Rabbimin izni ve inayetiyle şu kısacık hayatımda birçok ilde ve farklı vazifelerde bulunma imkan ve fırsatı elde ettim. Çok taşındım. Dolayısıyla birçok ev ve ortam değiştirdim. Haliyle her taşınma, külfetiyle beraber birçok güzellikleri de hayatıma taşıdı. Gittiğim yerlerde bana yenilikler kattı. Her girdiğim ortam beni yeniledi. Bulunduğum her ortam varlık gayemi anlamama yardım edip beni biraz daha kulluğa yakınlaştırdı. İbret nazarıyla baktıkça hayatın her alanı bana birtakım dersler verdi. Zira ders almak isteyen bir kimseye her hal müderris olur, onu eğitir, ona öğretir. Hulâsa tebdil-i mekân insana yeni ufuklar açar. Bunu şöyle bir kenara not edelim, burada kalsın. 

Çok değil birkaç ay önce yeni bir yere taşındım. Önceki evde almam gereken birkaç eşya kalmıştı. Ben onları almakla meşgulken aylardır oturduğum, içinde hatıralar biriktirdiğim, içerisine benden izinsiz hiç kimsenin giremeyeceği eve, aniden dört beş kişi bana sorup izin almadan, beni hesaba bile katmadan içeri girdiler. Ben orada yokmuşum gibi davranıp evle ilgili yorum yapmaya başladılar. Evin yeni dekorasyonunu nasıl yapacaklarını, duvarları hangi renge boyayacaklarını, hangi eşyayı nereye koyacaklarını, kısacası -benim penceremden bakılırsa- bizim bıraktığımız izleri nasıl sileceklerini konuşuyorlar. Ben de bu ortamda bulunmamak için balkona çıktım. Ama balkona da geldiler orada da ne gibi değişiklikler yapacaklarını konuştular. Yani anlayacağınız her köşesinde hatıralar biriktirdiğim, izler bıraktığım ev hakkında bana konuşma fırsatı bile vermediler. Ben ise hiçbir müdahalede bulunamadan hatıralarımın silinmesine dair konuşmalara ancak seyirci kalabildim. Tam bu esnada artık anladım ki burada benim hatıralarımın pek de bir önemi kalmamış. Ben istemesem de onlar bu evde istedikleri değişiklikleri yapacaklar. Evi istedikleri renge boyayacak, istedikleri mobilyayı zevklerine göre istedikleri yere koyacaklar. Hâsılı daha birkaç gün önce ayrılmış olmama rağmen sanki o evde hiç yaşamamışım gibi… Artık o evde yeni bir hayat başlayacak. Bir müddet sonra da bir başkası gelip öncekilerin hatıralarını silip süpürecek.

İşte aynen bunun gibi dünya hayatının misali de bir yerde bir süre kalıp hatıralar biriktirip, oradan ayrılınca tüm hatıraları unutulan kimsenin misali gibidir.

Evet, insan şu dünya hayatına veda ettiğinde geride kalanların yaptığı ilk iş artık ağırlık haline gelen cesedinin evden çıkarılıp da defnedilmesi oluyor. Birkaç günlük üzüntüden sonra yavaş yavaş unutulmaya başlıyor. Önce aziz hatırasını koruma niyetiyle ondan kalan eşyaya dokunulmuyor. Biraz zaman geçince geride kalan eşyalar yer işkâl ediyor. İlk iş bu eşyaları bir depoya indirmek oluyor. Daha sonra geride bıraktığı malı mülkü ne varsa onlar paylaştırılıyor. Hayatta iken kendi zevkine göre düzenlediği ev ve eşyası hakkında, geride kalanlar kendilerine göre değişiklikler yapıyor. Yani anlayacağınız değişmez zannedilen birçok şey değişiyor.

Dünya hayatı da böyle değil mi? Hiç silinmeyeceğini zannettiğimiz bütün hatıralarımız, ölümden kısa bir süre sonra silinip gitmiyor mu? Bizi unutmaz zannettiğimiz bütün sevdiklerimiz unutmuyor mu? Değer verdiğimiz her şey başkalarının olmuyor mu?

Öyleyse şu kısa ve fani hayatta adeta bir yolcu gibi yaşamak daha doğru olmaz mı? Yolculuk her an bitiverecekmiş gibi… Her an gemi kalkıverecekmiş gibi… Her an bütün gönül bağladıklarımız son bulacakmış gibi…

Ve her an bizi var eden, varlığından haberdar eden, türlü nimetlerle donatıp bizi yaşatıp diri tutan, bize, bizden daha yakın olan, bizi, bizden daha iyi bilen, hastalandığımızda bize şifa veren, acıktığımızda bize rızık gönderen, gönderdiği kitabı ve Resûlüyle bizi irşad eden, hasılı bizi biz eden Rabbimize kul olarak yaşamak daha doğru olmaz mı?