Prof. Dr. Selçuk COŞKUN

Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı

Anadolu toprakları İslam’la tanıştıktan sonra buralardaki Müslümanların günlük yaşayışları, hayata bakışları, örf ve âdetleri de İslami kültürle yani Kur’an ve sünnetin telkinleriyle yoğrulmuş, Kur’an ve sünnet, hayatlarının bir parçası olmuştur. Günümüze gelindiğinde, bazen örf ve âdetlerimizde bazen atasözlerimizde ve bazen de şiirlerimizde bu izlere rastlarız. İlk bakışta bunların dinî kaynaklarımızla bağlantısını kurmaz; hepsini sıradan örf, âdet ve gelenekler gibi algılarız. Hâlbuki biraz gerilere gidildiğinde bunların bir kısmının Kur’an’a bir kısmının da Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünnetine dayandığını görürüz. Bu durumun serencamına baktığımızda şöyle bir tabloyla karşılaşırız: İslam dini tekâmül edip farklı coğrafyalara yayılmaya başlayınca hem Kur’an ve sünnet hem de bunlardan elde edilen özlü fikirler ve uygulamalar farklı coğrafyalara yayılmış, milyonlarca hatta milyarlarca Müslüman tarafından uygulanarak hayatın parçası hâline getirilmiştir. Nesilden nesile uygulanarak ve tekrar edilerek gelen bu uygulamalar ve sözler hayatın içerisine sinmiş, hazmedilmiş, söz konusu bölgelerin örfüne, âdetine, atasözlerine, vecizelerine karışmış, onlar içerisinde yoğrulmuş, birbirinin ayrılmaz parçası hâline gelmiştir. Böylece ortak bir Müslüman kültür oluşmuştur.

Yukarıda işaret edilen husus ülkemiz için de geçerlidir. Kültürümüzü şekillendiren birçok anlayış, uygulama ve kavram, Kur’an’a ve sünnete dayanır. Bunlardan biri de günlük hayatta dilimizden düşürmediğimiz “emanet” terimi ve buna dayanan anlayışlardır. “Emaneti ehline vermek”, “emanete ihanet etmemek”, “emin adam” gibi kullanımlar yine hayattaki birinin “can” için “emaneti taşıyoruz” ifadesi, vefat eden için “emaneti teslim etti” ifadesi, günlük hayatta kullanılan “Allah’a emanet olun”, “dünyada emanetçiyiz” gibi sözler bu durumu göstermektedir. Hatta atasözleri arasında yer alan; “emanete hıyanet olmaz”, “emanet ata binen tez iner”, “kurda kuzu emanet edilmez” şeklindeki kullanımlar İslami bir kavram olan “emanet”in kültürümüze ne derece sirayet ettiğini göstermektedir. Özetle, bütün bu kullanımlar; Kur’an’da ve hadislerde geçen “emanet” kavramının sosyal bünyemizin ayrılmaz bir parçası hâline geldiğini, kılcal damarlarımıza kadar işlediğini gösterir.

Asıl itibarıyla Arapça olan emanet terimi; “güvenmek, korku ve endişeden emin olmak, güvenilir olmak” ve “güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak tevdi edilen şey” anlamına gelir. Bu kelime, Kur’an-ı Kerim’de de birçok ayette geçmektedir. (Bakara, 2/283; Ahzab, 33/72; Âl-i İmran, 3/75, Nisa, 4/58, Müminun, 23/8; Mearic, 70/32.) Kur’an ve sünnet birlikte değerlendirildiğinde, genel olarak bir Müslümanın hayattaki her şeye emanet gözüyle bakmasının gerektiği anlaşılmaktadır. Bu kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan emanet kavramıyla ilgili her şeye burada değinmek mümkün olmamakla birlikte bir fikir vermesi açısından hadislerde geçen bazı noktalara temas etmek yerinde olacaktır.

Muhammedü’l-Emin

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) daha peygamber olmadan önceki en önemli vasfı “emin olmak” idi. Onun için Cahiliyye toplumunda bile ona “Muhammedü’l-Emin (Güvenilir olan Muhammed)” denilirdi. Şüphesiz toplumdaki bu algı, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bir ömür boyu göstermiş olduğu emanete riayet tarzındaki davranışlarının sonucuydu. Öyle ki yeniden inşa edilen Kâbe’nin kıymetli bir taşı olan Haceru’l-Esved’i yerine koymak için bile onun uygulamasına rıza gösterilmiş ve büyük bir iç karışıklık önlenmişti. Bütün bunlar daha o peygamber olmazdan önce gerçekleşmişti. Aslında kendisi de insanların ona güvendiğini, itimat ettiğini biliyordu ve farkındaydı. Hatta nübüvvetin ilk yıllarında, ara sıra buna işaret ediyordu. Bir defasında, “En yakın akrabanı uyar...” (Şuara, 26/214.) ayeti inince Resulüllah (s.a.s.) Safa tepesine çıkmış ardından şöyle seslenmişti: “Ne dersiniz, size şu dağın arkasından ‘(sizinle savaşmak üzere düşman) atlılar geliyor!’ diye bir haber versem bana inanır mıydınız?” diye sormuş, onlar da; “Biz senin hiç yalan söylediğini görmedik.” demişlerdi...” (Buhari, Tefsir, Leheb, 1.) Hatta Hirakl bile kendisine gelen heyete sorduğu sorularla onun bu özelliklere sahip olduğunu anlamış ve Ebu Süfyan’a şöyle demişti: “Onun namaz kılmayı, doğru dürüst olmayı, iffetli olmayı, ahde vefa göstermeyi ve emaneti sahibine tevdi etmeyi istediğini iddia ettin. İşte bunlar, bir peygamberin vasıflarıdır.” (Buhari, Şehadat, 28.)

Emanete hıyanet edilmez

Hz. Peygamber (s.a.s.), emanete hıyanet etmeyi münafıklık alametleri arasında saymıştır. (Buhari, İman, 24; Şehadat, 28; Müslim, İman, 107, 108.) Buna ilaveten, emanete hıyanet eden kişiye hıyanetle karşılık vermeyi de yasaklamıştır. (Ebu Davud, Büyû, 79; Tirmizi, Büyû, 38.) Enes b. Malik şöyle demiştir: “Allah’ın Peygamberi (s.a.s.) bize hutbe verdiği zaman mutlaka şöyle buyururdu: Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, III, 134.) Zira Hz. Peygamber, “Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz.” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, II, 349.)

Bir gün Hz. Peygamber’e, “Ey Allah’ın Resulü, İslam(a inananlar)ın hangisi daha faziletlidir?” diye sordular. O da “Dilinden ve elinden (gelecek kötülükler konusunda) Müslümanların emin oldukları kimse!” buyurdu. (Buhari, İman, 5.) Bulunduğu mertebeye nasıl ulaştığı sorulan Hz. Lokman (a.s.) şu cevabı vermişti: “Doğru sözlülükle, emaneti ehline teslim etmekle ve kendimi ilgilendirmeyen konularla meşgul olmamakla!” (Muvatta, Kelam, 7.)

Emanete riayet cenneti garanti eder

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bana kendi adınıza altı şeyin güvencesini verin, ben de size cennetin güvencesini vereyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin, söz verdiğinizde sözünüzü tutun, size (bir şey) emanet edildiğinde ona riayet edin, iffetinizi koruyun, gözlerinizi (bakılması yasak olandan) sakının ve ellerinizi (haramdan) çekin. ” (Ahmed b. Hanbel, V, 323.)

Verilen görev ve yetki emanettir

Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.s.), vergi memurluğu görevi isteyen Ebu Zerr el-Gıfari’ye: “Bu iş bir emanettir; emanet, üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur.” buyurmuştur. (Müslim, İmare, 16.) Bunun gibi hayatın başka alanlarındaki görev ve yetkiler de emanet olarak değerlendirilmelidir. Bazı kişilerin özel hayatlarına muttali olan meslek erbabı da sahip oldukları özel bilgileri kimseyle paylaşmamalıdır. Bu bilgiler, “emanet” olarak görülmeli ve emanete asla ihanet edilmemelidir.

Başkasına ulaştırılmak üzere bırakılan her şey emanettir

Çocukluğunu Peygamberimizin (s.a.s.) yanında geçiren Numan b. Beşir’in (r.a.) anlattığına göre, Hz. Peygamber’e Taif’ten bir miktar üzüm hediye edilmişti. Hz. Peygamber, Numan’ı çağırarak “Şu salkımı al da annene götür.” demişti. Numan ise üzümü annesine götürmeden önce yiyip bitirmişti. Birkaç gün sonra Hz. Peygamber, “Üzüm salkımı ne oldu, onu annene ulaştırdın mı?” diye sormuş, Numan; “Hayır.” diye cevap verince Resulüllah ona “ğuder” (vefasız) demişti. (İbn Mace, Et’ıme, 61.) Elbette Allah Resulü (s.a.s.) Numan’ı vefasızlık ile yaftalamak istememişti. O, bu tavrı ile küçük bir emanetin teslimi konusunda bile her yaştan insanın titiz davranması gerektiğini vurgulamıştı. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir defasında da şöyle buyurmuştur: “Sana bir şey emanet eden kişiye emanetini (hakkıyla koruyarak) iade et. Sana hainlik edene sen hainlik etme.” (Tirmizi, Büyû, 38; Ebu Davud, İcare, 79.) Hz. Ömer ise bir kişiyi şu açıdan değerlendirmemizi bize tavsiye eder: “Bir kimsenin ne namazına ne de orucuna bakın. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete riayet ediyor mu, dünyalık meselelerle uğraştığında helali haramı gözetiyor mu, siz ona bakın.” (Beyhaki, Şuabü’l-İman, IV, 230.)

Söz emanettir

Peygamber Efendimizin (s.a.s.) belirttiğine göre, sohbette konuşulan sözler de bir emanettir. Dolayısıyla başka ortamlarda anlatılması, özel bir sohbet anında anlatılanların orada bulunmayanlara da taşınarak yayılması doğru değildir. Hz. Peygamber, hangi konuşmanın özel konuşma kapsamına gireceğini şu şekilde tanımlamıştır: “Bir kişi bir söz söyleyip sonra da (kimsenin duymadığından emin olmak için) etrafına bakınırsa o söz emanettir.” (Ebu Davud, Edeb, 32.) O hâlde üçüncü şahısların işitmemesi için özen gösterilen konuşmalar emanet olarak değerlendirilmelidir.

Emanete riayet için işi ehline vermek gerekir

İşlerin düzgün yürütülebilmesi için her işin ehil kimselere verilmesi ve o kimselerin de sorumluluk duygusuyla hareket ederek işinin hakkını vermesi gerekir. Zira her iş, o işi yapan kimseye tevdi edilmiş bir emanettir. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilir: “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor…” (Nisa, 4/58.) Bir gün Hz. Peygamber, ashabını etrafına toplamış sohbet ediyor, onlara nasihatlerde bulunuyordu. Bu sırada bir bedevi çıkageldi ve “Kıyamet ne zaman (kopacak)?” diye sordu. Hz. Peygamber sözünü kesmeden konuşmasına devam etti. Oradakilerden biri, “Resulüllah bedevinin ne dediğini işitti fakat sorusundan hoşlanmadı.” dedi. Bir başkası ise “Belki de (soruyu) işitmedi.” dedi. Nihayet Sevgili Peygamberimiz sözünü bitirince; “Kıyameti soran nerede?” buyurdu. Bedevi, “İşte benim!” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü, “Emanet zayi edildiği vakit kıyameti bekle!” buyurdu. Bedevi, “Onun zayi edilmesi nasıl olur?” diye sorunca Hz. Peygamber, “İş, ehil olmayan kimseye verildiğinde kıyameti bekle.” buyurdu. (Buhari, İlim, 2; Rikak, 35.)

Eşler de emanettir

Resulüllah’ın (s.a.s.) Veda Hutbesi’nde müminlere bıraktığı son nasihatlerinden birisi, “kadınlar hakkında Allah’tan sakınmaları gerektiği” olmuştur. Çünkü kocaları, “Onları Allah’ın bir emaneti olarak almışlar ve Allah’ın adıyla (nikâh kıyarak) onları kendilerine helal kılmışlardır.” (Müslim, Hac, 147.) Öyleyse, eşler de birer emanet olarak görülmelidir.

Velhasıl emanet; hayatın her alanını kuşatan, hayatta ne varsa onlarla ilgili veya ilişkili olan bir değerdir. Bu cümleden olarak; mal, can, eş, evlat, söz, vazife, din hepsi birer emanettir. Bir Müslüman için, dinimizin iki temel kaynağı olan Kur’an ve sünnet de bize emanettir. Rabbimizden ve Efendimizden (s.a.s.) bize kadar gelen bu emanetlere de riayet etmemiz, ihanet etmememiz, onları korumamız, yaşamak ve yaşatmak için elimizden geleni yapmamız da omuzlarımıza yüklenmiş birer emanettir.

Editör: Ömer Ceylan