Meryem DALĞIÇ    
DİB Başkanlık Vaizi

Hz. İshak, doğmadan önce doğumu müjdelenen bir peygamberdi. Adı, Kur’an-ı Kerim’de on yedi kez zikredildi. “İshak” ismi ona, Allah tarafından verildi. İsminin anlamı İbranicede “sevinçle güldüren” demekti. O, yüz güldüren bir müjdeydi. Doğumu mucizeydi. Zira babası Hz. İbrahim ile annesi Hz. Sare, epey yaşlanmıştı. Bu dönem, çocuk sahibi olmaktan ümidin kesildiği evreydi. Ancak Yüce Allah, ömürlerinin son deminde onlara, İshak’ı (a.s.) lütfetti. (DİA, İshak, XXII, 548.)

İshak (a.s.) zorlu imtihanlardan sonra gelen bir muştuydu

İshak’ın (a.s.) doğumundan önce babası Hz. İbrahim, birçok zorlu imtihandan geçti. Zira dünya bir imtihan yeriydi. Hz. İbrahim’in (a.s.) putperest kavmi tarafından ateşe atılması bu sınavlardan biriydi. (Enbiya, 21/68.) Hz. İbrahim, ateşe atıldığında sabır ve tevekkül gösterdi. Teslimiyet içerisinde duaların en güzeliyle Rabbine yöneldi: “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” (Âl-i İmran, 3/173.) dedi. Cenab-ı Hak, kuluna hemen yetişti, ateşe şöyle emretti: “‘Ey ateş’ dedik, ‘İbrahim’e serin ve zararsız ol!’” (Enbiya, 21/69.) O, Allah’ın inayetiyle dağ gibi yanan ateşten selamete erişti. Akabinde babasının dahi iman etmediği kavminin arasından ayrılarak mübarek topraklara hicret etti. 
Hicret yolculuğunda kendisine eşi Sare ve kardeşinin oğlu Lut (a.s.) refakat etti. İbrahim (a.s.), tevhid mücadelesinde diyarlar dolaştı. İlk önce Harran’a, sonra Mısır’a ulaştı. Mısır’dan Filistin’e döndü ve oraya yerleşti. Lut (a.s.) ise Filistin’den ayrıldı, Ürdün yöresindeki Sodom ve Gomore’ye göç etti. (Kur’an Yolu Tefsiri, III, 602-603.) Bu husus, Kur’an-ı Kerim’de şöyle zikredildi: “Onu da Lut’u da kurtarıp herkes için bereketli kıldığımız yere ulaştırdık. İbrahim’e İshak’ı ve üstüne bir de armağan olarak Yakub’u lütfettik; her birinin salih insan olmasını sağladık.” (Enbiya, 21/71-72.)

Evlat hasreti

Çocuğun, varlığı da yokluğu da bir imtihandır. O, Allah’ın insana bahşettiği, en güzel nimet, en nadide emanettir. Haneleri bereketlendiren, gönülleri şenlendirendir. Dünya hayatının süsü, anne babanın göz aydınlığıdır. (Kehf, 18/46; Furkan, 25/74.) Evlat sahibi olma, insanın fıtratında var olan bir histir. Öylesine güçlü, fıtri bir duygudur ki evlattan mahrum kalmanın getirdiği boşluk doldurulamayacak kadar derindir. Elbette henüz yokluğunda sevdası gönle düşenin, özlemini çekmek de oldukça çetin bir sınavdır. İbrahim (a.s.) de uzun yıllar bu imtihana tabi tutulanlardandır.

Hz. İbrahim, eşi Sare (r.a.) ile evliliğinden çocuk sahibi olamamıştı.  Evlat hasretiyle yanmış ve Allah’a şöyle dua etmişti. “Rabbim bana salihlerden olacak bir evlat ver!” (Saffat, 37/100.) Duanın mahiyeti önemliydi. Her şeyde olduğu gibi evladın da hayırlısı istenmeliydi. Zira salih bir evlat, anne baba için “sadaka-i cariye” idi. (Müslim, Vasiyye, 14.) Bu hususta Hz. İbrahim’in duası, ne güzel bir yol göstericiydi.

Evlat; umutla, duayla, hasretle bir ömür beklenendi. Özlemi hiç dinmeyendi. Hz. Sare de yıllarca ümitle, sabırla bekledi. Ancak çocuk sahibi olmaktan ümidini kestiği yaşta idi. Kederine, Hz. İbrahim’in evlat hasreti de eklenmişti. Haneleri, gönülleri bir çocuk sesiyle şenlenmeliydi. Nihayetinde Hz. İbrahim’e, Mısır’dan getirdiği cariyesi Hacer’i eş olarak seçti. (Taberî Tarih, I, 126.) Yüce Allah, İbrahim’i (a.s.) bu evliliğinde “halim bir çocuk olan İsmail” (a.s.) ile müjdeledi. (Saffat, 37/101.) 

Hz. İsmail’le dinmişti yüreklerindeki evlat hasreti. Ancak çok geçmeden ilahi buyruk geldi. İbrahim (a.s.),  Allah’tan aldığı emir gereği Hz. Hacer ve oğlu İsmail’i (a.s.) Mekke’ye götürdü. Kâbe yakınlarında tarıma elverişli olmayan, ıssız, çorak bir vadiye yerleştirdi. (DİA, Hacer, XVI, 432.) Akabinde bu vadinin yerleşim merkezi ve güvenli bir belde hâline gelmesi için Allah’a dua etti. (İbrahim, 14/37.) Hz. İbrahim, biricik ciğerparesini ve eşini kuş uçmaz kervan geçmez beldede bırakıp Kudüs’e geri döndü. 

Şaşırtan ve sevindiren müjde

İbrahim (a.s.) merhametliydi, cömertti. İkram etmeyi ve misafiri çok severdi. Bir gün evine tanımadığı üç yakışıklı genç geldi. O, tanımasa da misafirine ikramda hiç gecikmezdi. Âdeti üzere koşturup hemen kızartılmış bir buzağı getirdi. Nazikçe “Buyurmaz mısınız?” dedi. Ancak gelenler, yemeğe hiç el uzatmadı. Zira onlar, görevli melekti. Hz. İbrahim, bu durumdan biraz endişelendi. (Zariyat, 60/25-28.) “Doğrusu biz sizden korkuyoruz, dedi.” (Hicr, 15/52.) Melekler ona, “Korkma! Biz Lut kavmine gönderildik, dediler.” (Hud, 11/70.) Ve ona İshak’ı, İshak’ın ardından da Yakup’un doğacağını müjdelediler. (Hud, 11/71.) İşittiği muştuya mukabil İbrahim (a.s.), hayretler içerisinde şöyle cevap verdi: “Üzerime yaşlılık çökmüş olmasına rağmen bana böyle bir müjde getiriyorsunuz öyle mi? Peki (çocuğum olamayacağına göre) bana neyi müjdelemiş oluyorsunuz?” dedi. (Hicr, 15/54.) Elbette bu yıllardır özlemle beklenen haberdi. İbrahim (a.s.) belki de işittiğinden emin olmak yahut da böyle sevinçli haberi bir kez daha duymak istemişti. Gelen elçiler de ona: “Sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizliğe kapılanlardan olma!” dediler. (Hicr, 15/55.)

O anda eşi Hz. Sare, misafirlerine ikram için ayakta idi, konuşmalara da şahitti. İşittiği müjdeye güldü. (Hud, 11/72.) “Heyecanla bağırarak alnına vurdu. ‘Benim gibi yaşlı ve kısır bir kadın ha!’ dedi.” (Zariyat, 60/29.) Tevrat’a göre bu müjde kendilerine verildiğinde Hz. İbrahim yüz, Sare (r.a.) ise doksan yaşındaydı. (DİA, İbrahim, XXI, 267.) Hz. Sare, verilen müjdeye hem şaşırmış hem de çok sevinmişti. Zira bu muştu, umudun azaldığı bir anda gelen mucizeydi. Hayretini şöyle dile getirdi: “Aman ya Rabbi! Ben mi doğuracağım? Ben yaşlı bir kadın, şu da ihtiyar kocam! Doğrusu şaşılacak bir şey!” dedi. Elçiler de “Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinizdedir, ey hane halkı! Şüphesiz ki O, övülmeye layıktır, şanı yücedir.” dediler. (Hud, 11/72-73.) Şanı yüce olan Allah için hiçbir şey zor ve imkânsız değildi. “O, bir şeyin olmasını dilediğinde ona ‘ol!’ der, hemen oluverirdi.” (Bakara, 2/ 117.)
İbrahim (a.s.) nice zorlu imtihanlardan geçmişti. Ancak hep sabır, teslimiyet ve tevekkül göstermişti. Dua ile Rabbine iltica etmişti. Elbette mükâfat olarak İsmail ve İshak (a.s.) ile müjdelenmişti. O kendisine lütfedilen salih ve nebi evlatlar için Allah’a şöyle şükretmişti: “Yaşlılığıma rağmen bana İsmail’i ve İshak’ı armağan eden Allah’a hamdolsun! Şüphesiz, Rabbim duaları kabul edendir.” (İbrahim, 14/39.)

Dinmezdi, hiçbir zaman evlat hasreti. Zaman geçtikçe yürekte korlanırdı, alevi. Öyle bir özlemdir ki ilerleyen yaşlarına rağmen İbrahim ve Zekeriyya’nın (a.s.) dualarında yer aldığı gibi. Bazen dualara bu dünyada icabet edilirdi. Bir mucize gibi salih evlatlar bahşedilirdi. Bazen de dualara icabet, ahirete ertelenirdi. (Ebu Davud, Vitr, 23.) Her şeyi en iyi bilen Yüce Yaradan, böyle takdir ederdi. Hikmetinden sual edilmezdi. Kula düşen dua, sabır, tevekkül ve teslimiyetti. Elbette kim imtihanında sabrederse mükâfatı hesapsız verilirdi. (Zümer, 39/10.)

İshak (a.s.), kendisine bereketler verilen bir peygamberdi

İshak (a.s.), babasına “âlim bir oğul olarak müjdelenmişti.”  (Zariyat, 51/28.) O, seçkin bir aileden gelmişti. Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle zikredildi: “Allah, birbirinden gelme nesiller olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip âlemlere (bütün yaratılmışlara) üstün kıldı...” (Âl-i İmran, 3/33.) İshak (a.s.), babası Hz. İbrahim ve abisi İsmail (a.s.) gibi kendisi de bir peygamberdi. (Nisa, 4/163.) O, iradesi güçlü, hakikati gören, basiretli bir kişiydi. Allah katında seçilmiş, hayırlı kişilerdendi. Hz. İshak, sürekli ahiret bilinci ile yaşayan bir kuldu. Bu sebeple, kötülüklerden ve günahlardan korunmuştu. (Sad, 38/45-47.) Cenab-ı Hak da ona övgüyle anılmayı nasip etti. (Meryem, 19/50.) İshak’ın (a.s.) tevhid mücadelesi Filistin bölgesinde gerçekleşti. O insanları Allah katında tek din olan İslam’a davet etti. Hz. İshak ne Yahudi ne de Hristiyan idi. Tıpkı babası Hz. İbrahim gibi Hanif bir Müslüman idi. (Âli-İmran, 3/67; Bakara, 2/140.) O, insanlara namazı ve zekâtı emretti. Onlara örnek ve önder olmuş bir peygamberdi. (Enbiya, 21/73.)

Hz. İshak ve Hz. İbrahim’e bereketler verilmişti. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyurmuştu: “Ona ve İshak’a bereketler indirdik. Onların soyu içinde iyisi bulunduğu gibi açıkça kendine kötülük edeni de olacaktı.” (Saffat, 37/113.) “Bereketler” verilmesi ise şöyle açıklanmıştı: Nesillerinin çoğalarak devam etmesi, İsrailoğullarının bütün peygamberlerinin İshak’ın (a.s.) soyundan gelmesi ve o nebilerden bazılarına kitap verilmesiydi. (Ankebut, 29/ 27; Râzî, XXVI, 159.) Hz. İsa’ya (a.s.) kadar gelen nübüvvet silsilesi, Yakub’la (a.s.) Kudüs topraklarında devam etmişti. Hz. İsa’dan (a.s.) sonra bu silsile, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’in (a.s.) soyundan gelen Peygamber Efendimiz ile sona ermişti. (DİA, Nübüvvet, XXXIII, 286.) Bereketler verilmesinden kastedilen diğer husus da Hz. İbrahim ve İshak’ın, (a.s.) dünya döndükçe saygı ve övgüyle anılmaları idi. (Râzî, XXVI, 159.) Her namazda okunan Salli ve Bârik duaları ise bu hürmetin ve methin göstergesiydi.

“Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed ailesine, tıpkı İbrahim ailesine rahmet eylediğin gibi rahmet et.”

“Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed ailesine, tıpkı İbrahim ailesine bereket ihsan ettiğin gibi bereket ihsan eyle! Şüphesiz sen övgüye en layık ve şanı en yüce olansın.” (Müslim, Salât, 65.)

Editör: Mehmet Çalışkan