Berrin Erdoğan

Osmaniye İl Müftü Yardımcısı

Ensardan bir genç olan Hz. Muâz (r.a.), her gün yeni bir hidayet haberinin duyulduğu günlerde en güzel yolculuğunu başlatmak üzereydi. Bu yolculuğa ise yine kendi gibi genç bir delikanlı olarak Yesrib (Medine) yollarına düşen Mus’ab b. Umeyr’in örnekliğinde çıkmıştı.

Henüz on sekiz yaşlarında olan Muâz b. Cebel; imanın tadına ulaştı, hakikate kalbini açtı, Rabbine teslim oldu. Derler ki; onu gören, İbrahim Peygamber’i hatırlardı. Çünkü o, insanlara putlara tapmanın beyhudeliğini anlatırdı; kimi zaman sözleriyle kimi zaman baltasıyla… Putları kırarak onların hiçbir şeye güçleri yetmeyeceğini gösterirdi.

İkinci Akabe Biatı’nda, iki cihan Peygamber’ini davet edecek kafilenin yolcusu Hz. Muâz, bir gün Mekke’de öğretmen olarak kalacağını düşlemiş miydi bilemeyiz. Ancak yıllar sonra Mekke’nin fethi gerçekleştiğinde Peygamber Efendimiz (s.a.s.), onu, İslam’ı anlatması için görevlendirecekti.

O buluşmadan sonra, özellikle Hz. Muhammed (s.a.s.) Medine’ye teşrif edince Hz. Muâz’ın onun yanı başından ayrılmadığı söylenir. Nereye giderse beraber, nerede durursa beraber… Muâz ilme meraklıdır. Hz. Peygamber’in “Haramı, helali en iyi bileniniz Muâz’dır.” (Tirmizî, Menâkıb, 32) sözüne muhatap olmuştur.

Kur’an’ı güzel okuyan, güzel anlatan, güzel yaşayan, geceleri namazda kıraate doymayan, dili kalbini, kalbi dilini tasdik eden sahabi… Nitekim Allah Resulü (s.a.s.): “Kur’an’ı dört kişiden öğreniniz: Abdullah b. Mes’ud, Übey b. Kâ’b, Ebû Huzeyfe'nin azatlı kölesi Sâlim ve Muâz b. Cebel.” (Buhâri, Fedâilü’l-Kur’ân, 8) buyurmuştu.

Hicretten sonra Allah Resulü (s.a.s.), Muâz’ı, Abdullah b. Mes’ud’la kardeş yapmıştı. İkisi de Kur’an sevdalısı, ikisi de ilim ehli… Kardeşlikleri aynı anne babadan değildi ama onlara iman kardeşliği nasip olmuştu.

Hz. Muâz; Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere bütün savaşlara katılıp ön saflarda mücadele etti. Hz. Peygamber (s.a.s.), Huneyn Savaşı’na çıkarken halka Kur’an-ı Kerim öğretmesini ve dinî meseleleri anlatmasını isteyerek onu Medine’de emir olarak bıraktı. Hz. Muhammed’in bununla bizlere öğretmek istediği, ilim için şehirde kalmanın sefere çıkmak kadar kıymetli olduğu idi.

Yemen’e İslam’ı öğretmek için gitmeye talip olduğunda sevdiğinden ayrılmanın hüznü, görevi üstlenmenin heyecanı vardı Hz. Muâz’da. Veda anında Efendimiz (s.a.s.), Hz. Muâz’a en güzel nasihatleri verdi ve ondan can alıcı sorulara cevaplar istedi:

“Sana bir dava getirildiğinde ne ile hüküm verirsin?” diye sordu Allah Resulü (s.a.s.). Muâz, “Allah’ın Kitabı’yla.” dedi. “Onda bulamazsan ne ile hükmedersin?” diye tekrar sordu Hz. Muhammed (s.a.s.). Muâz, Allah Resulü’nün sünnetiyle.” diye cevap verdi. Resul Ekrem’in (s.a.s.): “Ya orada da bulamazsan?” demesi üzerine Muâz şu cevabı verdi: “O zaman kendi görüşüme göre içtihat eder, ona göre hüküm veririm.”

Onun bu cevabı Peygamber’imizi (s.a.s.) çok sevindirdi. “Resulüllah’ın elçisini Resulüllah’ın hoşnut olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun!” buyurdu. (Ebu Dâvud, Akdıye, 11; Tirmizî, Ahkâm, 3.) Soran; öğrenmek için değil, aradığı cevabı duymak için sormuştu ki öğrenilsin ve herkes duysun. Hz. Muâz, mahcup etmedi Efendimizi. Elçinin elçisi göreve layık olduğunu, huzurda verdiği cevaplarla bir kez daha ayan etti. Ne mutlu Allah Resulü’nün (s.a.s.) hamdına vesile olana!

Peygamber Efendimizin vefatını Yemen’de hüzünle karşılar Hz. Muâz. Bu haberle Medine’ye döner. Onun hatıralarıyla süslenmiş şehirden ayrılamaz. Halifelik görevini üstlenen Hz. Ebu Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer’in (r.a.) hizmetinde bulunur.

Otuz beş yaşlarında hastalık sebebiyle ailesiyle beraber göçer bu dünyadan. Çok hatıra bırakır Hz. Muâz. Belki de hatıralarının en güzeli sevgiye dairdir:

Bir gün Peygamber’imiz (s.a.s.), Hz. Muâz’ın elinden tutarak şöyle buyurur: “Ey Muâz, vallahi ben seni çok severim! Sana şunu tavsiye ederim: Her bir namazın arkasından, ‘Ya Rabbi, seni zikretmek, sana şükretmek ve güzelce ibadet etmek için bana yardım et.’ demeyi terk etme.” (Ebu Dâvud, Vitir, 26)

Muâz birdenbire gelen bu sevgi ifadesine çok sevinir; anlar ki sevdiğini söylemeye bahane gerekmez; bu ifade her daim duyanı mutlu eder. Buradan başlamak gerek belki her işe, önce muhabbet ve sevgi. Kaybettiklerimizi bulmaya nereden başlayacağımızı öğretir bu mesaj. Sevgiyi ifade etmek yolun başıdır. Ardından güzellikler gelir ki sevgi, en güzeli istemek değil midir?

Editör: Mehmet Çalışkan