“Ümmü ebîhâ” lakabıyla ne anlama gelmektedir?

Hz. Fatıma Peygamber Efendimizin en küçük ve kendisinden sonra yaşayan tek çocuğu idi. Sevgili Peygamberimiz (sas), onu çok severdi; onu görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Hz. Fatıma da onu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı. (Müslim, Fedail 98; Ebu Davud, Edeb 143, 144; Tirmizi, Menâkıb, 60.) Yolculuğa çıkarken, sefere giderken aile fertlerinden en son Hz. Fatıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşür, sonra eşlerinin yanına giderdi. (Ebu Davud, Tereccül, 21.) Sevgili Peygamberimizin kızı Fatıma (r.a.) hakkında şöyle dediği naklolunur: “Fatıma benim yüreğimden bir parçadır; onu hoşnut eden beni memnun eder, onu üzen de beni üzmüş olur.” (Buhari, Fedâil, 12, 29, 31; Müslim, Fedâil, 93-94.) Allah Resûlü Hz. Fatıma’yı “ümmü ebîhâ”, babasının annesi diye severdi.

Sevgili Peygamberimiz (sas) Hz. Fatıma’ya çok düşkündü. Hz. Fatıma da babasına çok düşkündü, onun üzülmesine dayanamazdı hiç. Bu yüzden en zor zamanlarında onun yanında olmuştu bir anne şefkatiyle. Kâbe’de müşrikler tarafından Hz. Peygamber’in üzerine deve işkembesi atıldığında üstündeki pislikleri temizleyip teselli eden de o idi; (Müslim, Cihâd, 107.) Uhud’da dişi kırılan babasının üzerine yüzündeki kanları temizledi. Kanın dinmediğini görünce bir hasır parçasını yakıp küllerini Rasulüllah (s.a.s.)’ın yüzüne bastırmak suretiyle kanı durdurmayı başardı. Ayrıca o, Uhud Gazvesinde on hanımla birlikte gazilere yiyecek ve su taşımış aynı zamanda yaralıları da tedavi etmiştir.

Hicretten on yedi ay sonra, Ramazan ayında Hz. Peygamber Bedir’den henüz dönmeden, kızı Rukiyye yakalandığı hastalığa yenik düşüp Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Zeyd b. Hârise Bedir zaferinin müjdesini Medine’ye ulaştırdığında Rukiyye’nin defin işlemleri tamamlanmıştı. Nebî (sav) Medine’ye gelip onun kabrine vardığında, kadınların da toplandığı kabirde duygulu anlar yaşanmıştı. Kısacık ömründe iki kere Habeşistan’a ve son olarak da Medine’ye hicret etmiş olan Rukiyye, artık en büyük hicretin yolcusu olmuştu. Kabri başında ağlayan kadınları gören Hz. Ömer’in onlara tepki göstermesi üzerine Hz. Peygamber, “Bırak onları Ömer, ağlasınlar.” buyurmuştu. Orada ağlayanlardan biri de Hz. Fâtıma idi. Kızının ağladığını gören Peygamber Efendimiz, elbisesinin bir ucuyla onun gözyaşlarını silmişti.

Hz. Fâtıma, hâli, tavırları ve yürüyüşü ile babasına çok benzerdi. Nitekim Hz. Âişe validemiz onun hakkında şöyle demişti: “Resûlullah"a (sav) tavır, hâl ve davranış bakımından Fâtıma’dan (Allah onun yüzünü ağartsın) daha fazla benzeyen birini görmedim."

Peygamberimiz (sas)’in terbiyesiyle yetişen Hz. Fatıma (ranha) onun hem haya ve edep gibi özelliklerine, hem de konuşma tarzından yürüyüşüne kadar birçok vasfına sahip olmuştur. Babasının uygun gördüğü hayat tarzını benimseyerek onun gibi sade bir yaşamış her an onun ahlakıyla yaşamaya gayret etmiştir.

“Cennet kadınlarının efendisi” Hz. Fatıma

Rasul-i Ekrem (sas), “Fatıma benim bir parçamdır, onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen de beni üzmüş olur” ve “Bana melek gelerek Fatıma (r.anha)’nın cennetliklerin hanımefendisi olduğunu müjdeledi” demiş cennetlik kadınların en faziletlilerini saydığı bir başka hadisinde de  şöyle buyurmuştur: “Cennet kadınlarının en faziletlisi Huveylid’in kızı Hatice, Muhammed’in kızı Fatıma, İmran’ın kızı Meryem ve Müzahim’in kızı Asiye’dir.” (Müslim, Fedail, 69-70.)

“Peygamber (sas) hastalığı ağırlaşınca baygınlık geçirdi. Bunun üzerine Hz. Fâtıma (as), "Vay babamın ızdırabına!" deyince, Resûlullah (sas) ona, "Bugünden sonra babanın hiç ızdırabı kalmayacak." buyurdu.” (Buhârî, Meğâzî, 84) Vefatına sebep olan hastalığı esnasında biricik kızının üzüldüğünü gören Peygamberimiz (sas), ‘Fatıma! Sen mümin kadınlarının hanımefendisi olmaya razı olmaz mısın?’ (Buhari, İsti’zan, 43.) diyerek onu rahatlatmıştı.

Peygamberimiz (sas)'in Hz. Fatıma'ya Öğrettiği Dua

Kızı Fatıma’ya öğrettiği ve sabah akşam tekrarlamasını isteyerek onun iç tutarlılık ve manevi dünyasını canlı tutmayı hedeflediği dualardan birisi şu olmuştu: ‘Ey Hayy ve Kayyum olan Allah’ım! Senin rahmetine iltica ediyor ve senden yardım diliyorum. Benim bütün işlerimi düzelt ve beni bir an olsun nefsimle baş başa bırakma!”

Yine Hz. Aişe’den rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimizin (sas) vefatına sebep olan hastalığı sırasında bir gün Hz. Fatıma çıkagelir. Hz. Aişe, Hz. Fatıma’nın yürüyüşünün babasının yürüyüşüne ne kadar çok benzediğini hayranlıkla izler. Allah’ın elçisi kızı Fatıma’yı görünce “Hoş geldin.” der, sağ yanına oturtur. Kulağına da bir şey fısıldar. Fatıma hüzünlenir, ağlar. Bunu gören Allah’ın elçisi kızının kulağına bir şey daha fısıldar. Fatıma bu defa da sevinçle tebessüm eder. Bu durum Hz. Aişe’nin merakını celbeder. Hz. Fatıma’ya der ki: “Resulüllah, hanımlarına değil de sana bir sır verdi; bunun üzerine sen de ağladın. Bana söyler misin Resulüllah sana ne dedi?” Hz. Fatıma, Resulüllah’ın sırrını hiçbir kimseye açmayacağını belirtir. Hz. Aişe’nin merakı ise Resulüllah’ın vefatından sonra da devam eder; Hz. Fatıma’ya “Ahdettim, bana haber ver, Resulüllah o gün sana ne demişti?” diye sorar. Bunun üzerine Hz. Fatıma der ki: “Evet! Şimdi Allah’ın elçisinin bana verdiği sırrı ifşa edebilirim: O gün Resulüllah kulağıma şunu fısıldamıştı: Cebrail Kur’an’ı her yıl bir defa okurdu, ben tekrar ederdim. Bu sene ise bana iki defa okudu. Öyle sanıyorum ki ecelim yaklaştı. Senin için ne güzel bir selefim ben!” Hz. Fatıma “İşte beni hüzünle ağlatan Allah’ın elçisinin bu haberiydi. O anda Allah’ın elçisi benim hâlimi görünce ikinci defa kulağıma şunu fısıldadı: ‘Kızım Fatıma! Bu ümmetin hanımlarının efendisi olmak istemez misin? Ehlibeytimden bana ilk kavuşan olmak istemez misin?’ Bunun üzerine tebessüm etmiştim.” (Müslim, “Kitabu Fezaili’s-Sahabe”, 15/97 (2450); Buhârî, “Menâkib” 61/25 (3523-3625)

Sevgili Peygamberimizin(sas) vefatı herkesi çok sarstı, belki de bundan en çok etkilenen kızı Hz. Fâtıma idi. O, “Ey Rabbin davetine icabet eden babam! Ey cennetü’l-Firdevs’te makamı olan babam! Ey Cibrîl’e ölümünü haber verdiğimiz babam!” diyerek hüzün ve kederini dile getirmişti. Defnedildikten sonra ise Hz. Enes’e, “Enes! Allah Resûlü’nün üzerine toprak saçmaya gönlünüz nasıl razı oldu?” diyerek yüreğindeki acıyı dillendirmiştir. (Buhârî, Meğâzî, 84)

Hz. Fatıma’nın Hayatı

Hz. Fatıma Miladi 609 yılında Kureyş’in Kâbe’yi tamir ettiği sıralarda Mekke’de doğmuştu.  O doğduğunda Allah Elçisi o sırada otuz beş yaşlarındaydı

 Hz. Fatıma, Sevgili Peygamberimiz(sas)in en küçük kızı.

Lakabı “beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın” anlamında Zehra olmakla beraber “iffetli ve namuslu kadın” anlamındaki Betül lakabıyla da anılmıştır.

Hz. Fatıma’nın Hane-i Saadetinden Öğrendiklerimiz

Peygamber Efendimiz (sas) tebliğe başlaması “Yakın akrabalarını uyar" (Şuara, 214)ayeti gereğince tüm yakınlarını safa tepesine toplayarak ve her birini ayrı ayrı uyardıktan sonra; “Ey Muhammed’in kızı Fatıma! Kendini ateşten koru. Allah’a karşı size bir şey yapamam" (Müslim, İman, 348) demiştir. Peygamberimiz(sas) bu uyarı ile kişilerin Allah’a karşı bireysel olarak sorumlu tutulacaklarını beyan etmektedir.

Hz. Peygamber (sas), ailesine çok düşkündü ve onların günahtan sakınmalarını arzu ederdi. Onlara hatırlatmalarda bulunurdu. Nitekim Enes b. Mâlik onun aile efradını namaza davet edişini şöyle anlatır: “Resûlullah (sav) altı ay boyunca sabah namazına çıktığında Fâtıma’nın kapısına uğrayıp, "Haydin namaza ey ev halkı!" dedi ve "Ey Peygamber’in ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor."  Ahzâb, 33/33. âyetini okudu.”

Rasulüllah (sas) her daim önce kendisi yaşamış sonra, aile fertlerine ve yakınlarına tebliğ etmiştir. Nitekim gece ibadetini kendisi kılar, ümmetine de tavsiye etmiştir. Kızı Hz. Fatıma ile damadı Hz. Ali’yi gece namazına davet etmiştir. (Buhari, Teheccüd, 5, II/43.)

Allah Resûlü, her fırsatta müminlerin Allah’a iman şuurunu taze tutmalarını arzulamış, Allah’a imanın özünü oluşturan tevhid zikirlerini dillerinden düşürmemelerini, vird edinmelerini tavsiye etmiştir. O, bir gün kendisinden hizmetçi isteyen damadı Hz. Ali ve kızı Hz. Fâtıma’ya şu öğüdü vermiştir: “İyi dinleyin! Size benden istediğiniz hizmetçiden daha hayırlı olan bir şeyi öğreteyim. İkiniz uyumak üzere yatağınıza girdiğinizde otuz üç kere "Allâhü ekber", otuz üç kere, "Sübhânallâh", otuz üç kere de, "Lâ ilâhe illâllâh" deyiniz. İşte bunları söylemek, ikiniz için bir hizmetçiden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Deavât, 11)

Camiye girip çıkarken: Peygamberimizin kızı Fatıma şöyle demiştir: “Rasûlüllah (s.a.s.) mescide girdiği zaman, “Bismillah. Selâm Allah’ın Rasûlü üzerine olsun. Allah’ım! Günahlarımı affeyle, rahmet kapılarını bana aç”; mescitten çıktığı zaman, “Bismillah/Allah’ın adıyla. Selâm, Allah’ın Rasûlü üzerine olsun. Allah’ım! Günahlarımı affeyle, lütuf kapılarını bana aç’ derdi.” (İbn Mâce, Mesacid, 13)

Peygamberimiz(sas), “Kim yitik bir mal bulursa derhâl (onu emanetine aldığına dair) güvenilir bir veya iki kişiyi şahit tutsun. Bulduğunu gizleyip saklamasın. Sahibini bulursa derhâl ona teslim etsin. Sahibini bulamazsa bu, Allah’ın dilediği kimseye verdiği bir maldır.” (Ebû Dâvûd, Lukata, 1) buyurmaktadır. Başka bir hadiste ise bir yılın sonunda sahibi bulunamadığı için satılan bir malın, sahibi geldiğinde mümkünse iade edilmesini, değilse bedelinin sahibine verilmesini istemekte ve şöyle buyurmaktadır: “Bir kimse, malını birisinin yanında bulursa onu almaya (herkesten daha fazla) hakkı vardır. Malı satın alan da (parasını) satıcıdan alır.” 

Peygamber Efendimiz(sas) bu uygulamayı kendi aile efradına da tavsiye etmiştir. Ebû Saîd el-Hudrî’nin anlattığına göre Hz. Ali yolda yürürken bir dinar görür ve onu eşi Hz. Fâtıma’ya verir. Hz. Fâtıma da bunu harcamanın haram olup olmadığını öğrenmek için babasına sorar. Allah Resûlü, onun Allah’ın bir rızkı olduğunu söyler. Bunun üzerine Hz. Fâtıma bu parayla satın aldığı bazı şeylerle yemek pişirir. Peygamberimiz de onlarla beraber bu yemekten yer. Daha sonra kaybolan parasını soruşturan bir kadın gelir. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Ey Ali! Kadına dinarı geri ver!” buyurur. Bunun üzerine Hz. Ali hiç vakit kaybetmeden kadına parasını geri öder.  (Ebû Dâvûd, Lukata, 1)

Peygamberimiz, Hz. Fatıma’dan kurbanı kesilirken onu izlemesini istemiş ve “onun akıtılan ilk damlası ile senin geçmiş günahların affedilecek” demiştir. (İbn Mace, Edahi, 3.)

Hz. Fâtıma’dan on sekiz hadis rivayet edilmiş olup tamamı Kütüb-i Sitte’de yer almakta, bunlardan ikisi hem Sahih-i Buhârî hem de Sahih-i Müslim’de bulunmaktadır. 

Hz. Fatıma’nın Düğünü

Peygamber Efendimiz, Medine’ye hicretlerinin ikinci yılında, Bedir Savaşı’ndan kısa bir müddet sonra sevgili kızı Fâtıma’yla, amcasının oğlu Ali’yi evlendirdi. Fâtıma o günlerde yaklaşık on altı veya on sekiz yaşında idi. Düğün hazırlıklarına başlandı. Hz. Fâtıma’nın düğünü sade ve mutevazı bir düğündü. Mehri, çeyizi, düğün yemeği sade idi. Düğün merasimi de sade idi.

Resûl-i Ekrem, Hz. Âişe ve Hz. Ümmü Seleme’yi yanına çağırarak onlardan kızı Fâtıma’yı gelin olarak hazırlayıp Ali’nin odasına götürmelerini istedi. Bunun üzerine onlar, Hz. Ali’nin odasına gittiler. Mekke ile Mina arasında bir yer olan Bathâ taraflarından getirilen yumuşak toprağı odaya yaydılar. Düğün hazırlıklarının devamını bu iki annemiz şöyle anlatıyor: “Sonra ellerimizle iki yastık doldurduk ve yumuşak olması için de yastıkları kabarttık. Daha sonra düğün ikramı olarak (misafirlere) kuru hurma ve kuru üzüm ile şerbet ikram ettik. Sonra üstüne elbise atılacak ve su kabı asılacak bir ağaç parçasını getirip odanın bir kenarına koyduk.” 

Anadolu’da gelenekselleşmiş nikâh duası: “Allah’ım! Bu (nikâhı) anlaşmayı bereketli ve mübarek eyle. Bu yeni evlenen çifti ülfet, muhabbet ve bağlılık duygularıyla kaynaştır. Aralarına nefret, fitne ve ayrılığın girmesine izin verme. Tıpkı Hz. Âdem ile Hz. Havva’yı, Peygamber Efendimiz (sas) ile Hz. Hatice validemizi ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma’yı kaynaştırdığın gibi...” Her nikâh kıyıldığında bu dua Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın, Allah Resulü (sas) ile Hz. Hatice validemizin ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın mutlu yuvalarının hatırlanmasına vesile olur.

 Hz. Fatıma’nın Mehri ve Çeyizi

Hz. Ali (ra) mehir verecek kadar malı bulunmadığından Bedir Gazvesi’nde ganimetten payına düşen zırhı, bazı rivayetlere göre ise devesini ve bir kısım eşyasını satarak 450 dirhem gümüş civarında bir mehir vermiştir.

Âişe annemiz, Allah Resûlü"ne güzel koku sürdüğünü ve onun (sav) hanımlarını bu şekilde ziyaret ettiğini anlatır. Bunun, eşlerin özel hayatı açısından ne denli önemli olduğunun farkında olan Allah Resûlü (sas) kızı Hz. Fâtıma"yı, Hz. Ali ile evlendirdiğinde mehrin bir kısmı ile güzel koku almasını istemişti.  (İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 19)

Düğün esnasında Hz. Fatıma (r.anha)’nın çeyizi kadife bir örtü, içine hurma lifi doldurulmuş deri bir yastık, iki el değirmeni ve deriden yapılma iki su kabından ibaretti.

Hz. Fatıma’nın Çocukları

Hz. Fatıma (r.anha) hicretin 3. yılının ramazan ayında (Şubat 625) ilk çocuğu olan Hasan’ı, bir yıl sonra Şaban (Ocak) ayında Hüseyin’i dünyaya getirdi. Daha sonraki yıllarda küçük yaşta ölen Muhassin ile Ümmü Gülsüm ve Zeyneb doğdu. 

Efendimiz, torunları Hasan ve Hüseyin için akîka olarak birer koç kurban etmiş ve yeni doğan çocuklar için akîka kurbanı kesmeyi tavsiye etmiştir. (Buhârî, Akîka, 2) Resûl-i Ekrem, saçlı doğan bebeklerin saçlarının tıraş edilmesini, bu sayede kirden arınıp rahatlamalarının sağlanmasını tavsiye etmektedir. Ayrıca kendi torunu doğduğunda, tıraş edilen saçlarının tartılmasını ve ağırlığınca gümüşün sadaka olarak verilmesini istemiş, Ali b. Ebû Tâlib şöyle demiştir: “Resûlullah (sav) (torunu) Hasan için akîka olarak bir koyun kurban etti ve "Fâtıma, onun başını tıraş et ve saçının ağırlığı kadar gümüşü sadaka olarak ver." buyurdu.” (Tirmizî, Edâhî, 19)

 Hz. Fâtıma da kız olsun erkek olsun bütün çocuklarında bu emri yerine getirmiştir.

Peygamber Efendimiz, Hz. Fatıma’nın oğulları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i çok severdi ve onlarla sık sık oynardı. Hz. Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre bir gün Peygamber Efendimizle dışarı çıkmışlardı. Hz. Fatıma’nın evine geldiklerinde Sevgili Peygamberimiz Hz. Hasan’ı kastederek “Küçük adam orada mı? Küçük adam orada mı?” buyurmuş, Hz. Hasan evden çıkıp gelince de onu kucaklayarak: “Ey Allah’ım ben onu seviyorum, senin de onu ve onu sevenleri sevmeni niyaz ediyorum.” buyurmuştur. (Buhari, Menâkıb, 27; Müslim, Fedâil, 17.)

Hz. Fatıma’nın Vefatı

Hz. Fatıma (ranha), Rasulüllah (sas)’ın ölümünden beş buçuk ay sonra 3 Ramazan 11 (22 Kasım 632) tarihinde vefat etti.

Hz. Fâtıma, kadın cenazelerinin erkeklerinki gibi üzerine örtülen bir kefenle sarılmış olarak herkesin gözü önünde bulunmasından rahatsız olduğunu Esmâ bint Umeys’e söylediğinde Esmâ ona Habeşistan’da cenazelerin tabut içinde taşındığını anlatmış, bunun üzerine Fâtıma kendi cenazesinin de böyle taşınmasını vasiyet etmişti. Nitekim onun cenazesi Esmâ bint Umeys’in tarifi üzerine yapılan tabutla taşındı. Cenaze namazını Hz. Abbas (ra) veya Hz. Ali (r.a.) kıldırdı. Vasiyeti üzerine geceleyin Hz. Ali (r.a.), Hz. Abbas (r.a.) ile oğlu Fazl (r.a.) tarafından Cennetü’l-Bakî’a defnedildi.

 

Editör: Hüsne Yılmaz