Temîm kabilesinden Hz. Peygamber'in (sas) vahiy kâtibi olan Hanzala şunları anlatmıştır:

“Resûlullah'ın (sas) yanındaydık… O şöyle buyurdu:

"Hanzala! Benim yanımdaki hâlinizi ayrıldıktan sonra da sürdürseydiniz melekler evinizdeyken —ya da yolda— sizinle musâfaha ederlerdi. Fakat ey Hanzala, (insan bu!) bazen öyle bazen böyle!" ”

عَنْ حَنْظَلَةَ الْكَاتِبِ التَّمِيمِيِّ الْأُسَيِّدِيِّ قَالَ: كُنَّا عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ)… فَقَالَ “يَاحَنْظَلَةُ! لَوْ كُنْتُمْ كَمَا تَكُونُونَ عِنْدِى لَصَافَحَتْكُمُ الْمَلاَئِكَةُ عَلَى فُرُشِكُمْ أَوْ عَلَى طُرُقِكُمْ. يَا حَنْظَلَةُ سَاعَةٌ وَسَاعَةٌ.”

(İM4239 İbn Mâce, Zühd, 28)

***

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) أَنَّهُ قَالَ: “إِنِّي لَا أَقُولُ إِلَّا حَقًّا.” قَالَ بَعْضُ أَصْحَابِهِ: فَإِنَّكَ تُدَاعِبُنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ فَقَالَ: “إِنِّي لَا أَقُولُ إِلَّا حَقًّا.”

Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas), “Ben sadece doğruyu söylerim.” buyurdu. Sahâbeden bazıları, “Yâ Resûlallah! Sen bize şaka yapıyorsun ama!” dediler. Bunun üzerine Peygamber (sas), “Ben, sadece doğruyu söylerim.” buyurdu.

(HM8462 İbn Hanbel, II, 341)

***

عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِى لَيْلَى قَالَ حَدَّثَنَا أَصْحَابُ مُحَمَّدٍ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) …فَقَالَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “لاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يُرَوِّعَ مُسْلِمًا.”

Abdurrahman b. Ebû Leylâ'nın Hz. Muhammed'in (sas) bazı sahâbîlerinden işittiğine göre, (bir sahâbînin, arkadaşını şaka yapmak amacıyla korkuttuğunu duyunca) Hz. Peygamber (sas), “Bir Müslümanın diğer bir Müslümanı korkutması helâl olmaz.” buyurmuştur.

(D5004 Ebû Dâvûd, Edeb, 85)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “لاَ سَبَقَ إِلاَّ فِى نَصْلٍ أَوْ حَافِرٍ أَوْ خُفٍّ.”

Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Yarış ancak ok atmada ya da at veya deve koşturmada yapılır.”

(N3615 Nesâî, Hayl ve sebk ve ramy, 14)

***

عَنْ عَائِشَةَ أَنَّهَا زَفَّتِ امْرَأَةً إِلَى رَجُلٍ مِنَ الأَنْصَارِ فَقَالَ نَبِيُّ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “يَا عَائِشَةُ مَا كَانَ مَعَكُمْ لَهْوٌ فَإِنَّ الْأَنْصَارَ يُعْجِبُهُمُ اللَّهْوُ.”

Hz. Âişe'nin (ra) anlattığına göre, kendisi bir kadını ensardan bir adamla evlendirmişti. (Düğün merasimi esnasında) Allah'ın Peygamberi (sas), “Âişe! Sizin eğlenceniz yok mu? Oyun ve eğlence ensarın hoşuna gider.” buyurmuştu.

(B5162 Buhârî, Nikâh, 64)

***

عَنْ عُقْبَةَ بْنِ عَامِرٍ قَالَ:سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “… لَيْسَ مِنَ اللَّهْوِ إِلاَّ ثَلاَثٌ: تَأْدِيبُ الرَّجُلِ فَرَسَهُ وَمُلاَعَبَتُهُ أَهْلَهُ وَرَمْيُهُ بِقَوْسِهِ وَنَبْلِهِ…”

Ukbe b. Âmir'in (ra) işittiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“…Ancak üç çeşit eğlence vardır: Kişinin atını eğitmesi, eşi ile hoş vakit geçirmesi, yayı ve oku ile atış yapması…”

(D2513 Ebû Dâvûd, Cihâd, 23)

***

Allah Resûlü’nün (sas) kâtipliğini yapanlardan biri olan, Temîm kabilesinden Hanzala b. Rebî’ başından geçen şöyle bir olayı anlatmıştır: "Resûlullah’ın (sas) yanındaydık. Bize cenneti ve cehennemi öyle anlattı ki onları gözümüzle görmüş gibi olduk. Sonra ben kalkıp eşimle çocuğumun yanına gittim ve gülüp eğlendim. Derken Resûlullah’ın (sas) yanındaki hâlimizi hatırladım hemen dışarı çıktım. Yolda Ebû Bekir’e (ra) rastladım. Ona (yaşadıklarımı anlattım ve) "Ben münafık oldum, münafık oldum!" dedim. Ebû Bekir (ra) da, "Biz de aynı şeyleri yapıyoruz." dedi."

Sonra Hanzala gidip Peygamber’e (sas), "Yâ Resûlallah, seni gördüğümüzde kalplerimiz yumuşuyor, âhiret adamı oluyoruz. Ama senin yanından ayrıldıktan sonra dünya hoşumuza gidiyor, eşimizi ve çocuklarımızı sevip kokluyoruz." diye yakındı. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas) şöyle buyurdu: "Hanzala! Benim yanımdaki hâlinizi ayrıldıktan sonra da sürdürseydiniz melekler evinizdeyken —ya da yolda— sizinle musâfaha ederlerdi. Fakat ey Hanzala, (insan bu!) bazen öyle bazen böyle!"

Ashâbın günlük hayat içindeki şakalaşma ve eğlenmelerine zaman zaman Peygamberimiz (sas) de katılıyor ve insanları rahatlatıyordu. Hadis kitaplarında gerek Peygamberimizin (sas) gerekse sahâbenin şaka ve eğlencelerine dair bol miktarda rivayet görmek mümkündür. Meselâ, Buhârî’nin el-Edebü’l-müfred ’inde, Ebû Dâvûd’un Sünen ’inde, Tirmizî’nin Sünen ’inde, Nesâî’nin es-Sünenü’l-kübrâ ’sında, İbn Mâce’nin Sünen ’inde, Dârimî’nin Sünen ’inde, İbn Hıbbân’ın Sahîh ’inde mizahla ilgili rivayetler için müstakil bölümler açılmıştır. Hadis kitaplarındaki bu bölümlerde Hz. Peygamber’in (sas) aile ve toplum hayatında insanlarla doğal ve sevecen bir iletişim içerisinde olduğunu gösteren çok sayıda rivayet nakledilmiştir. Meselâ, Hz. Peygamber’in (sas) yanında çocukluğunu geçiren ve ona on yıl hizmette bulunan Enes b. Mâlik (ra), Allah Resûlü’nün (sas) kendisine zaman zaman şaka yaptığını ve hatta bir keresinde, "Ne haber iki kulaklı?" dediğini anlatmaktadır. Allah Resûlü (sas), kuşu öldüğü için üzgün duran Enes’in kardeşiyle de, "Ey Ebû Umeyr, kuşcağızdan ne haber?" diye şakalaşmış ve gönlünü almıştı.

Bir gün adamın birisi Hz. Peygamber’e (sas) gelerek, "Ey Allah’ın Resûlü, beni bir hayvana bindir!" dedi. Hz. Peygamber (sas) de "Biz seni bir dişi devenin yavrusuna bindirelim." diye şaka yaptı. Espriyi anlamayıp şaşıran adam, "Ey Allah’ın Resûlü! Ben dişi devenin yavrusunu ne yapayım?" deyince Peygamber (sas), "Her deveyi bir dişi deve doğurmuş değil midir?" diye cevapladı.

Sevgili Peygamberimiz (sas) çevresindeki her yaştan ve kesimden insanla bu türden diyaloglar kurardı. İnsanlarla olan rahat iletişimi etrafındakilere de kendisine şaka yapma rahatlığı bahşetmişti. Meselâ, Avf b. Mâlik el-Eşcaî Tebük Savaşı’nda Resûlullah’ın (sas) çadırına gelip selâm vermiş, Allah Resûlü (sas) de, "Gir." diye seslenmişti. Avf b. Mâlik çadırın küçüklüğünü ima ederek, "Tamamen mi gireyim yâ Resûlallah!" demiş, Hz. Peygamber (sas) de, "Evet, tamamen gir." diye karşılık vermişti. Peygamberimiz (sas) bir gün torunları Hasan ve Hüseyin’i iki omuzuna oturtmuş hâlde ensardan bir topluluğun sohbet meclisine girdiğinde onu bu hâlde görenler, "Atınız ne kadar güzelmiş!" diye şaka yapmaktan kendilerini alamamışlardı. Her ne kadar oradakiler, Hasan ve Hüseyin’e hitap etmişse de Hz. Peygamber (sas), "Onlar da ne iyi binicidirler!" diye şakaya karşılık vermişti.

Bu örnekler Resûl-i Ekrem’in (sas) insanlara duyduğu sevgi ve muhabbeti ortaya koymaktadır. Onun insanlarla şakalaşması, bu tür hareketlerin hafiflik olmadığını ve ağırbaşlılıkla çelişmediğini göstermektedir. Sahâbeyi anlatan, "Birbirlerine karpuz atıp şakalaşırlardı. Ciddi meselelerde ise işlerinin adamı olurlardı." ifadesi ve "Sahâbe gülerler miydi?" sorusuna, İbn Ömer’in (ra), "Evet! Kalplerindeki iman da dağlardan daha büyüktü." şeklindeki cevabı tam da bunu ifade etmektedir.

Sevgili Peygamberimizin (sas), "Kul, şaka yaparken yalan söylemeyi ve doğru da olsa gösterişi terk etmedikçe gerçekten iman etmiş olmaz." sözü ise kişinin dindarlığına zarar veren şeyin şakalaşmak olmadığını, şakacıktan da olsa yalana tevessül edilmesi olduğunu bildirmektedir. İbn Uyeyne, "Mizah kötü müdür?" sorusuna, "Aksine sünnettir." diye cevap vermiş, "Ancak, güzel ve nezih yapıldığı sürece..." diye de eklemiştir.

Şaka yaparken bile olsa Müslüman’ın doğruluktan ayrılmaya hakkı yoktur. Allah Resûlü (sas), "Ben, her zaman sadece doğruyu söylerim." dediğinde bu inceliği kaçıranlar ona, "Yâ Resûlallah! Sen bize şaka yapıyorsun ama!" demişlerdi de Peygamber (sas) ısrarla, "Ben, her zaman sadece doğruyu söylerim." buyurmuştu. Bu bir buyruktu aynı zamanda... Mümine ciddi işlerinde olduğu gibi şakalaşırken de en temel hasletini terk etmemesini salık vermekteydi. Şaka sadece yakınlaştırıcı ve kaynaştırıcı bir eğlenceydi. İnsan onurunu zedelememesi, kavgaya ya da korkutma gibi psikolojik rahatsızlıklara yol açmaması dikkat edilen diğer bir husustu kuşkusuz. "Kardeşinle (düşmanlığa varan) tartışmaya girme, onunla (kırıcı şekilde) şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme!" buyurduğunda Allah Resûlü’nün (sas) dikkat çektiği şey de bundan başkası değildi. Uyuyan birisinin yanındaki ipi arkadaşı şaka olsun diye birden çekip almış, o da korkup sıçrayarak uyanmıştı. Bu olayı duyduğunda etrafındakileri, "Bir Müslüman’ın diğer bir Müslüman’ı korkutması helâl olmaz." diyerek uyaran Hz. Peygamber (sas), aynı uyarıyı benzer bir başka olay üzerine de yapmıştı. Bir seferde, biniti üzerinde uyuklamaktan dolayı sallanan bir adamın ok kılıfından birisi bir ok çekti. Uyuklayan adam korkuyla sıçradı. Bu olay üzerine Allah Resûlü (sas) böyle bir şakanın uygunsuzluğunu aynı ifadelerle hatırlattı.

Câbir b. Abdullah’ın (ra) anlattığı şu olay da ölçüsüz şakaların ne gibi sonuçlar doğurduğunu gösteren çarpıcı bir örnektir: "Resûlullah (sas) ile beraber bir gazveye çıkmıştık. Muhacirlerden bir topluluk Hz. Peygamber’e (sas) katıldı. Topluluk giderek kalabalıklaştı. Muhacirlerden biri sürekli şaka yapıyordu. Derken bu muhacir şaka olsun diye ensardan birisinin arkasına vurdu. Ensarî, bu davranış karşısında son derece öfkelendi. Öyle ki iş, karşılıklı meydan okumaya kadar vardı. Ensarî, "Yetişin ey ensar!" diye, muhacir de "Muhacirler yetişin!" diye bağırdı. Bu sırada Hz. Peygamber (sas) çıkageldi. "Câhiliye ehlinin (kavgalarda başvurduklarına benzeyen) bu yardım çağrıları da nereden çıktı? Bunların derdi ne?" dedi. Kendisine bir muhacirin ensardan birisinin arkasına vurduğu söylendi. Hz. Peygamber (sas) de, "Bu davranışları terk edin. Bunlar çok çirkin şeyler." buyurdu.

Peygamberimiz (sas) insanları, şakalaşırken kardeşliği zedeleyecek, insanlar arasında kine sebebiyet verecek davranışlardan sakındırırdı. Aynı şekilde insanların eğlenmesini onaylarken de bu şartı hep gözetiyordu. Her yıl ensar çocuklarını güreştirirken de zaman zaman yaptırdığı at yarışlarında da aynı hassasiyeti korumaktaydı. Enes b. Mâlik’in (ra) anlattığına göre, Resûlullah’ın (sas) Adbâ isminde, kimsenin geçemediği dişi bir binek devesi vardı. Bir ara genç bir yük devesi üstünde bir bedevî geldi. Yapılan koşuda bedevînin yük devesi Adbâ’yı geçti. Bu durum Müslümanlara ağır geldi... "Adbâ yenildi!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sas) bu tür şeylerde hırslı davranmanın yanlışlığına şu sözlerle işaret etti: "Dünyada yükselttiği her şeyi geri indirmek Allah’ın (cc) bir kanunudur!"

Hz. Peygamber (sas) döneminde yarış da bir eğlence çeşidi idi. O gün en fazla rağbet edilen yarış çeşitleri ise ok atışı, at ve deve yarışı idi. Allah Resûlü (sas) bu yarışları teşvik ediyor, bazen ödül koyuyor ve hatta kendisi de bizzat at eğitip onunla yarışlara katılıyordu. At yarışları eğlence olmasına eğlenceydi ama kuşkusuz savaşa hazırlık gibi bir yönü de bulunmaktaydı. Ok atıcılığı da bunun gibiydi. Peygamber Efendimiz (sas) ok atıcılığını teşvik ederken bunun savaş için bir eğitim olduğunun farkındaydı. Eslem kabilesinden karşılıklı ok atmakta olan bir gruba denk geldiğinde, "Ey İsmâiloğulları, ok atın! Şüphesiz sizin babanız da usta bir ok atıcısı idi." diye onları teşvik etmiş ve "Ben bu yarışmada filânoğulları ile beraberim!" diyerek onlara katılmıştı. Resûlullah’ın (sas) bu sözünü işitince karşı grup ok atmaktan vazgeçtiler. Bunun üzerine Resûlullah (sas), "Size ne oldu, niye atmıyorsunuz?" dedi. Onlar da "Yâ Resûlallah! Siz onlarla beraberken ok mu atalım?" dediler. Resûlullah (sas) bunun bir yarışma ve eğlence olduğunu hatırlatırcasına, "Atın! Ben hepinizle beraberim." buyurdu. Yarışmada uyulacak prensipler vardı elbette. Bunlar mümin için ciddi ya da şaka hiçbir işte vazgeçemeyeceği prensiplerdi. Bir canlıyı hedef tahtası yapmamak ya da at yarışında atları bağırarak ürkütmemek, yedek at kullanıp atı değiştirmemek, ilk bakışta birer yarışma kuralı gibi görünse de aynı zamanda Müslüman için ahlâkî bir gereklilikti.

Eğlence amaçlı oynanan oyunlarda da ahlâkî hassasiyetin gözetilmesi gerektiğini rivayetlerden öğrenmekteyiz. Hz. Peygamber (sas) döneminde hem putperest toplumların bir meşguliyeti hem de bir çeşit kumar olarak karşımıza çıkan nerd (tavlaya benzer bir oyun) ve satranç gibi oyunların hoş karşılanmadığı görülmektedir. "Her kim tavla oynarsa elini domuz eti ve kanına batırmış gibi olur." rivayetinde tavlanın domuzla anılması ya da Hz. Ali’nin (ra), "Satranç Acemlerin kumarıdır." şeklindeki sözü, o dönemde bu oyunlarla ilgili var olan algıya işaret etmektedir. Satranç oynayan bir gruba rastladığında Hz. Ali’nin (ra), "Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor!" âyetini okuması da bu oyunların o dönemde putperest âdetleri çağrıştırdığını teyit etmektedir.

Söz konusu oyunların onaylanmamasının gerisinde, vakit öldürme ve kumara kapı aralama gibi özelliklerini engelleme çabası bulunmaktadır. Esasen meysir (kumar), Allah’ı (cc) anmaktan ve namazdan alıkoyan kumar niteliğindeki oyunlardır. Bu bakımdan güvercinle oynayan bir adamın, "Şeytanı takip eden bir şeytan!" şeklinde eleştirilmesini anlamak mümkündür. Kuşkusuz kötü olan, güvercin beslemek ve onu uçurmak değil, onu kumara alet etmek ya da güvercini takip etme bahanesiyle komşuların damlarında gezip onların özel hayatlarını ihlâl edip gözetleme yapmaktır. Oysa sonraki dönemlerde, Firavun ve Lût kavimleri gibi geçmiş toplumlardan kötü örneklerle ilişkilendirilerek ve uğursuzluk atfedilerek kumar oynamak gibi meşru olmayan herhangi bir amaç içermese de güvercin uçurmaya iyi gözle bakılmamıştır. Ancak güvercinin özellikle haberleşmede önemli bir vasıta oluşu, onu diğer kuşlardan çok daha değerli kılıyor ve sahibine bir üstünlük kazandırıyordu.

Aynı hassasiyet şarkı için de vurgulanmıştır. Allah Resûlü (sas), özellikle düğün ve bayramlarda çalgı aletlerinin kullanıldığı eğlenceleri bizzat teşvik ederdi. Düğünlerin sadece def çalınarak da olsa duyurulmasını önemserdi. Meselâ, Hz. Âişe (ra) bir kadını ensardan bir adamla evlendirmişti. Düğün merasimi durgun geçmiş olmalı ki Peygamber (sas), "Âişe! Sizin eğlenceniz yok mu? Oyun ve eğlence ensarın hoşuna gider." diyerek uyarma ihtiyacı hissetmişti.

Bir defasında da Hz. Âişe’nin (ra) yanında iki küçük kız def çalıp şarkı söylüyor, Medine’nin İslâm’la şereflenmesinden önce kabileler arasında yaşanan Buâs Harbi’ni anlatan şiirlerden oluşan şarkılar dillendiriyorlardı. Allah Resûlü (sas) ise aynı odada örtüsüne bürünerek yatağına uzanmış, sırtı dönük vaziyette istirahata çekilmişti. Derken içeriye Hz. Ebû Bekir (ra) girdi ve muhtemelen istirahat hâlindeki Hz. Peygamber’i (sas) rahatsız ettikleri düşüncesiyle, "Peygamber’in yanında şeytan çalgıları ha!" diyerek kızı Âişe’ye (ra) çıkıştı. Hz. Ebû Bekir’in (ra) bu tepkisi üzerine Hz. Peygamber (sas) yüzünü açtı ve "Ebû Bekir! Onları bırak! Çünkü bunlar bayram günleridir." buyurdu.

Şarkılar bayram neşesi olduğu gibi yolculuklarda da yoldaştı. Hz. Ömer (ra) çölde şarkı söyleyen bir adamı gördüğünde, "Şarkı yolcunun azığıdır." demişti. Yolculuklarda bazen şiir söyleyerek de yol sıkıntısı hafifletilmeye çalışılırdı. Bir sefer esnasında Allah Resûlü (sas) Abdullah b. Revâha’ya (ra) şiir söylemesini kastederek, "İn ve develeri hareketlendir." buyurdu. O da bunun üzerine, "Vallahi, sen olmasaydın biz ne hidayete erer ne sadaka verir ne de namaz kılardık. (Allah’ım!) Düşmanla karşılaşırsak yardımını indir üzerimize ve ayaklarımızı sabit kıl." dizelerini okudu. Hayber yolunda benzer dizeleri okuyan bu sefer Âmir b. Ekva’ idi. Seleme b. Ekva’ın anlattığına göre, bir gece Hayber’e doğru yol alırken bir adam Âmir’e, "Bize şiirlerinden dinletir misin?" demiş, o da bu rica üzerine şunları söylemişti: "Vallahi, sen olmasaydın biz ne hidayete erer ne sadaka verir ne de namaz kılardık. (Allah’ım!) Bizleri bağışla, senin yoluna canımız feda olsun. Düşmanla karşılaşırsak yardımını indir üzerimize ve ayaklarımızı sabit kıl. Çünkü biz düşmanla savaşa çağırılırsak geliriz. Düşmanlar bize karşı yardım çığlıkları attılar." Âmir’in bu sözleri Peygamberimizin (sas) hoşuna gitmiş ve hayvanı güdenin kim olduğunu sormuş, sonra da, "Allah (cc) ona rahmet etsin." şeklinde memnuniyetini dile getirmişti.

Bayram günleri oyunlar da oynanırdı. Meselâ, Hz. Âişe (ra) mescitte oynayan Habeşlileri ne büyük bir zevkle seyrettiğini şöyle anımsamaktadır: "Allah Resûlü’nün (sas) odamın kapısında durduğunu gördüm. Habeşliler Resûlullah’ın (sas) mescidinde mızraklarıyla bir oyun sergiliyorlardı. Allah Resûlü (sas) Habeşlilerin oyunlarını seyredeyim diye beni abasının içine aldı ve ben oyunu seyretmeyi bırakana kadar (hatırımı kırmayarak) oradan ayrılmadı." O gün mescitte gösteri yapanlara Hz. Ömer (ra) müdahale etmek istemişti ancak Resûlullah (sas) onu uyarmış ve onların rahatsız edilmelerini engellemişti.

Şarkı ve oyun, diğer eğlence türleri gibi insanların dinlenme ve rahatlama ihtiyacından doğan, onları dinlendirirken de daha ciddi işler için dinçleştiren ve hazırlayan vasıtalar olarak görülmektedir. Nitekim Gazâlî’ye göre, ölçülü yapılan eğlenceler ibadetlerin ifası için bedenen ve ruhen dinlendirici olacağı için mubahtır. Peygamberimizin (sas), "...Ancak üç çeşit eğlence vardır: Kişinin atını eğitmesi, eşi ile hoş vakit geçirmesi, yayı ve oku ile atış yapması..." sözüyle hem insanı dinlendiren hem de birey ve toplum hayatına pozitif katkılar sağlayan eğlenceler tavsiye edilmektedir. Eğlenirken savaşa hazırlanmak, toplumu emniyet içinde güçlendirme arzusunun ifadesidir.

Diğer taraftan aile mutluluğunu sağlamak da gözetilen amaçlar arasındadır. Hz. Peygamber’in (sas) Hz. Âişe (ra) ile yarış yapması böyle bir arzuyu ne güzel sembolize etmektedir! Müminlerin annesi bu hatırasını şöyle anlatır: "Bir yolculuk sırasında Resûlullah (sas) ile yarış yapmıştık. Bu yarışta ben koşarak onu geçtim. Bir süre sonra bir yarış daha yaptık. Şişmanlamıştım, bu sefer o beni geçti ve "İşte bu, diğerinin karşılığıdır." buyurdu."

Eğlence genel anlamda olumlu bulunsa da insanın bilincini körelten, İslâm inanç esaslarına ve ahlâkına uygun düşmeyen şekil ve içerikte olanlar elbette hoş karşılanamazdı. Meselâ, Rubeyyi’ bnt. Muavviz’in evlenme törenine katılan Hz. Peygamber’in (sas) def çalıp şarkı söyleyen kızları uyarması, hoşuna gitmeyen güfteden dolayı idi. Bu kızlar babalarından Bedir Savaşı’nda şehit olanların güzel vasıflarını anıyorlardı. Derken içlerinden birisi, ‘İçimizde yarın ne olacağını bilen bir peygamber var!" şeklinde bir cümle sarf etti. Bunun üzerine Peygamber (sas), "Böyle söyleme! Daha önce söylemekte olduğun sözleri söyle!" buyurdu.

"Dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir..." şeklinde, bu geçici hayatın insanı meşgul eden ve hızla akıp giden yönüne vurgu yapan pek çok âyet vardır. Gazâlî bu âyetlerden biri olan "Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir." buyruğunu açıklarken, insanın hayat boyu geçirdiği safhaların arzularındaki yoğunluğa nasıl etki ettiğine dikkat çeker. Nitekim insan için hayatının çocukluk safhasında oyun ve eğlenceden daha önemli ve zevk veren bir şey yoktur. Kişiliğin çocukluk döneminde ve oyunlarla şekillendiği düşünüldüğünde insanın bir ömür boyunca taşıdığı karakterin oyun ve eğlence ile ilişkisi daha rahat anlaşılacaktır.

İslâm’ın ilk dönemlerinde hem putperest âdetleri çağrıştırması hem de insanlara asli vazifelerini unutturması bakımından tavla, satranç gibi oyunlar hoş karşılanmamıştı. Çalgı ve şarkı için de benzeri kaygıların yanı sıra genellikle kadın ve içkiyle birlikte var olmaları uyarıları gündeme getirmişti. Bu tür eğlencelerin bugün de kişileri dinî ve dünyevî sorumluluklarından uzaklaştırma ihtimalini gözden uzak tutmamak gerekir. Sevgili Peygamberimiz (sas), "Boş iş, kötüdür." derken işte insanları Allah’a (cc) ve topluma karşı sorumsuz hâle getiren eğlenceyi kastetmiş olmalıdır; yoksa birliği tesis edici, kaynaştırıcı ve dinlendirici eğlenceyi değil. Kuşkusuz bir toplumun güçlü olması, fertlerinin ruh bakımından kuvvetli olmasını gerektirir. Eğlencenin dozunu kaçırmak, onu bir gösteriş aracı kılmak, eğlenceyi ruhumuzu dinlendiren, dinginleştiren ve kuvvetlendiren bir araç olmaktan çıkarmaktadır. Bugün eğlence adına her türlü çılgınlığın, insan onuruna yakışmayan tavırların ve israfın alabildiğine sergilendiğine üzüntüyle tanık oluyoruz. Kuşkusuz bu tür bir eğlence insanın ruhunu dinlendirmek ve insanları kaynaştırmak yerine, insanî değerleri zayıflatan ve insanlar arasında kini ve nefreti körükleyen bir sebep hâline gelebilmektedir.

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam