Dilimizde zorlayan, icbar eden gibi anlamlara gelen cebbar sıfatı, Rabbimizin adı olduğunda ne ifade eder bizim için? Böyle bir anlamın O’na isim olması mümkün müdür? O’nu isimleriyle anlamaya çalışır, zikreder ve dua ederken “Cebbâr”a gelince bu sıfata nasıl bir anlam yükler zihnimiz?

Rahmeti bütün sıfatlarına galebe etmiş, merhametiyle her şeyi kuşatmış olan yücelerin yücesi Rabbimizin âdeta zor kullanma anlamına gelen bu sıfatı kendi isimleri arasında saymasının elbette birçok hikmeti olduğuna inanırız. Bilsek de bilmesek de... Gelin hep birlikte bu hikmetlerin peşine düşelim. O’na dair bilgimiz arttıkça inancımız kökleşsin, bağlılığımız pekişsin, içeriden ve dışarıdan her daim hücum hâlinde olan şüpheler ufala ufala yok olup gitsin. O’nun isimlerini anladıkça kâinatta olan biteni de daha doğru anlarız ve fark ederiz ki rahmetin gereği bazen lütf u ihsansa bazen de men u icbardır. Bunlardan birini seçip her durumda öyle davranmak hikmetin yolu değildir. Hikmet (ve tabii ki rahmet) durumun gereği olan davranışı seçebilmeyi ve acizlik göstermeden yapabilmeyi gerektirir.

İşte bu bakış açısıyla “Cebbâr” ismine baktığımızda şu anlamlara geldiğini görüyoruz: Birini yoksulluktan kurtarıp varlık sahibi yapmak, kırılan kemiği tedavi etmek (buna göre cebr düzeltmek ve iyileştirmek anlamındadır), zorlamak, zorla yaptırmak, büyüklenmek, güç ve kuvvet göstermek. Bu durumda bu isim, “düzeni bozulan her şeyi düzelten, yaraları sarıp iyileştiren, iradesini her durumda hâkim kılan, kuvvetli, kudretli, azametli, etkin, üstün ve hâkim olan” demektir.

Âlemlerin Rabbi olan Allah, her varlığın yaratılış amacına uygun yasalar koymuş ve onları da ister istemez bu yasalara uymaya mecbur etmiştir. Cebbâr mecbur bırakandır. Sözünü geçiren, yasalarını her durumda yürütendir. Hiç kimse O’nun neyi niçin yaptığını sorgulayamaz. (Enbiyâ, 21/23) Yaratıkların isteksizliği, hatta itaatsizliği O’nun düzenini bozmaz; bu düzenin dışına çıkan sadece kendi varlığını ziyan etmiş olur.

Kur’an-ı Kerim’de El-Cebbâr

Cebbar kelimesi Kur’an-ı Kerim’de on ayette geçmektedir. Bunlardan sadece birinde (Haşr, 59/23) Allah’ın isimlerinden biri olarak zikredilmiştir. Diğer dokuz ayette beşere dair bir sıfat olarak ve hepsi de yergi ifade eden manalar taşır. Bu da insanın başkalarına zor kullanma yetkisi olmadığını (Yûnus, 10/99), bunu yaparsa haddini aşmış, dolayısıyla zulmetmiş olacağını gösterir. Yüce Allah kulları arasında kendilerini cebbar görenleri dehşetli bir akıbetle uyarmıştır. (Mü’min, 40/35

Hasan Basri Çantay, Kur’an tercümesinde Haşr suresi 23. ayette “el-azîzü’l-cebbârü’l-mütekebbir” diye sıralanan bu isimleri “gâlib-i mutlak, halkın hâlini kemâl-i salâha götüren, büyüklükte eşi olmayan” şeklinde tercüme etmek suretiyle Cebbâr’a “ıslah” manası vermeyi uygun bulmuştur. Peygamberimizden gelen rivayetlerde de onun “cebr” kökünden türeyen kelimelerle Allah’tan dirlik, düzenlik istediği, dağınıklığın giderilmesini talep ettiği görülmektedir. Esma-i hüsna müelliflerine göre de gam seline değirmen olan bir kimse, Cebbâr ism-i şerifine devam eder, onu dilinin virdi hâline getirirse, mutlaka kendisine bir çıkış yolu ihsan edilir. Rabb’ini Cebbâr isminin bütün bu muhtevasıyla tanıyan kişi dağınık ve perişan işlerini yoluna sokacak en yüksek merciin Allah Teâlâ Hazretleri olduğunu bilir, O’nunla arasını düzeltmeye çalışır, yanlış kapılara müracaat etmez.

Bu kökten gelen “icbar (mecbur etme)” kavramı yaratılışın her aşamasında tüm yaratılmışların Cebbâr olan Allah’ın hükmü altında oluşunu ifade eder. Başlangıçta muhtar olan (seçme hakkına sahip) tek varlık Allah’tır. Ne zaman ki Allah Teâlâ insana kendi ruhundan üflemiş ve ona kendi iradesinden cüzi bir pay vermiş, işte ancak o zaman insan kendi çapında bir şey dileme, bir şeyi seçme hürriyetine kavuşmuştur. İnsanoğlunun dünya üzerindeki gelişimine baktığımız zaman da onu ileriye götüren bütün icat ve keşiflerin hep mecburiyetlerin etkisiyle gerçekleştiğini görürüz. Bu da bize “Cebbâr” ismindeki yapıcılığı açıkça gösterir.

Bu İsim Tecelli Ederse

Gazzâlî’ye göre kullardan bu isme layık olan kişi başkalarına uymaktan kendisine uyulma derecesine yükselen kişidir. Çevresinde mevki sahibidir. İnsanlardan faydalanmak yerine onlara faydalı olan, kendisi kimsenin tesiri altında kalmayan ama sözü herkese tesir eden, herkes tarafından sevilen, görüldüğünde bir daha görülmek istenen, her hususta kendisine hayran olunan, onunla yarışmanın imkânsızlığı kabul edilen kişidir. Bu mevki de tam anlamıyla ancak insanlığın önderi Hz. Muhammed’e (sas) nasip olmuştur.

Gazzâlî’nin tasvirinden anladığımıza göre bu ismin tecellisi insanın iradesine hâkimiyetiyle görülür. Onun tarif ettiği gibi bir etki ancak kişinin öncelikle kendi benliğine hâkim olmasıyla mümkündür. Çünkü kendi duygularını, zamanını, öz kaynaklarını, yeteneklerini başkalarından farklı olarak, tavizsiz ve kararlı bir şekilde yönetemeyenler başkaları üzerinde bir tesir meydana getiremezler. Bir kul kendini kötü huy ve davranışlardan kendi iradesiyle koruyamadığı zaman, Allah Teâlâ “Cebbâr” ismiyle tecelli ederek onu bu kötülüklerden koruyacak şeylere mecbur eder. (Bunun nasıl büyük bir lütuf olduğunu bilmem görebiliyor muyuz?) Bencil olan birini fedakârlığa, cimriyi vermeye, kibirlinin burnunu sürtmeye mecbur etmesi gibi... Bu da sonuç olarak o kula büyük bir ikramdır.

Editör: Yasin Kurnaz