El Mâni ne demektir?

Sözlükte “mahrum etmek, vermemek, engel olmak” manasındaki men’ kökünden türemiştir. Yüce Rabbimizin isimlerinden biri olarak “kötü şeylere engel olan, hikmeti gereği dilemediği şeylerin gerçekleşmesine izin vermeyen” demektir. Esma-i hüsna üzerine çalışan âlimler bu ismi “yaratıklardan dilediğine dilediği şeyi vermeyen, istediğine de istediğini veren” şeklinde geniş çerçevede açıklamışlardır. Allah’ın lütufta bulunmayışı cimrilik değil yerli yerince muamele etmektir. Ebu Süleyman Hattâbî ise bu isme “kendilerine zarar verecek şeylere mani olmak suretiyle dostlarına yardımda bulunan” anlamını verir. Bu, doktorun hastasını kendisine dokunacak yemeklerden menetmesi gibidir. Rabbimiz dilediği zaman dostlarını, kişinin kendi nefsi de dâhil olmak üzere tüm düşmanlarından koruyup gelebilecek kötülüklere engel olur. Bilindiği gibi her türlü hayra ulaşmanın iki önemli sebebi vardır. Birisi “menfaati celp” diğeri ise “mazarratı def” etmektir. Zararlardan korunmak her zaman fayda elde etmekten önce gelir. İşte Rabbimiz bu ismi ile bizleri bildiğimiz ve bilemeyeceğimiz tüm zararlardan korur. Allah Teâlâ, muhtemel zararlara mani olmamış olsa idi hiçbirimizin bugüne kadar yaşayamayacağı çok açıktır. Bu manada Gazzâlî de Yüce Rabbimizin bu isminin, insanların dinlerinde ve bedenlerinde ortaya çıkabilecek eksiklik ve helakten korunma sebeplerini yaratarak kullarını maddi manevi her türlü tehlikeden koruduğunu söyler.

Âlimler, genellikle Mâni’ ismini karşıtı olan (ve meşhur esma-i hüsna listesinde bulunmayan) Mu’tî ismi ile (lutfedip veren) birlikte yorumlamışlar ve belli bir dengeyi sağlamaya yönelik Dârr ve Nâfi’, Kâbıd ve Bâsıt vb. isimlerde olduğu gibi birlikte ele alınmasının gereği üzerinde durmuşlardır.

Kur’an ve Sünnette Mâni’ İsmi

Mâni’ ismi bu kalıpta Kur’an-ı Kerim’de geçmez. Bu kökten türeyen çeşitli fiil kalıpları on altı ayette geçse de hiçbiri Rabbimizin Mâni’ ismi ile alakadar değildir. Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin Mâni’ ismi ile anlam yakınlığı içinde bulunan ve O’nun dilediği zaman bir işin vukuuna engel olacağını ve O’nun rızası olmadan hiç kimsenin bu engeli kaldıramayacağını ifade eden pek çok ayet vardır. (Yûnus, 10/107; İsrâ, 17/59; Fâtır, 35/2

Mâni’ ismi hem İbn Mâce hem de Tirmizî’nin esma-i hüsna rivayetinde yer almış (İbn Mâce, Dua, 10; Tirmizî, Daavat, 82.), ayrıca men’ çeşitli hadislerde isim ve fiil sîgalarıyla Allah’a nisbet edilmiştir.

Mâni’ Tecelli Ederse

Gazzâlî’ye göre Rabbimizin Mu’tî ismi O’nun esmasının her birinin kullarında tecelli etmesi demektir. Ona göre bize ulaşan her ne nimet varsa bu tecelli neticesindedir. Buradan yola çıkarak Mâni’ ismini de Rabbimizin, hikmeti gereği bu tecellilere engel olması olarak düşünebiliriz. Böyle bir durumla karşılaşan kula düşen, isyan etmek yerine, öncelikle duaya ve tövbeye sığınmak sonra da buradaki hikmete odaklanarak isteklerini ve planlarını yeniden gözden geçirmektir. Efendimizin (sas) buyurduğu üzere mümin her durumdan hayır kazanmasını bilerek çıkan kişidir. Bir isteğimizi elde edemediğimiz zaman bilmeliyiz ki sebebi bizce malum olmasa da olan, bizim için en hayırlısıdır. Çünkü insan çoğu zaman ısrarla istediği bir şeyin kendi lehine olup olmayacağını veya zamanının uygun olup olmadığını bilemez. Her ikram lütuf olmadığı gibi her men de kahır değildir. “Olanda hayır vardır.” sözü Rabbimizin bu ve benzeri isimlerinin kültürümüze sindirilmiş özlü bir ifadesidir.

Bu ismin tecellisi insanın kendisine zarar verecek olan şeylerden Allah Teâlâ tarafından korunmasıdır. Buna mukabil o da etrafında bulunan insanları, kendilerine cazip gelen zararlı şeylerden elinden geldiği kadar korumaya gayret sarf etmelidir. Bu açıdan bakınca iyiliği yaymak, kötülüğü engellemek diyebileceğimiz emri bil maruf nehyi anil münker çabaları bu ismin tecelli ettiği insanlarda daha bariz olarak ortaya çıkar. İdaremiz altında bulunan bütün insanları her türlü zarar ve yanlıştan koruma çabasında tek dikkat etmemiz gereken şey Rabbimizin bütün isimleri nasıl birbiri ile ilişki hâlinde ise bizim de kötülüğe engel olma işini şefkat, merhamet, adalet, kerem, lütuf gibi diğer isimleri dışarıda bırakmayacak bir kemal içinde hareket etmemizdir.

Kuşeyrî’ye göre Mâni’ isminin nihai manası Cenab-ı Hakk’ın dostlarından belayı defetmesi veya dilediği kimselere nimet vermemesidir. Allah’ın, dostlarından belayı defetmesi güzel bir lütuf, dünya malı vermemesi ise ileri derecede bir iyilik sayılır. Allah Teâlâ dünyayı sevdiğine de sevmediğine de verir fakat dostu olmayan bir kulun kalbini aykırı davranışlardan korumaz. Korumayınca da o verilen dünya nimetleri onun için azap sebebi olur. Sufilere göre Rabbimiz dünyaya küsmeyene dünyayı küstürür ki sevdiği kulunun bütün himmet ve ilgisi kendisine olsun. Bu durumda kişinin gerçek veren ve mani olanın Allah Teâlâ olduğunu bilmesi, kalbini insanlarla meşgul etmemesi, onlara güvenip dayanmaması, kanaatkâr ve hoşnut bir kalple Rabb’ine yönelmesi gerekir. Rıza mertebesi dediğimiz bu mertebedeki insanlar işler ters gittiğinde gerçek mani olanın Allah Teâlâ olduğuna inanır ve bu durumu düzeltmek için çabalarken Allah’ın izin vermediği yollara sapmaz.

Bu ismin yukarıdan beri anlatıldığı şekilde tecellisi kişilik gelişimi açısından da bir nimettir. Eğitimciler insanın kendini gerçekleştirmesi sürecinde engellenme, acı ya da tehlikeyle hiç karşılaşmamasını sakıncalı bulurlar. Onlara göre gerçekçi ve sağlıklı bir öz saygıya giden en iyi yol şu üç şartın gerçekleşmesine bağlıdır: Engellenme dayanıklılığına sahip olmak, fiziksel gerçekliğin insanların arzularına kayıtsız olduğunu kavramak ve başkalarını sevmek, kendisinin olduğu kadar onların da gereksinimlerini doyurmaktan hoşnut olmak (diğer insanları bir araç olarak kullanmamak).

Aşırı korumacılık ve her isteği yerine getirip hayatta hiçbir engelle savaşmasına izin vermeden çocuk yetiştirmek ne kadar yanlışsa engellemelerin kişinin katlanabileceğinden daha ağır olup onu ezmesinin de travmatik biçimde tehlikeli olacağına dikkat çekmemiz gerekir. Esmanın tamamının tecellisi ile ortaya çıkan kemal ahlakı her türlü aşırılıktan korunmanın biricik yoludur.

Editör: Yasin Kurnaz