Kur’an’ın bazı hükümlerinin geçmişte kaldığını iddia ederek onları yok saymanın ya da hafife almanın tutarlılığı ve hükmü nedir?

Öncelikle böyle bir yaklaşım ve söylemle Kur’an’ın bazı hükümlerini zaman ile mukayyet kılmak şayet bir art niyet taşımıyorsa onun hem içeriğini hem de hikmetini anlama noktasında birtakım eksikliklerin, zaafların ve sorunların varlığını gösterir. Çünkü Kur’an tüm zamanları ve mekânları aydınlatan sönmez, tükenmez bir hakikat güneşidir. Bu özelliği onun mucize oluşunun en güçlü delilidir. Pek çok ayette Kur’an’ın bir hidayet rehberi olduğu, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirildiği, hakkı bâtıldan ayıran bir ölçü olduğu, dosdoğru yola ilettiği gibi evrensel ilke ve değerler vurgulanır.

Elbette Kur’an, tarihin bir kesitinde inmiş bir kitaptır ama aynı zamanda o, tarihe yön veren, tarihin akışını değiştiren, her asra rehberlik eden bir kitaptır. Nitekim onun gelişiyle cahiliyeye hapsolmuş bir coğrafya, asr-ı saadete zemin olmuştur. Onun ayetleri ışığında, peygamberin rehberliğinde insanlığın yıldız şahsiyetleri olan sahabe nesli yetişmiştir. Bir kabile toplumundan büyük bir devlet kurulmuştur. Bir mescidin içinden muhteşem bir medeniyet inşa edilmiştir. Ona inanan müminler Endülüs’ten Orta Asya’ya kadar yeryüzünün pek çok yerinde nice devletler, medeniyetler kurmuşlardır. Çünkü Kur’an insanı her açıdan mamur eden ve huzura kavuşturan değerler manzumesini ortaya koyar. Getirdiği değerlerle insanı ve toplumları güzel ahlak ve adalet merkezinde imar ve inşa eden bir kitaptır o. Söz konusu değerler ise her zaman ve zeminde varlığını ve insan için vazgeçilmezliğini muhafaza eden evrensel özelliğe sahiptir.

İnsanın tarihsel çizgisinde yaşanan değişim ve gelişimin ana mecrası teknik icatlardır. İnsanoğlu birikimsel bilginin yardımıyla, hayatı kolaylaştıran alet-edevat ve teknoloji icat etmiştir. Bu bağlamda dikey bir ilerleme söz konusudur. Ancak insani değerler ve ahlaki erdemler açısından dikey değil, yatay bir çizgi vardır. Söz konusu değerler her zaman için aynı kıymete ve özelliğe sahiptir. Örneğin bundan bin yıl önce yaşayan insanların sahip olduğu teknik imkânlar ve teknolojik aparatlar günümüzle mukayese edilmeyecek kadar basittir ama huzur ve güven içinde yaşayabilmek için ihtiyaç duyulan temel insani sorumlulukların kıymeti aynıdır. Değerlerin tekamülü temsiliyle mümkündür ve hayata yansıyınca gerçek kıymeti daha net ortaya çıkacaktır.  

Kur’an’ın bireysel ahlakı inşa ederken merkeze aldığı, sorumluluk bilinci, iman, istikamet, iyilik, yardımlaşma, her türlü kötü söz ve davranıştan kaçınma gibi değerler şüphesiz tüm zamanlar için üstün ahlaki ilkelerdir. Toplumsal hayatı inşa ederken ortaya koyduğu hukuk, hakkaniyet, kardeşlik, yardımlaşma gibi ilkeler de zaman ve mekânla mukayyet olmanın ötesinde evrensel ilkelerdir. 

Kur’an’ın bazı hükümlerinin geçmişte kaldığı iddiasına örnek gösterilen çok az sayıdaki ayet ya da konu, bir anlama sorunundan veya dar bir yorum çerçevesine hapsolmaktan kaynaklanmaktadır. Örneğin Enfal suresinin 60’ıncı ayetinde Müslümanların, düşmanlarına karşı kendilerini ve değerlerini savunmak amacıyla “güçlü atlar” hazırlamaları bu bağlamda sürekli zikredilen bir örnektir. Oysa söz konusu ayet çok açık şekilde Müslümanların güçlü olmaları gerektiğini, kendilerini korumak ve değerlerini savunmak için yaşadıkları dönemin güç unsurlarına en ileri düzeyde sahip olmalarının önemini ifade eder. Zira o dönem için atlar bir ordunun ve güçlü olmanın en ileri imkânıdır. Zamanın değişmesi ve teknolojinin gelişmesiyle farklı güç unsurları da ortaya çıkacaktır. Ayetin ortaya koyduğu ufuk doğru anlaşıldığında mesaj tüm zamanlara hitap edecektir. Ayrıca ayette geçen “atların” tarihin kalan süreci içinde insanlık için nasıl bir rol üstlenebileceği konusu şimdilik bilinmemektedir.  Dolayısıyla ayetlerin doğrudan ifade ettiği anlam, örnek ve biçim muhafaza edilerek gösterdiği ufuk iyi anlaşıldığında sorun kalmayacaktır. Benzer şekilde kölelik ile ilgili ayetler de bu çerçevede gündeme gelmektedir. İslam’ın üst, ideal, evrensel perspektif olarak köleliği ve insanı köleleştiren tüm unsurları ortadan kaldıran bir inanç ve hukuk getirdiği tüm açıklığı ile ortadadır. Kur’an, insanı sadece Allah’a iman ve itaat ederek insana ve eşyaya kul-köle olmaktan kurtulmaya davet eder. Ancak Kur’an’ın ilkelerinden uzak kalınan her zamanda insan nefsine, eşyaya, arzularına kul olmaya mahkûm edilmektedir. Dolayısıyla kölelik bağlamında söz konusu edilen ayetler; İslam’ın köleliği kaldırmayı hedefleyen üst bakışıyla beraber düşünülmelidir. Diğer yandan insanlığın, gelecekte yaşaması muhtemel süreçlerin, bugün düşünülmeyen pek çok meseleyi bir realite olarak gündeme getirmeyeceğini kim iddia edebilir? Ayrıca söz konusu ayetlerin insanın sorumluluklarına, ahlaki değerlere, vicdan hassasiyetine, hak duyarlılığına vurgu yapan boyutu ve bu bağlamda yapılan yorumlar, tüm zamanların evrensel ilkelerine dikkat çekmektedir. 

Bazı ayrıntılı fıkhi hükümler ya da Kur’an indiği toplumun pratiklerine yönelik ifadelerin her biri de yukarda ortaya konan perspektifle ele alındığında onların sadece geçmişte kalmadığı, tüm zamanlara mesaj verdiği açıkça görülecektir. En’am suresinin 115’inci ayeti, “Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir.” fermanıyla Kur’an’ın kıyamete kadar devam edecek olan rehberliğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi’nde; “Ey insanlar size, sımsıkı sarılıp uyguladığınızda asla yolunuzu kaybetmeyeceğiniz iki şey bıraktım; onlar Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün sünnetidir.” buyurması da Kur’an ve sünnetin kıyamete kadar devam edecek önemini yeryüzüne ilan etmektedir.

Öyleyse müminlere düşen görev, Kur’an ve sünnetin her bir ayetini ve evrensel rehberliğini en doğru şekilde anlayıp yaşamak suretiyle hakikat ve iyilik yolunda çağın öncüsü olmaktır. Hakikat şu ki; herkes Kur’an-ı Kerim’den ona bakışı oranında istifa edecektir. İmanla aklını ve kalbini ona açanlar, onun hakikati ve bereketi ile buluşacaktır.