Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Erzurum ilimizin Dumlu beldesine bağlı Yeşildere köyünde 7 Aralık 1966 Çarşamba gecesi saat 23.35’te askerlerin yattığı koğuşta çıkan yangında 65 askerimiz şehit olmuş, 27 askerimiz de yaralanmıştı. Erzurum merkezine 25 kilometre uzaklıkta bulunan Yeşildere köyündeki askerî kışlada, 51. Tümen’in 247. Piyade Alayı’nın karargâhındaki bir koğuşta çıkan yangın, hem Erzurum’u hem de bütün ülkemizi yasa boğmuştu. Erzurum İmam Hatip Okulu, o günlerden birinde yatsı namazından sonra Lala Paşa Camii’nde şehitlerin ruhunun şad olması için bir mevlit merasimi tertip etmişti. Hafız Nihat Temel’i bir yatsı namazından sonra okunan bu mevlitte tanıdım. O tarihte Ulu Cami ibadete kapalı olduğu için mevlit, Lala Paşa Camii’nde okunmuştu. Mevsimin kış ve havanın çok soğuk olmasına rağmen o gece Lala Paşa Camii tıklım tıklım dolmuştu. Gerçekten iğne atsan yere düşmezdi. Yatsı namazını diğer camilerde kılan cemaat de Lala Paşa Camii’ne akın etmiş ve cami hıncahınç dolmuştu. Mevlidi imam hatip okulu öğrencileri okudu. Hafız Nihat Temel de bir aşr-ı şerif okudu. Erzurum’da öteden beri âdettir, mevlidin “Merhaba” bahri ayakta okunur. Cemaat “Velâdet” bahrinin sonunda ayağa kalkınca oturmaz ve “Merhaba” bahrini ayakta dinlerlerdi. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) doğumunu ayakta karşılayan cemaat, doğumu ile dünyayı aydınlatacak olan bu zata oturmadan, ayakta merhaba derdi. Hatırladığım kadarıyla o gece “Merhaba” bahrini okulun lise kısmı öğrencilerinden Yemliha Ceylan okumuş ve bütün cemaat hüngür hüngür ağlamıştı.
1966 yılında Erzurum’da tanıdığım Nihat Temel ile 1972 yılında İstanbul’da yollarımız kesişti. O, Erzurum İmam Hatip Okulunu; ben de Sakarya İmam Hatip Okulunu bitirmiş ve İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünün 1/A sınıfında bir araya gelmiştik. İkimiz de Erzurumlu olduğumuz ve önceden tanıştığımız için hemen kaynaştık ve çok samimi arkadaş olduk. Hafız Nihat Temel ile dört yıl aynı sınıfta birlikte okuduk, son iki sene de yurtta aynı odada kaldık. Beraber çok güzel günlerimiz geçti. Bizim, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne girdiğimiz sene Osman Öztürk hocamız da doktorasını bitirmiş ve İstanbul İmam Hatip Okulundan bizim okulumuza hoca olarak gelmişti. Osman hocamızın oluşturduğu ekipte Nihat Bey kardeşim ile dört yıl, yaz kış Arapça ve İslami ilimleri birlikte okuduk. Mustafa Kelebek, Nihat Temel, Yusuf Uslu, Halit Eren, Ömer Hatemi Kömeç, Ali Süzen, Ahmet Soylu, İbrahim Örengül ve Orhan Parlak ile dört yıl çeşitli hocalardan ders okuduk. Hafta içinde okulumuzda rahmetli Mehmet Sofuoğlu hocamızdan, hafta sonu da İslami İlimler Araştırma Vakfının Laleli’deki merkezinde rahmetli Bedir Sadak, Abdülkadir Kabakçı, İbrahim Eken ve daha başka hocalardan okuduk. Osman hocamız bize şubatta ve yaz tatillerinde uygun gördüğü kadar izin verirdi. Biz de uygun görülen günlerde memleketimize gider dönerdik. Mustafa Kelebek ağabeyimiz ekibimizin başkanıydı. Osman Bey hocamız, her sene yeni gruplar oluşturur ve halkayı genişletirdi. Bu halkalarda özel ders okuyan arkadaşların her biri bugün güzel yerlerde bulunmakta ve çok iyi hizmet etmektedirler. Osman hocamız bizi rahmetli Mahir İz hoca ile de tanıştırdı ve onun sohbetlerine devam etmemizi sağladı. Biz, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne başladığımızda Mahir hoca emekli olmuştu. Osman hocamızın yönlendirmesi ile Mahir hocamızın, yazın Beşiktaş Yahya Efendi Dergâhındaki sohbetlerine, kışın da Erenköy’deki sohbetlerine devam edip bazen bir yanardağ gibi kükreyen, bazen bir çağlayan gibi akan ve canlı bir tarih olan bu zatın sohbetlerinden istifade ettik. Bu sohbetlere de ismini saydığım arkadaşlarla beraber gider gelirdik. Nihat Bey kardeşim, içimizde en şen ve şakrak olanımızdı. Sınıfımızın bülbülü, odamızın gülüydü. Bizi canlı ve diri tutardı. İkimiz, çok samimi arkadaştık. Ömer Hatemi’yi de alır Fıstıkağacı’ndaki dershaneye gider gelirdik. Millî Türk Talebe Birliğindeki konferanslara katılır, meydanlarda “Zincirler kırılacak Ayasofya açılacak!” diye avaz avaz haykırırdık. O tarihlerde İstanbul müftü muavini olan ve Üsküdar’da oturan Yemliha Ceylan’ın evine çay içmeye ve sohbet etmeye giderdik. Yemliha ağabey ile rahmetli Nihat, Erzurum hatıralarını anlatırlar ben de dinlerdim. Erzurum İmam Hatip Okulundaki hocalarından, Erzurum’daki meşhur hocalardan ve Erzurum ahvalinden konuşurlardı. Ben de o sohbetleri zevkle dinlerdim.
1976 yılında İstanbul İslam Yüksek İslam Enstitüsünden mezun olunca hocalarımızla ve arkadaşlarımızla yollarımız ayrıldı. Vücutlarımız ayrıldı ama ruhlarımız beraberdi. Ben mezun olduktan sonra iki sene Samsun ilinde Alaçam İmam Hatip Lisesinde görev yaptım. Nihat Bey’in tayini Erzurum İmam Hatip Lisesine çıktı. Ömer Hatemi Bey ile Nihat Bey dört sene önce mezun oldukları okula öğretmen olarak döndüler. Ben, 1978 yılı Ağustos ayında askere gittim. 1980 yılının Şubat ayında teskere aldıktan sonra Sivrihisar İmam Hatip Lisesinde bir yıl öğretmenlik yaptım. 1982 yılının Şubat ayında da Erzurum Yüksek İslam Enstitüsünde asistan oldum.
Nihat Bey ile mezun olduktan beş sene sonra 1981 yılında Erzurum Yüksek İslam Enstitüsünde yollarımız bir daha kesişti. O, Kur’an-ı Kerim asistanı olarak, ben de İslam tarihi asistanı olarak aynı çatı altında bir araya geldik. İstanbul’daki oda arkadaşımız Muhammet Şevki Aydın ve okul arkadaşımız Fatih Çollak da asistan olmuştu. On sekiz kişi olarak göreve başladığımız arkadaşlarımızın her biri ayrı bir değer ve cevherdi. Bu arkadaşlarla iki yıl birlikte kaldık. Ömrümün ilkbaharını Alaçam ve Sivrihisar’da geçirmiştim, baharın son demlerini de bu iki yıl içinde yaşadım. Okul müdürümüz Raşit Küçük Bey ve onun İstanbul’a gitmesinden sonra göreve gelen Dr. Fahrettin Atar Bey ve diğer arkadaşlarla bir aile gibiydik. Hele öğrencilerimiz, onların her biri altın gibiydi.
Erzurum’da asistan olduğumuz sene ramazan ayı temmuz ayına, ertesi sene de haziranın son on günü ile temmuzun ilk yirmi gününe denk gelmişti. Çiçeği burnunda genç asistanlarımızdan Nihat Temel, Ömer Özyılmaz, Fatih Çollak, Ömer Dumlu ve Halis Albayrak, ikindi namazından sonra okulumuzun yanındaki Başak Camii’nde mukabele okudular. Beş arkadaş, her gün dörder sayfa paylaştıkları bir cüzü bir buçuk saatte okur bitirirlerdi. Yaz mevsiminin en uzun ve en sıcak günleri olan bu ramazan ayında, ikindi ezanı saat 17.00’de okunur, namaz kılındıktan sonra mukabele saat 17.30’da başlar, 19.00’da biterdi. Resmî dairelerden çıkan memurlar da mukabele dinlemeye gelince kalabalık bir cemaat toplanırdı. Yaz tatili olduğu için öğretmen arkadaşlar ve üniversite hocaları da gelir bu mukabeleyi dinlerlerdi. Mukabele bittikten sonra da caminin içinde ve dışında sohbet halkaları oluşur, camidekiler oturdukları yerde, dışardakiler de ayakta kendi aralarında bir müddet sohbet ettikten sonra evlerine giderlerdi. Arkadaşlarımızın beşi de Kur’an-ı Kerim’i çok güzel okurlardı. Her birinin kendine has eda ve tavrı vardı. Rahmetli Nihat Bey, hüzzam makamından okur ve dinleyiciyi mest ederdi. Yıllarca Erzurum camilerinde mukabele okuyan bu arkadaşların her biri bugün değişik ilahiyat fakültelerinde hizmetlerine devam etmektedirler. Rabbim yardımcıları olsun. Âmin! 1966 yılında Lala Paşa Camii’nde okunan mevlidin ve 1981-1982 yıllarında Başak Camii’nde okunan mukabelelerin kayda alınamadığına çok yanarım.
1982 yılında çıkan YÖK (Yüksek Öğretim Kanunu) ile Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü, Erzurum Atatürk Üniversitesi bünyesindeki İslami İlimler Fakültesi ile birleştirilerek İlahiyat Fakültesi adını aldı. YÖK, Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü öğrencilerinin istedikleri ilahiyat fakültelerine gidebileceğine dair bir karar aldı. Öğretim kadrosunu da dağıttı. Nihat Bey ve Fatih Çollak, İstanbul’a gittiler. İzmir’e, Bursa’ya ve Kayseri’ye giden arkadaşlarımız da oldu. Biz bir grup arkadaşla Erzurum’da kaldık. 1982-1983 eğitim öğretim yılında Nihat Bey kardeşim ile yine bedenen birbirimizden ayrıldık. Nihat Bey bir zaman Erzurum’dan kopmadı; yaz tatillerinde gider gelirdi. Bu gidiş gelişlerinde devamlı görüşürdük. İstanbul’a gidince her şeyden önce Osman Bey hocamıza ve Nihat Bey kardeşimize uğrardım. Üzerinde çok emeği olan ve aynı zamanda hem hocası hem de kayınpederi olan amcası Zeki Temel Hoca Efendi, 1987 yılında emekli olup İstanbul’a yerleşince Nihat Bey artık eskisi gibi Erzurum’a sık sık gelemedi. Rahmetli babasının vefatından önce gelmişti, oturup uzun uzadıya konuşmuştuk. Yakınlarının cenazesine gelirdi, o zamanlar görüşürdük. En son ağabeyinin cenazesine gelmişti. “Hemen gitme, biraz kal da hasret giderelim.” demiştim. “Çok önemli işlerim var, gitmem lazım.” demişti. Gittikten kısa bir müddet sonra vefatını duyunca şok geçirdim.
Nihat Bey, Bingöl İlahiyat Fakültesinin kıraat bölümünün bir toplantısı için Diyanet İşleri Başkanı Profesör Dr. Ali Erbaş ve diğer akademisyenlerle Bingöl’e gitmiş. 18 Kasım 2021 Perşembe günü yatsıdan sonra yapılan toplantı Nihat Bey’in okuduğu Asr suresi ile sona ermiş. Toplantıdan sonra odasına geçmiş ve yatmış. 19 Kasım Cuma günü sabah namazına kalkmış; ezan vakti geçirdiği kalp krizi ile bu dünyadan ayrılmış. Naaşı, cuma günü Bingöl’den İstanbul’a gönderildi. 20 Kasım Cumartesi günü de yıllardan beri hizmet ettiği İlahiyat Fakültesi Camii’nde eda edilen ikindi namazından sonra kılınan cenaze namazı ile Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi. Cenaze namazını çok yakın arkadaşı Dr. Fatih Çollak Bey kardeşimiz kıldırdı. Namazdan sonra da Diyanet İşleri Başkanı Profesör Dr. Ali Erbaş kısa bir konuşma yaptı. Nihat Bey, 17 Ağustos 2018 Cuma günü namazdan önce İstanbul’un Ümraniye ilçesinde Medine Camii’nde kürsüde vaaz ederken rahmetli olan arkadaşımız Ömer Hatemi Kömeç’in cenaze namazını kıldırmış ve namazdan sonra çok veciz bir konuşma yapmıştı. Üç sene sonra kendisinin vefat edeceği kimin aklına gelirdi?
Nihat Bey kardeşime Yüce Allah’tan rahmet diliyor, ailesine de taziye dileklerimi iletiyorum.