Evrendeki varoluşumuzu doğru bir yere oturtmak istiyorsak Allah Teâlâ hakkında doğru bilgiye sahip olmak zorundayız. Oysa insanın kendi gücüyle bunu anlayabilmesi imkânsızdır. Allah Teâlâ hakkındaki bilgiyi yine o bildirmiştir. Bütün ilahi kitaplar da bu gayeyle; O’nu ve bizim O’nunla ilişkimizi anlatmak için gönderilmiştir. Kur’an’ın bildirdiğine göre bu ilişkinin temelinde O’nun Rahmân ve Rahîm oluşu vardır. Yani O’nun varlıkla alakasının birincil yönü rahmettir. (En’âm, 6/12,54; Mü’min, 40/7) O’nun rahmetinin iki cephesini içeren besmelenin bütün hayırların anahtarı olması da bu alakayı ifade eder.

Allah’ın rahmetinin gazabını geçtiği fikri İslam düşüncesinin en önemli ilkelerinden biridir. Rahmetin gazabı geçmesi ontolojik bir önceliktir. Başka bir söyleyişle, rahmet gazaba kıyasla asli olandır. Çünkü rahmet Hakk’ın hakiki mahiyetinin neticesi; gazap ise yaratılmışların fiilleri sebebiyle ortaya çıkan ikincil bir niteliktir. (A’râf, 7/156) Dolayısıyla rahmetinin kuluna ulaşması gazabının taallukundan öncedir.

O’nun rahmetinin ilk tecellisi yokluktan varlığa çıkmış olmamızdır. Var olmak bizatihi nimettir ve her nimetin aslıdır. Her şeyin ilk yaratılışında almış olduğu bütün fıtri mevhibeler de rahmaniyetin eseridir. Bu nedenle Allah’ın rahmetinin erişmediği hiçbir varlık yoktur ve rahmaniye temn-i âm, ümid-i küldür: Hayal edilebilecek tüm huzurlar, tüm ümitler O’nun Rahmân oluşu sayesindedir. Ümitsizlik insanın içini buruşturup onu öldüren bir şey olduğundan Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın rahmetinden ümit kesmek sapkınlık olarak görülmüş ve küfre eş tutulmuştur. (Yûsuf, 12/87; Hicr, 15/56; Ankebût, 29/23; Zümer, 39/53)

Kur’an-ı Kerim’de Rahmân İsm-i Şerif

Kur’an-ı Kerim’de Allah’tan başkası için hiç kullanılmadığı gibi daima zati bir sıfat olarak gelmiş; fiil gibi değil isim olarak amel etmiştir. Böyle sıfatlara “sıfat-ı galibe” denir. Bu durum o sıfatın o zat için özel ismi yerine kullanılabilecek kadar galebe oluşturduğunu gösterir. Kur’an-ı Kerim’de “Rahmân” isminin yer yer “Allah” ismi yerine kullanılması da bunu gösterir: İsrâ, 17/110; Meryem, 19/69, 78, 90, 91, 96; Furkân, 25/60; Tâhâ, 20/5, 108; Ra’d, 13/30. Bu nedenle “Rahmân” isminin hiçbir mahluka nispet edilemeyeceği konusunda âlimler arasında ittifak vardır.

Rahmet Allah’ın asli sıfatlarından biri olduğu gibi O, son peygamberini de âlemlere rahmet olmak üzere göndermiş (Enbiyâ, 21/107) ve ona indirilen “Kitap”ı da insanlık için rahmet olarak nitelemiştir. (Yûnus, 10/57; İsrâ, 17/82; Neml, 27/76-77; Kasas, 28/86; Lokmân, 31/3; Câsiye, 45/20) Yüzlerce ayette insanlığa lütfedilen maddi manevi nimetler rahmet kavramıyla ifade edilmiş ve aile hayatının huzuru da sevgi ve merhamet duygularına bağlanmıştır. (Rûm, 30/21)

“Rahmet”, insanlara mahsus “merhamet”le karıştırılmamalıdır. O’nun merhameti nicelik açısından sonsuz, nitelik açısından merhametin düşünülebilen tüm çeşitlerinden üstündür. Lisanımızda da “rahmet”i ilahi; “merhamet”i beşerî anlamda kullanmamız bu ikisi arasındaki farkı güzelce ortaya koyar. İsfehani’ye göre rahmet Allah’a nispet edildiğinde merhametin ürünü olan “lütufta bulunma” manasına alınmalıdır. Zaten lütuf ve ihsanı barındırmayan bir rahmet düşünülemez. Çünkü acımanın gereğini yerine getirmemek, acınan açısından acımamakla aynı sonucu verir.

Allah’a nispet edilen nihayetsiz merhamet ile dünyada vaki olan hastalık, zulüm, fakirlik gibi sıkıntıların nasıl bağdaştırılacağı konusu tartışılmıştır. Bu problem insan açısından sevilmeyen, şer diye nitelendirilen bazı şeylerin içinde bir hayrın bulunduğu (Bakara, 2/216), şerrin bütünüyle yok edilmesi hâlinde onun içerdiği ve uzun vadede insanın lehine olacak hayrın da ortadan kalkacağı şeklinde cevaplanmıştır. Allah Teâlâ merhametlilerin en merhametlisidir (Mü’minûn, 23/109, 118) fakat O’nun tasarruflarının bütün sırlarına vakıf olmak da mümkün değildir.

Rahmân Tecelli Ederse

Rabbimizin bu en yüce isminin tecelli ettiği insanlar herhangi bir ayrım yapmaksızın Allah’ın yarattığı bütün varlıklara merhamet gösterirler. Gazzâlî’ye göre Rahmân isminden elde edilecek feyiz kalp gözü perdeli olan kulları şefkat ve nezaketle uyarmak, günahkârlara hakaret nazarıyla değil merhamet nazarıyla bakmak, dünyada işlenen her bir günahı musibet kabul edip onu ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Çünkü her masiyet onu işleyeni Allah’tan uzaklaştırır ve Allah’tan uzaklaşmış insan merhamete en layık olan kimsedir.

Tıpkı kâinatın yöneticisinde olduğu gibi insanları idare eden kişilerin de emri altındakilere beslediği merhamet duygusu ve onların menfaatini koruma gayreti, gazabının, öfkesinin, kızgınlığının önüne geçmelidir. Nasıl Cenab-ı Hak bütün yaratılmışlara hayat ve varlık şartlarını eksiksiz sunuyorsa insanların işlerinin başına geçenler de onlara en uygun çalışma ortamını ve şartlarını sunmalıdır. Allah Teâlâ kulun işlediği suçlar sebebiyle ona sunduğu imkânları kesmediği gibi onlar da insanlara tanıdıkları imkânları tehdit unsuru olarak kullanmamalıdırlar.

Editör: Yasin Kurnaz