Kuşkusuz ki insan ve onun yaşadığı çağ da bu değişimlerden ve gelişmelerden azade değildir. İnsanoğlu, Allah’ın (c.c.) kendisine bahşetmiş olduğu akıl ve ilim sayesinde geçmişten günümüze kadar nice keşifler ve icatlarla birçok yeniliğe kapı aralamıştır. Elbette gelinen noktada teknolojik gelişmelerin hayatımızı kolaylaştırdığı yadsınamaz bir gerçekliktir. Nanoteknoloji, sürdürülebilir enerji, doğa dostu ürünler, tasarruflu teknolojik aletler yeninin ışık alan pencereleridir. Kuşkusuz ki tüm bu gelişmeler sunduğu imkânların yanı sıra beraberinde birtakım problemleri de getirdiği aşikârdır. Sanayileşmenin getirdiği çevre kirliliği, karbon ayak izi ya da hız çağının getirisi fast food beslenme yaşam tarzı, çılgın tüketim alışkanlıkları ve israf, söz konusu sorunlardan yalnızca bazılarıdır. Nihayetinde insan, hayatın bütün panoramasının zorunlu olarak değiştiği yeni bir dünyayı adımlamaktadır. Seküler bir kültür ve uygarlık manzarası arz eden bu yeni dünyada, ruhun beslendiği kaynaklar göz ardı edilmektedir. Yapay zekânın yönlendirdiği, yönettiği bir çağın eşinde insan gittikçe fıtratından uzaklaşmaktadır.

O hâlde yeninin güç kazandığı çağımızda gözden kaçırdığımız bir şeyler olabilir mi? Her yeni iyi midir? Her şeyi, her yeni algıyı ve paradigmayı umarsızca sahiplenerek ona teslim mi olmalıyız? Yoksa yeninin çehresine aldanmadan, ona sırt çevirmeden zamanın da ruhunu yakalayarak yeniye hakikat penceresinden basiret nazarıyla mı bakmalıyız?

Diyanet Aile Dergisi olarak bu ay dosya konumuzda “Yeninin Çehresi”ne bakışı sorguladık. Sema Bayar, yazısında; insanoğlu heva ve heveslerini kontrol altına aldığında, her meseleye aklıselim ile yaklaştığında ve bilhassa edindiği bilgiyle yetinmeyip o bilginin kaynağı, yaşamın gayesi üzerine düşündüğünde küçük savrulmalar yaşasa dahi hakikate giden yolda kalacağına, yeninin çehresine aldanmayacağına, böylece sadece kendini değil toplumu da iyi ve güzele yönlendireceğine işaret etti. Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Mustafa Irmaklı, Yusuf suresi 108. ayet ışığında; tüm bu karmaşa ve kaosun içinden çıkma noktasında “basiret” kavramının kılavuzluğuna dikkat çekerek bunun da aklı ve kalbi beraber işleterek bilinçli ve sağduyulu bir yaklaşımla dünü/eskiyi anlama, bugünü/yeniyi yorumlama ve yarına iyi hazırlanmanın gerekliliğine vurgu yaptı.

Hane-i Enbiya köşemizde Sedide Akbulut, “İnsanlığın İlk Babası Hz. Âdem” yazısıyla baba olmanın sorumluluğuna değindi.

Varlık Aynası’nda Ali Necip Erdoğan, “Değerler Sembolü: Miraç” yazısıyla miracın değerler üzerinden insanı inşa etme sürecine dikkat çekti.

İyiliği Konuşalım köşemizde yolumuz Diyabarbakır’da “Sur’da Bir Bahçıvan ve Çiçekleri” ile kesişti.

Yusuf Yıldız, “Zamanı Düzenleyen Uzmanlar: Muvakkitler” yazısıyla Geçmiş Zaman Olur ki köşemizde yer aldı.

Siz değerli okurlarımızı birbirinden kıymetli yazı ve yazarlarımızla baş başa bırakırken Miraç Kandili’nizi en içten dileklerimizle kutluyor, yeni sayımızda sizlerle tekrar buluşmayı temenni ediyoruz.

Dr. Lamia LEVENT ABUL