten sonra hemen namaza durmaz, cemaat arasında dolaşarak safları düzeltir ve saflardaki bozukluklar karşısında sahabileri uyarırdı. Bazen namazı bitirdikten sonra, seslice ashabına işittirerek dualar okurdu. Cuma namazları âdeta bir bayram havasında kılınırdı. Hz. Peygamber, namazları kıldırdıktan sonra hemen kalkmaz, kendisini üzen özel bir durum olmadığı sürece bir müddet namaz kıldığı yerde öylece beklerdi. Sabah namazından sonra ise yüzünü sahabilere döner ve onlarla sohbet ederdi. Gündüz ve gece çoğunlukla hane-i sadetlerinde bazen de mescitte nafile namaz kılardı. Gece nafilelerini çok uzun kıldığından, arkasında namaza duran sahabilerbir süre sonra ayakta durmaya takat getiremeyip ayrılmak zorunda kalırlardı. Hz. Peygamber, gün içerisinde ve geceleyin, bazen sesli bazen de sessizce mescitte Kur’an okurdu. Tilaveti son derece açık ve anlaşılır idi. Secde ayetine gelince secdeye kapanırdı. Zaman zaman Kur’an okurken ağlardı. Güzel Kur’an okumasıyla iştihar etmiş olan Übey b. Ka‘b, Ebu Musa el-Eş ‘ari ve İbn Mes‘ûd gibi sahabilerin kıraatini dinlemeyi severdi. Mescitte Kur’an okuyan sahabilere dikkat kesilir, secde ettiklerinde kendisi de secde ederdi. Resulüllah namaz öncesi ya da sonrasında veyahut namazdan bağımsız olarak zaman zaman ellerini açıp dua ederdi. Resulüllah, kimi zaman mescitte torunlarıyla oynar, onları kucağında taşır, sever, okşar ve yarışlar yapardı. Mescitte sürekli bir meşguliyet içerisinde olan Resulüllah, bazen de bir yaygı ya da elbise üzerinde uzanır istirahat ederdi. Yine ara sıra dişlerini temizler, saç ve sakalını tarardı. İhtiyaç hâsıl olduğunda yular örerdi. Güneş ve ay tutulması, çok yağmur yağıp rüzgâr esmesi gibi kendisini heyecana ve endişeye sevk eden olaylar karşısında hemen mescide gelir, namaz kılar, dua eder, bu hâl üzerinden kalkana kadar da ibadetine devam ederdi. Sefere çıkmak üzere hazırlığını mescidin kapısı önünde tamamlar, vazife verdiği kimseleri mescidin kapısı önünde karşılar ve mescide girip çıkarken dualar okurdu. Mescide sağ ayağıyla girip sol ayağıyla çıkmayı da ihmal etmezdi. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki Hz. Peygamber Mescid-i Nebevi’de sadece ibadet etmemiştir, yaşamıştır. Ashabının sorunlarıyla ilgilenmiş, torunlarıyla oynamış, yeri gelmiş yular örmüş ya da istirahat ederek uzanmıştır. Kısacası Mescid-i Nebevi, yeni kurulan Medinetü’n-Nebi’nin hayat merkezi olmuştur. İslam tarihi, külliyeleriyle yani cami çevresinde kurulan medrese, han, hamam, çarşı ve kütüphaneleriyle Resulüllah’ın Mescid-i Nebevi’de kurduğu bu sistemin çok başarılı izdüşümleriyle doludur. Bugün bu külliye anlayışı yeniden canlandırılmalı, Mescid- i Nebevi’nin özüne uygun bir şekilde cami, sadece ibadet etme mekânı gibi görülmeyip eğitimli Müslüman nesillerin yetiştiği, hayatın aktığı ve yaşandığı merkezler hâline getirilmelidir.

Editör: Mehmet Çalışkan