Cuma ne demektir?

Cum‘a (cumua, cumaa) “toplamak, bir araya getirmek” anlamındaki cem‘ kökünden isimdir.

Kur’an-ı Kerim’de Cum‘a adıyla müstakil bir sûrede yer almaktadır. Cum‘a çeşitli hükümleri bakımından birçok hadiste de yer almaktadır.

İslam Tarihinde İlk Cuma Namazı

Hicretten önce Peygamberimiz (sas), İslâm’ı öğretmek ve imamlık yapması için Mus’ab b. Umeyr’i Medine’ye göndermişti.

İslamla şereflenen Medine’deki yerli ve muhacir Müslümanlar, kaynaşmalarına vesile olacak, toplanıp bir araya gelebilecekleri özel bir günleri olmasını, haftanın bir gününün kendilerine ait bayram günü olmasını istiyorlardı. Nitekim Medine’de yaşayan hıristiyanlar pazar, yahudiler de cumartesi gününü bayram olarak benimsemişlerdi. Yahudiler cumartesi gününe hazırlık yapmak için bir gün öncesinde Medine’de sabahtan öğleye kadar pazar kurarlardı.Ve buna Ârâmî dilinde “arefe günü” anlamına gelen arûbe, denilirdi.

Mus’ab b. Umeyr (ra), sayıları gün geçtikçe artan Müslümanların bu isteklerini Peygamberimize (sas), mektupla bildirmişti.

Hz. Peygamber (sas) de Müslümanların, Yahudi ve Hıristiyanların bayram günlerinden farklı bir günü, Yahudilerin cumartesiye hazırlıkla geçirdikleri ve Arûbe yani arefe olarak adlandırdıkları günü bayram edinmelerine izin vermişti.

Bu arada bir de öğle vakti iki rekâtlık bir namaz kıldırılmasını ve beraberinde hutbe okunmasını istemişti. Mus’ab (ra) buna uyarak on iki kişiyi toplayıp namaz kıldırmıştı. Bir de koyun keserek o günü kutlamışlardı. İşte bu namaz Medine’de, hatta İslâm tarihinde kılınan ilk “cuma namazı” olarak tarihe geçmiştir. (İbn Sa’d, Tabakât, III, 118)

Cuma namazı Ne Zaman Farz Kılınmıştır?

Cuma namazının hangi tarihte farz kılındığı konusunda iki rivayet vardır.

Birinci rivayete göre Mekke’de farz kılınmış, ancak müşriklerin engellemesi yüzünden fiilen edası hicrete kadar ertelenmiştir.

İkinci rivayete göre ise cuma namazı hicret sırasında farz kılınmıştır. Şöyle ki: Resûlullah Medine’ye bir saat mesafede bulunan Kubâ’ya ulaşınca orada konaklamış, pazartesiden perşembeye kadar ashabı ile beraber çalışarak İslâm’ın ilk mescidini inşa etmiştir.

Cuma günü Kubâ’dan hareket edip Rânûnâ vadisine gitmiş ve Sâlim b. Avf kabilesine misafir olmuştur. (İbn Hişâm, I, 494) Bu sırada cuma vakti girmişti. Cuma namazını ilk defa, sonraları “Cuma Mescidi” olarak anılacak bu mübarek mekânda kıldırmış ve ilk hutbesini burada okumuştur.

Peygamberimizin (sas) ilk cuma hutbesi

Cuma hutbesinde şöyle buyurmuştu:

“Ey insanlar, ölmeden önce Allah’a tevbe ediniz, fırsat elde iken iyi işlere koşunuz. Biliniz ki Cenab-ı Hakk, içinde bulunduğum yılın bu ayında, bugün şu bulunduğum yerde Cuma namazını kıyamete kadar, üzerinize farz kıldı. Ey insanlar, kendinize ahiret için azık hazırlayıp önceden gönderin. Hepiniz ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Rabbiniz, -arada tercüman veya perdedar olmaksızın- bizzat: -Sana benim peygamberim gelip haber vermedi mi? Ben sana mal vermiş, ihsanda bulunmuştum. Sen bunlardan ahiretin için ne gönderdin? diye soracaktır. O kimse sağına soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak, orada cehennemi görecek. Öyleyse yarım hurma ile de olsa, kendini ateşten korumaya gücü yeten bunu yapsın. Buna gücü yetmeyen bari güzel sözle kendini kurtarsın. Çünkü bir iyiliğe 10’dan 700 katına kadar sevap verilir. Allah’ın selam ve rahmeti üzerinize olsun.” 

Hz. Peygamber’in (sas) daha önce müslümanların serbest oldukları bölgelerde cuma namazı kılmalarını emretmesi, fiilen edasının farz kılınmasının hicret yılında vuku bulduğunu teyit etmektedir.

Cuma namazı Hz. Peygamber (sas) ve daha sonra Hulefâ-yi Râşidîn tarafından bizzat kıldırılmıştır.

Yıl içinde Ramazan ayı, geceler içinde Kadir gecesi ne kadar önemli ise günler içinde Cuma günü de o kadar önemlidir.

Ebû Hüreyre"den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (saa) şöyle buyurmuştur:Güneşin doğduğu en hayırlı gün, Cuma günüdür. Âdem o gün yaratıldı, o gün cennete konuldu ve o gün cennetten çıkarıldı. Kıyamet de ancak Cuma günü kopacaktır.” (M1977 Müslim, Cum’a, 18)

Cumayı bu kadar faziletli yapan en önemli unsurlar, şüphesiz cuma namazı ile namaz öncesindeki hutbedir.

Peygamber Efendimiz (sas) Müslümanların cuma namazına mümkün olduğunca erken gelmelerini isterdi.

Bununla ilgili olarak o şöyle buyurmuştur: “Cuma günü olduğu zaman melekler mescidin kapısında durur, gelenleri öncelik sırasına göre yazarlar. En erken gelen (Allah için) bir deve bağışlayan kimse gibidir. (Ondan) sonraki bir sığır bağışlayan gibidir; sonraki bir koç, daha sonraki bir tavuk, en son gelen ise bir yumurta bağışlayan gibidir. İmam hutbeye çıkınca melekler (sevapları yazmayı bırakarak) sahifelerini dürüp zikri (hutbeyi) dinlemeye başlarlar.”  (Buhârî, Cum’a, 31)
Resûlullah (sas), cuma günü temizlenip cuma namazı için camiye erkenden giden ve susup hutbeyi dinleyen kişiye, bu yolda attığı her bir adıma karşılık gündüzü oruç, gecesi ibadetle geçirilen bir yıllık sevap verileceğini söylemiş, (Tirmizî, Cum’a, 4) bu günde kendisi için çokça salavât getirilmesini tavsiye etmiş ve bu salavâtların kendisine ulaştırılacağını haber vermiştir.  (Ebû Dâvûd, Vitr, 26)  Ayrıca, “Her kim gusleder, sonra cumaya gelip belirlenen namazı kılar, sonra hutbesini bitirinceye kadar sessizce (imamı) dinler, sonra onunla beraber namazını kılarsa, o cuma ile sonraki cuma arasındaki günahları ayrıca üç günlük günahları daha bağışlanır.” (Müslim, Cum’a, 26)

Hz. Peygamber Müslümanlardan, bu kıymetli günde cuma namazı için özel hazırlık yapmalarını istemiş ve şöyle buyurmuştur:

“Bulûğa ermiş olan herkesin cuma günü gusletmesi, misvak kullanması ve mümkün olduğu kadar koku sürünmesi gerekir.” (Müslim, Cum’a, 7) Resûlullah"ın cuma guslüyle ilgili talebi, bazı sahâbîler tarafından kesin bir emir olarak algılanıp uygulanmıştır.

Bununla birlikte onun söz ve fiillerini en güzel şekilde anlayıp, illetlerini kavrayarak yorumlayan fakih sahâbîlerden İbn Abbâs (ra) ve Hz. Âişe (ra) bunun bir tavsiye olduğunu belirtmişlerdir.

Cuma günü yerine getirilmesi gereken bir başka sorumluluk, cuma namazına katılmaktır.

“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cum’a, 62/9) mealindeki âyet ve  Hz. Peygamber'in (sas), “Cuma namazına gitmek, bulûğa ermiş olan herkese farzdır.” buyruğu yetişkinlere bu sorumluluğu yüklemiştir. Bundan dolayı Resûlullah, cuma namazını mazeret olmaksızın terk eden kişiye gücü yettiği ölçüde sadaka vermesini tavsiye etmiştir. (Ebû Dâvûd, Salât, 204, 205)

Başka hadislerde ise zaruret olmaksızın yahut önemsemediğinden dolayı üç sefer cuma namazına katılmayanın kalbinin mühürleneceği uyarısı yapılmıştır. (İbn Mâce, İkâmet, 93) Zira dinimizce bu derece önemsenen bir günü ve namazı ihmal edip ona katılmayan kişi, böyle yapmakla evvelden açık olan kalbini o mânevî atmosfere kapatmış ve cuma gününün hayır ve bereketinden mahrum olmuştur. Ama mazeret durumunda cuma namazına katılma zorunluluğu kalkmaktadır.

Örneğin Huneyn Savaşı, yağmurlu bir cuma gününde gerçekleşmişti. Peygamber Efendimiz (sas) de insanların namazlarını bulundukları yerde kılmalarını istemişti. (Ebû Dâvûd, Salât, 206, 207)

Bir cuma günü İbn Ömer, cennetle müjdelenen sahâbîlerden olan Saîd b. Zeyd"in (ağır) hasta olduğunu öğrenmişti. İbn Ömer, cuma saati yaklaştığı hâlde, hemen bineğine binip Saîd'in ziyaretine gitti ve cumaya katılmadı. (Buhârî, Meğâzî, 10) Diğer taraftan Resûlullah (sas), köle, kadın, çocuk ve hastaları cuma namazına katılmakla sorumlu tutmamıştı. (Ebû Dâvûd, Salât, 208, 209) Ancak, saadet asrında kadınların Hz. Peygamber ile cumaya gittikleri de bilinmektedir. O, kadınların cumaya gelirken koku kullanmamalarını tavsiye ederdi. (İbn Ebû Şeybe, Musannef, Salavât, 340)

Peygamber Efendimizin amcasının oğlu olan İbn Abbâs"ın anlattığına göre, Resûlullah (sas), cuma namazının farzından önce dört rekât nafile namaz kılardı. (İbn Mâce, İkâmet, 94) Namaza geç gelenlerin de hutbeden önce en azından iki rekât namaz kılmalarını hatırlatırdı ki bu namaza “tahiyyetü"l-mescid” ismi verilmektedir.

Bu namazın ardından Hz. Peygamber cuma hutbesi ile devam ederdi. Minbere çıktığında cemaate selâm verir, Peygamber müezzini Bilâl (ra) de ezan okurdu. 

Cuma Günü İkinci Ezan Okunması Uygulaması 

Hz. Peygamber (sas) ve ilk iki halifesi zamanında cuma günleri sadece hutbeden önce bir iç ezan okunurdu. Hz. Osman’ın  halifeliği zamanından itibaren cuma namazı için halkın önceden uyarılması amacıyla namaz vakti gelince dışarıda da ezan okunmaya başlanmıştır.

Günümüzde cuma vaktinden önce okunan salâ, dış ezan ve iç ezan bu uygulamaya dayanmaktadır.( Azîmâbâdî, Avnü’l-ma’bûd, III, 302)

Allah Resûlü, bunun ardından ayakta iki hutbe sunar, iki hutbe arasında bir süre otururdu. (Müslim, Cum’a, 34) Genelde Kur’an âyetlerinden oluşan hutbeler, haftalık toplantı mantığına uygun olarak gündelik hayatla da iç içe olurdu. (Nesâî, İstiskâ, 10)

Cuma’nın en önemli unsuru hutbenin sükûnetle dinlenmesidir

Hz. Peygamber’in (sas) huzurunda yaşanan şu ilginç hâdise, bu konuda nasıl davranılması gerektiğinin de öğrenilmesine vesile olmuştur.

Câbir b. Abdullah’ın anlattığına göre, Peygamber Efendimiz (sas) bir cuma günü hutbe okuyordu.

Bu sırada Şam’dan bir kervan gelmişti. Bu kervandan yapılacak alışveriş sahâbe için önem arz etmekteydi. Dikkatleri dağılan ashâb, Hz. Peygamber’in (sas) konuşuyor olduğunu unutarak mescidi boşaltmışlardı.

Hz. Peygamber ayakta hutbesine devam ederken mescitte sadece on iki kişi kalmıştı. (Müslim, Cum’a, 36) Bunun üzerine Resûlullah, “Varlığım kendi elinde olan (Yüce Allah)a yemin olsun ki, şayet onların peşinden tümünüz gitseydiniz de burada hiç kimse kalmamış olsaydı, sizin için şu vadi ateş olup akardı.” diyerek (İbn Hıbbân, Sahîh, XV, 299) üzüntüsünü belirtmiş; Cenâb-ı Allah da, “Onlar bir ticaret veya eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona koştular ve seni ayakta bıraktılar. De ki: Allah"ın yanında bulunan (şey), eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cum’a, 62/11) buyurarak Müslümanları uyarmıştır. Bundan sonra Resûlullah (sas) mescitte alışveriş yapılmasını, şiirlerin okunmasını, kayıp ilânı yapılmasını ve cuma günü namazdan önce çeşitli halkalar kurulmasını yasaklamıştır. (İbn Hanbel, II, 1809Ayrıca cuma namazıyla birlikte cuma hutbesi de “Allah’ı zikir” kapsamına girdiğinden, Allah Resûlü hutbenin sessizce dinlenmesini istemiş ve hutbe esnasında yanında konuşan arkadaşını ikaz etmeyi bile hoş karşılamamıştır.

Allah Resûlü ,Hutbeden sonra iki rekât cuma namazı kılınırdı

Namaz, güneş tam tepeden batıya meylettiği zamanda kılınır, henüz insanların sığınacakları bir gölge oluşmadan biterdi.

Bununla birlikte Hz. Peygamber'in (sas) soğuk zamanlarda cuma namazını erken kıldırıp, sıcak şiddetli olduğu zamanlarda da namazı serin vakte kadar ertelediği de olmuştu. (Buhârî, Cum’a, 17) Peygamber Efendimiz namazda bazen Cum’a sûresi ile Münâfikûn’u  (Müslim, Cum’a, 64) bazen de A’lâ ve Gâşiye sûrelerini okurdu (Müslim, Cum’a, 62)

Resûlullah cuma günü ile ilgili olarak o gün, cuma namazı için kâmet getirilmesiyle başlayıp, namazın bittiği süre içerisinde yer alan çok mübarek bir andan bahsetmiştir ki, “...o anda Allah"tan bir şey dilerse Allah mutlaka ona o isteğini verir.” (Tirmizî, Cum’a, 2)

Söz konusu mübarek ânın ne zaman olduğuna dair farklı hadis rivayetleri bulunmaktadır. Bu rivayetlere cuma namazına önceden gelinmesini ve namazın beklenmesini de dâhil edersek, icabet ânının cuma namazı tamamlanıncaya kadarki sürede olması ihtimali daha fazladır, diyebiliriz. Bundan dolayı, hem namaz öncesinde ve sonrasında yapılacak dualarla, hem de namazda imamın okuyacağı dua âyetleri ve tahiyyatta okunacak dua âyetleriyle söz konusu ânı yakalama gayreti içinde olunmalıdır. Hatta gerek,“Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah"ın lütfundan (rızık) isteyin. Allah"ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” âyeti,48 gerekse cumanın bu değerli ânının ikindiden sonra olduğunu ifade eden hadisler dikkate alındığında, dil ve gönül  iş yaparken de olsa  Allah"ı zikretmeye, dua ve niyazda bulunmaya akşama kadar devam etmelidir.

İki rekâtlık cuma namazı bittiğinde Resûlullah (sas) evine gider ve yine iki rekât nafile namaz kılardı.

Hz. Peygamber (sas) cumadan sonra nafile namaz kılmak isteyenlere ise dört rekât kılmalarını tavsiye ederdi.

Dolayısıyla Cumadan sonra iki ya da dört rekât nafile namaz kılınması Peygamberimizin (sas) sünnetidir. Araplar arasında yaygın olan “kaylûle”, yani öğle istirahatını da ashâbıyla birlikte cuma namazının ardından yapardı.

Cuma günü oruç tutulabilir mi?

Hz. Peygamber (sas) cuma gününü haftalık bayram olarak belirleyince o gün yapılması ve yapılmaması gereken işleri de düzenlemiştir. “Sizden herhangi biriniz cumadan bir gün önce veya bir gün sonra da oruç tutmadıkça (sadece) cuma günü oruç tutmasın!” buyurarak, yapılmaması gerekeni açıklamıştı.

Bir cuma günü muhterem eşi Cüveyriye'nin (ra) yanına girmişti. Cüveyriye oruçlu idi. Ona, “Dün oruç tuttun mu?” diye sormuş,

Cüveyriye, “Hayır (tutmadım).” demişti.

Resûlullah bu defa, “Yarın oruç tutmak istiyor musun?” diye sormuş,

Cüveyriye, “Hayır, (tutmayacağım).” deyince Resûlullah ona orucunu açtırmıştı. (Buhârî, Savm, 63)

Cuma günü Müslümanlar günlük işlerine devam edebilir mi?

“Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah"ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” Cum’a, 62/10 âyetinin tavsiyesi üzere mü’minler namaz sonrasında hem gündelik hayatı hem de Allah’ı anmayı sürdürebilirler.

Cuma günü yapılması sakıncalı olan hususlar nelerdir?

Allah Teala, cuma namazı vaktinde çalışma ve alışveriş yapma ile ilgili olarak, “Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, alışverişi bırakıp hemen Allah’ı anmaya koşun. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın, Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Cum’a, 62/9-10) buyurmaktadır.

Ayetten anlaşıldığına göre, cuma namazından önce ve sonra çalışmak ve alışveriş yapmakta bir sakınca yoktur. Ancak cuma namazı kılmakla yükümlü olanların cuma saatinde alışverişi terk etmeleri ve camiye gitmeleri gerekir. Bu itibarla cuma namazı kılmakla yükümlü olmayanlar, alışveriş yapabilirler.

İmam minbere çıkıp iç ezanın okunmasından itibaren namaz kılınıncaya kadar alışveriş ve benzeri bir dünya işiyle meşgul olmak Hanefîler’e göre tahrîmen mekruh, çoğunluğu oluşturan diğer fukahaya göre ise haramdır. 

Cuma günü namaz vakti girdikten sonra namazı kılmadan yolculuğa çıkmak Hanefîler’e göre mekruh, Mâlikîler’e göre haramdır. Vakit girmeden önce çıkmak ise câizdir. Şâfiîler’le Hanbelîler, ister vakit girsin ister girmesin, cuma namazını kılmadan yolculuğa çıkmanın haram olduğunu kabul etmişlerdir. Ancak sabah fecirden önce yolculuğa çıkmak câiz olduğu gibi yolda kılma imkânının bulunması veya hac yolculuğu gibi dinî bir gerekliliğin bulunması halinde de yolculuğa çıkılabilir.

Editör: Mehmet Çalışkan