Ebû Hüreyre'den (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sas), şöyle buyurmuştur:“Allah (cc), gönderdiği bir hastalığın kesinlikle şifasını da göndermiştir.”

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) ، عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَا أَنْزَلَ اللَّهُ دَاءً إِلاَّ أَنْزَلَ لَهُ شِفَاءً.”

(B5678 Buhârî, Tıb, 1)

***

عَنْ أُسَامَةَ بْنِ شَرِيكٍ قَالَ:قَالَتِ الأَعْرَابُ يَا رَسُولَ اللَّه!ِ أَلاَ نَتَدَاوَى؟ قَالَ: “نَعَمْ يَا عِبَادَ اللَّهِ تَدَاوَوْا، فَإِنَّ اللَّهَ لَمْ يَضَعْ دَاءً إِلاَّ وَضَعَ لَهُ شِفَاءً أَوْ دَوَاءً، إِلاَّ دَاءً وَاحِدًا.” قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ! وَمَا هُوَ؟ قَالَ: “الْهَرَمُ.”

Üsâme b. Şerîk (ra) anlatıyor: “Bedevîler, "Ey Allah'ın Resûlü! Tedavi olmayalım mı?" dediler. Resûlullah (sas), "Ey Allah'ın kulları! Elbette tedavi olun. Muhakkak ki Allah (cc) bir hastalık hariç her hastalığın şifasını veya devasını yaratmıştır." buyurdu. "Ey Allah'ın Resûlü! O hastalık nedir?" dediklerinde ise, "İhtiyarlık." buyurdu.”

(T2038 Tirmizî, Tıb, 2)

***

عَنْ أَبِى الدَّرْدَاءِ قَالَ:قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ الدَّاءَ وَالدَّوَاءَ وَجَعَلَ لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءً فَتَدَاوَوْا وَلاَ تَدَاوَوْا بِحَرَام.”

Ebu'd-Derdâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Allah (cc), hastalığı da şifayı da gönderdi ve her hastalık için bir şifa var etti. Tedavi olun, fakat haramla tedavi olmayın.”

(D3874 Ebû Dâvûd, Tıb, 11)

***

عَنْ جَابِرٍ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) أَنَّهُ قَالَ: “لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءٌ، فَإِذَا أُصِيبَ دَوَاءُ الدَّاءِ بَرَأَ بِإِذْنِ اللَّه تَعَالَى.”

Câbir'den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Her derdin bir devası vardır. Derdin devasında isabet edilebilirse Yüce Allah'ın (cc) izniyle düzelir.”

(M5741 Müslim, Selâm, 69)

***

Bir ara Medine’ye doktor iki kardeş gelmişti. O sırada sahâbeden biri okla yaralanmıştı. Allah Resûlü (sas), yaralının yakınlarına, "Onu tedavi edecek birini bulun!" talimatını verdi. Bunun üzerine tabip iki kardeş getirildi. Hz. Peygamber (sas), "Neşterle tedavi edin." buyurdu. Tabipler, "Biz câhiliye döneminde bu tür tedavi yapardık; İslâm’da da aynı tedavi var mı?" diye merakla sordular. "Tedavi edin." emrini verdi Hz. Peygamber (sas). Doktorlar hemen işe koyulup, okun battığı yeri yardılar. İlk müdahalenin ardından sağlığına kavuşuncaya kadar yaralı sahâbîyi tedaviye devam ettiler.

İslâm’ı tebliğ ederken, ‘kalplerin tabibi’ olarak insanların ebedî mutlulukları için çırpınan Allah Resûlü (sas), onların beden sağlıkları için de ciddi gayret sarf etmiştir. İnsanın bütün hayatî faaliyetlerini etkileyen sağlık kadar hastalık da hayatın bir gerçeğidir. Bunun bilincinde olan Hz. Peygamber (sas), "Allah (cc), gönderdiği bir hastalığın kesinlikle şifasını da göndermiştir." demiştir. Hz. Peygamber (sas), ashâbına sağlığın kıymetini bilmelerini, sağlıklarını korumalarını ve hastalandıkları zaman tedavi olmalarını tavsiye etmiştir. Söz gelimi ashâbdan Üsâme b. Şerîk bu uyarılardan birine nasıl şahit olduğunu şöyle anlatır: "Peygamber’in (sas) yanına varmıştım. Ashâbı onun yanında sanki başlarının üzerinde bir kuş varmış gibi (saygı içinde, sessiz ve hareketsiz) durmaktaydılar. Selâm verip oturdum. Bu arada çeşitli bölgelerden bedevîler geldi. "Ey Allah’ın Resûlü, tedavi olabilir miyiz?" diye sordular. Hz. Peygamber (sas) de, "Tedavi olun. Çünkü Yüce Allah (cc), her hastalıkla birlikte şifasını da yaratmıştır. Ancak bir hastalık müstesna; o da ihtiyarlıktır." buyurdu."

Allah Resûlü (sas), engin tecrübesini, zekasını, yılların birikimini ve aldığı vahyi mükemmel bir şekilde bütünleştirmiş, insanların hastalıkları için ümit kaynağı olmuştur. Öncelikle tedavinin meşruiyetini anlatmış, tevekkül inancı ile çelişmeyeceğini ifade etmiştir. Okuyarak yapılan tedavilerin, kullanılan ilaçların ve her türlü korunma tedbirinin Allah’ın (cc) kaderinden bir şeyi önleyip önleyemeyeceğini soranlara, "O da Allah’ın (cc) kaderindendir." buyurmuştur. Zira Allah (cc), insanların içinde hastaların bulunacağını, buna rağmen bir kısmının Allah’ın (cc) lütfunu aramak üzere yeryüzünde yollara düşeceklerini, bazılarının da Allah (cc) yolunda çarpışacaklarını bildiğini, yani takdir ettiğini haber vermiştir.

Tarih boyunca var olan tabiplik mesleği, Hz. Peygamber (sas) döneminde de bilinmekteydi. Sahâbe içinde hem erkeklerden hem de hanımlardan maharetli doktorlar vardı. Nitekim Hz. Ebû Bekir’in (ra) kızı Esmâ ve Şifâ bnt. Abdullah, o dönemde hekimlik yapan hanımlardan ikisidir. Hz. Peygamber (sas), ashâbını tıp bilgisini öğrenme noktasında teşvik ettiği gibi hastalıklarının tedavisinde de hekimlere yönlendirmiştir. Bilinçsizce yapılan müdaheleden uzak durulmasını isteyen Peygamberimiz (sas), bir defasında ihtilâm olan yaralı bir adamın, temizlenmek için mutlaka gusletmesi gerektiğini söyleyenler yüzünden yıkanması ve ölmesi üzerine şu şekilde serzenişte bulunmuştur: "Onu öldürdüler, Allah (cc) da onları öldürsün! Cehaletin şifası sormak değil miydi?" Bu bağlamda ehil olmayan kişileri, hayatî kararlar gerektiren bu mesleğin alanına girmemeleri hususunda uyaran Hz. Peygamber (sas), "Tıbbî bilgisi olmayan bir kimse doktorluk yapmaya kalkar ve zarar verirse bunu tazmin eder." buyurmuştur. O, hekimlik mesleğinin ciddiyetine uygun bir disiplin getirmiş, kan aldırdığında bu işlemi gerçekleştiren kişinin ücretini ödemiş, böylece hekimlik yapanların emeklerinin karşılıksız kalmaması gerektiği konusunda örnek olmuştur.

Bunların yanı sıra Peygamberimizin (sas) kendisi sağlık alanındaki bilgi ve birikimiyle tedavi yöntemlerine ilişkin çeşitli uygulama ve tavsiyelerde bulunmuştur. Allah Resûlü’nün (sas) tavsiyelerini dikkate alan sahâbe de gerek onun döneminde gerekse sonrasında kimi zaman onun yöntemlerini uygulamış, kimi zaman da tedavi olmak için hekimlere müracaat etmiştir.

Nebevî tıbbın dikkate aldığı temel ilkeleri vardır. Öncelikle kişi sağlık gibi bir nimetin değerini bilmeyenlerden olmamalı, Peygamberimizin (sas) ifadesi ile ‘vücudunun kendisi üzerinde hakkı olduğunun’ farkına varmalıdır. Bu sebeple sağlığını bozacak davranışlardan kaçınmalı ve hasta olmamak için kendisini korumayı bilmelidir. Nitekim Hz. Peygamber (sas) sürekli oruç tuttuğu için oldukça zayıf düşen birisini, "Kendine işkence etmeni sana kim emretti?!" diyerek uyarmıştır. Hastalık anında ise sabırsızlık göstermemek ve ümitsizliğe kapılmamak gerekir. Hastalığının acısına katlanamayıp ölmeyi dilemek, Hz. Peygamber’in (sas) yasakladığı davranışlardan birisidir.

Hz. Peygamber (sas) tedavi olmanın gerekliliğinden bahsetmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkilerden oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta tedavi maksadıyla ilaç kullanmanın önemli bir yeri vardır. İlaçlı tedavi Hz. Peygamber’in (sas) pek çok uygulamasına konu olmuş, sözlü mesajına da yansımıştır. O (sas), "Tedavi olduğunuz şeylerin en iyisi buruna damlatılan ilaç, ağza yapılan gargara, kan aldırmak ve müshildir." buyurmuştur. Yine bir vesile ile "Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti, kan alma aletinin vuruşu ve ateş ile dağlama. Fakat ümmetime ateş ile dağlamayı yasaklıyorum." açıklamasını yapmıştır.

Allah Resûlü’nün (sas) faydalarından bahsettiği bitkilerin ve yiyeceklerin başında bal ve çörek otu gelmektedir. Sinameki ve sennûtun (yani tereyağı tulumuna konulan bal veya dereotunun) da hastalıklara şifa olacağını ifade eden Hz. Peygamber (sas), müshil olarak kullanılan şübrümün yerine sinamekiyi tavsiye etmiştir. Ûd-i Hindî’nin de (öd ağacının öğütülmüş tozu) yedi hastalığa şifa olduğunu söyleyen Peygamberimiz (sas), zâtülcenb’in bu hastalıklardan biri olduğunu belirtmiştir. Göz sağlığını koruma amaçlı olarak sürme kullanılmasını tavsiye etmiş, gözünden rahatsız olana ‘sabır’ otunun özsuyunu sürme gibi çekmesini salık vermiştir. Ayrıca mantar suyunun da göz için şifalı olduğunu belirtmiştir.

Hastalar için hüznü ve kederi giderdiğinden dolayı telbîne bulamacı yapılması, ayaklarındaki ağrıdan sızlanan kişiye kına yakılması, bıçak, taş ve dikenden meydana gelen bir yaralanmada yaranın üzerine kına konulması ve baş ağrısına karşı hacamat yaptırılması yani kan aldırılması da Peygamberimiz (sas) tarafından önerilmiştir. Özellikle çocukların muzdarip olduğu bademcik iltihabı konusunda o günün uygulaması ile bademciği sıkıp iltihabı akıtmaya çalışarak çocuğa acı çektirmek yerine, ûd-ı hindî adlı bitkinin kullanılması tavsiyesi de Hz. Peygamber’e (sas) aittir. Diğer yandan Hz. Peygamber’in (sas), hastalık esnasında zarar verecek yiyeceklerden uzak durulmasını isteyerek hastayı perhize yönlendirdiği de olmuştur.

Hz. Peygamber (sas) döneminde bilinen ve yaygın olan hastalıkların başında taun (veba) gelmektedir. Dönemin bulaşıcı, öldürücü ve salgın hastalıklarının ortak adıdır veba. En çok korkulan hastalıklardan biri olan humma genel olarak bütün ateşli hastalıklara, özel olarak da sıtmaya verilen bir isimdir. Cüzzam ve alazlama da o dönemde mevcut olan ve bilinen hastalıklar arasındadır. Resûlullah (sas) bu hastalıklarla ilgili olarak çeşitli uyarı ve tavsiyelerde bulunmuştur.

Hz. Peygamber (sas) zamanında çeşitli sebeplerle, özellikle savaşta kılıç, ok gibi silahlarla yaralanmalar çok fazla idi. Bu tür yaraların tedavileri için farklı yöntemler uygulanmıştı. Yaradaki kanın temizlenmesi suretiyle bir nevi pansuman yapılıyor, yıkanan yaranın üzerine, yakılan bir hasır parçasının külü basılıyordu. Bu tedavi şekli bizzat Hz. Peygamber’e (sas) Uhud Savaşı’nda aldığı yara nedeniyle uygulanmıştı. Benzer şekilde yaralanmalarda kına ile tedavi de yaygındı. O dönemde sağlık açısından gerekli olan estetik operasyonlara izin verilmiş, kesilen organların yerine madenî organ yapılmasına müsaade edildiği gibi bunun en sağlıklı yoldan kaliteli malzemeyle yapılması önerilmiştir. Nitekim Afrece b. Es’ad’ın câhiliye dönemindeki Külâb Savaşı’nda burnu kesilmiş ve kendisi, yerine gümüşten bir burun yaptırmıştı. Ancak burnu zamanla koku yapmış ve rahatsızlık vermişti. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas) Afrece’ye daha kaliteli bir malzeme olan altından burun yaptırmasını tavsiye etmişti.

Hz. Peygamber (sas) döneminde tedavi maksatlı ameliyat yapıldığı da anlaşılmaktadır. Dönemin önemli bir tedavi şekli ise dağlamaktır. Resûlullah (sas) bu tedavi yöntemini çok sık olmasa da kullanmış fakat bundan pek hoşlanmadığını ifade etmiştir. Kan aldırmayı, sağlığı koruma amaçlı olarak tavsiye etmiş ve kendisi de hacamat yaptırmıştır.

Nebevî tıpta tedavi metotlarının, hastalığa, hastanın durumuna, iklimsel özelliklere ve mevcut imkânlara göre farklılık arz ettiği görülmektedir. Hastalıkların teşhisinde öncelikle gözleme başvuran Hz. Peygamber (sas), bazen hastayı muayene de etmiş, nefesinin, benzinin ve nabzının durumuna, hareket veya canlılığına göre tavsiyelerde bulunmuştur. Nitekim hastalıktan kurtulup sağlığına kavuşan kişiyi "berrak ve gökten düşen dolu tanesi gibi bir renge sahiptir." şeklinde tasvir etmiştir.

Tedavi sürecinde hastanın psikolojisini de dikkate alan Hz. Peygamber (sas), "Hastalarınızı yemeğe zorlamayın. Allah (cc) onları yedirir ve içirir." buyurarak bu tür konularda hastaya ısrarcı davranılmamasını ve sıkıntı verilmemesini istemiştir. Kendisi de hastalığı zamanında ağzına zorla ilaç dökülmesinden rahatsız olmuş ve yanındakilere buna son vermelerini işaret etmiştir. Allah Resûlü (sas), hasta ziyaretinde hastaya hâl hatır sormanın yanında canının istediği bir şey olup olmadığını sorma konusunda da oldukça hassas davranmıştır. Sevdiği ve o an için yemeyi arzuladığı bir şey varsa onu temin etmeye çalışarak hastanın gönlünü hoş tutmaya ve moralini yükseltmeye gayret etmiştir. "Sizden biri, hastası bir şey yemeyi çok arzuladığı zaman hastasına ondan yedirsin." buyurması bu hassasiyetini ifade etmektedir. Zira beslenme ve moral, hastalıkların tedavisinde göz ardı edilemeyecek bir öneme sahiptir.

Diğer yandan tatlı söz ve iyi davranışların hastaların gönlünü hoş etmeye yardımcı olduğu ve tedavide önemi tartışılmaz olan moral takviyesini sağladığı kesindir. Gerek psikolojik gerekse fiziksel rahatsızlıkların tedavisinde inanç ve moralin tesiri göz ardı edilemez bir gerçektir. Tedavi yöntemleri arasında dua ve Kur’an’a önemli bir yer ayıran Allah Resûlü’nün (sas) Kur’an’ı şifalı olarak nitelemesi ve "İlaçların hayırlısı Kur’an’dır." buyurması dikkat çekicidir. Nitekim bizzat kendi rahatsızlığında da Kur’an okumuş, tedavi amaçlı olarak Kur’an okunmasını onaylamış ve tavsiye etmiştir. Karın ağrısı çeken bir sahâbîye namaz kılmayı tavsiye etmesi de mânevî yönden tedaviyi desteklemek bağlamında değerlendirilmelidir.

Dua, hastalıklardan korunmada olduğu gibi hastalıkların tedavisinde de Hz. Peygamber (sas) tarafından tavsiye edilen bir şifa vesilesidir. Resûlullah’ın bir hasta ziyaretinde okuduğu güzel dualardan birisi şudur: "Ey insanların Rabbi! Rahatsızlığı gider! Şifa veren sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Öyle bir şifa ver ki ardında hiç hastalık izi bırakmasın." Ağrı veya acı çeken hastalar için de dua eden Hz. Peygamber (sas), çeşitli ağrı ve acılar için bazı özel dualar öğretmiştir. "Nazar değmesi gerçektir."  buyurmuş, göz değmesi durumunda okuyarak Allah’a (cc) sığınmayı tavsiye etmiştir. Diğer taraftan her türlü zehirlenmeye, nazara, hatta bazı çıbanlara karşı rukye ile yani okuyarak tedavi olmaya izin vermiştir. Nitekim günümüz tıbbı da bazı hastalıklarda ilaçla birlikte, telkin ve terapi yöntemi uygulamaktadır.

Allah Resûlü’nün (sas) tıbbî öğütleri arasında tedavi amaçlı bazı kısıtlamalar da söz konusudur. Nüşre denilen efsunlama yoluyla tedaviyi yasaklayıp bunu şeytan işi olarak nitelemiş, zehir türünde bir ilaçla şifa bulma çabasını yasaklamıştır. Huzurunda, kurbağanın ilaç olarak kullanılabileceğinden bahsedildiğinde ise onun öldürülmesine müsaade etmemiştir.

Bazı kimselerin, şarabı tedavi amaçlı kullanmak için kendisine ısrar etmelerine rağmen bunu kabul etmemiş ve "O, şifa olamaz; ancak hastalık olur!" diyerek nehyetmiştir. Yemenli sahâbî Tarık b. Süveyd, Peygamber Efendimize (sas) içki imalatı ile ilgili soru sorduğunda Efendimiz (sas) ona şarabın yasak olduğunu söylemiştir. Tarık, "Ben içkiyi ilaç yapımında kullanmak için yapıyorum." dediğinde ise Efendimiz (sas), "O, şifa değil, bilakis hastalıktır." buyurmuştur. Yine, "Allah (cc), hastalığı da şifayı da gönderdi ve her hastalık için bir şifa var etti. Tedavi olun, fakat haramla tedavi olmayın." buyurmasından da tüketilmesi haram olan maddelerle tedavi olmanın caiz olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak Allah Resûlü (sas) erkeklere ipek giymeyi yasakladığı hâlde, cilt hastalığı dolayısıyla bazı sahâbîlerin ipek kullanmasına izin vermiştir.

Bu durumda Allah Resûlü’nün (sas) haram maddelerle tedavi olmanın yasak olduğuna dair hadisleri, istifade edilebilecek farklı ilaçların bulunduğu durumlar için söylediği, haram olan maddelerle tedavi durumunun ise farklı bir tedavi imkânı bulunmadığı durumlar için söz konusu olduğu söylenebilir. Aksi takdirde helâl ve haram konusunda hassas olan ilk dönem Müslümanlarının haram maddelerle tedavi olmalarını anlamak zor olacaktır. Ancak günümüzde ilaç yapımında kullanılan maddelerin çok değişik şekillerde karıştırılıp zararlı maddelerden arındırılması ve sağlık açısından zararsız hâle getirilmesi, konuyu daha kolay yorumlamamıza imkân vermektedir.

Hastalıkların, tecrübe ve bilimsel yollarla usulüne uygun biçimde tedavi edilmesi noktasında tavsiye ve teşviklerde bulunan Allah Resûlü (sas) "Her derdin bir devası vardır. Derdin devasında isabet edilebilirse Yüce Allah’ın (cc) izniyle düzelir." buyurarak hastalığın sebebini tespit edip gerekeni yaptıktan sonra şifayı Allah’ın (cc) vereceğini öğretmiştir. Zira Şâfî olan ve derdi de dermanını da yaratan O’dur. Resûlullah (sas) O’nun (cc) Yüce Kitabı’nı okuyarak, O’nun güzel isimlerini ve sıfatlarını sıralayarak O’ndan medet ummayı salık vermiştir. Peygamberimiz (sas), içerisinde İslâm inancıyla uyuşmayan unsurların bulunduğu, eski kültürlerden kalma yöntemlere yönelmeyi ve anlamsız ifadelerle Allah’tan (cc) başka mânevî güçlerden şifa dilemeyi yasaklamıştır.

Hz. Peygamber’in (sas) tedavi yöntemleri, şifa olduğunu belirttiği ve o devirde ilaç olarak kullanılan yiyeceklerle ilgili ifadeleri, elbette tedavide tek çözüm değildir. Örneğin acve türü hurmayı yiyen kimseye zehrin bile zarar veremeyeceğine dair ifadeler, acvenin değerini vurgulama amaçlıdır. Benzer şekilde Hz. Peygamber (sas), başından ve iki omuzu arasından kan aldırmış ve alınan kana işaret ederek, "Kim şu kanları akıtırsa artık başka bir hastalık için bir başka yolla tedavi olmaması ona zarar vermez." buyurmuştur. Bu tarz edebî üslûp ve ifadeler, günümüzde dile getirdiğimiz, "Güneş giren eve doktor girmez." veya "Sarımsak, ecza deposudur." gibi sözlerle benzer maksat ve anlamlar taşımaktadır. Dolayısıyla bunların, devrin tıp ve tedavi kültürü içinde değerlendirilmeleri daha gerçekçi olacaktır. Nitekim Hz. Peygamber’in (sas) tedavi ve ilaç konusundaki tavsiyeleri, bunların tek başlarına her türlü derdin devası olduklarına değil, tedavi olma yöntemlerinin belli başlılarından sayılabileceklerine işaret etmektedir.

Nebevî tıpta dile getirilen o güne has tedavi yöntem ve araçlarının zaman içinde geliştirilmesi ve modern tekniklerin kullanılması sünnetin ruhuna ters değildir. Allah Resûlü (sas), hastalığın menşei ve tedavi yöntemleriyle ilgili halk arasında yaygın olan bâtıl inançların asılsız olduğunu vurgulayarak bunlarla mücadele etmiştir. Meselâ, câhiliye döneminde vücutta kırmızı lekeler şeklinde ortaya çıkan humre (alazlama) hastalığına yakalananlara bazen muska benzeri şeyler takılarak tedavisi umuluyordu. Ancak Hz. Peygamber (sas), "Kim (kendisini koruması için nazarlık gibi) bazı şeyler takarsa, (Allah’ın (cc) himayesinden çıkarak) o taktığı şeyle baş başa bırakılır." buyurmuş, bütün hastalıkları da deva ve şifaları da yaratanın Allah (cc) olduğunu; hastalığın bulaşmasının Allah’ın (cc) takdiri dışında bir güçle olmadığını öğretmiştir.

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam