#KEŞFET

Kudüs'te önemli mekanlar ve mabetler

Kudüs'te Müslümanlar için önemli mekânlar ve mabetler, Kudüs şehir surları ilk defa kim tarafından yapılmıştır?

Abone Ol

Üç dinin kutsal saydığı Kudüs’te Mescid-i Aksâ Külliyesi dışında da çok önemli mekânlar ve mabetler vardır. Kudüs’teki yüzlerce eserin tümünü anmak ve anlatmak mümkün değildir. Müslümanlar için önemli ziyaret yerlerini kısaca tanıtacağız:

Müslümanlar için önemli mekânlar ve mabetler

Kudüs Şehir Surları

Kudüs, surlarla çevrili eski şehirden ve sur dışında yer alan bitişik mahallelerden oluşmaktadır. Dört tarafı yaklaşık bir kilometre uzunluğunda ve 12 metre yüksekliğindeki surlarla çevrili bir dikdörtgen biçimindedir. Surların yerleri çeşitli devletlerin kuruluşu ve yıkılışıyla değişmiştir. İlk defa Hz. Süleyman tarafından yapılan surlar, daha sonra gelen devletler tarafından tekrar tekrar yapılmıştır. Kudüs surlarının bugünkü hâli ise Kanûnî Sultan Süleyman döneminden kalmadır. Kanûnî, Kudüs surlarını 1538-40 yılları arasında Haçlılar dönemine ait sur kalıntılarının üstüne yaptırmıştır. Yapımı beş yılda tamamlanan, uzunluğu 3 kilometreyi, yüksekliği 12 metreyi aşan surların otuz dört kulesi ve yedi kapısı vardır. ve bunların altısının üzerlerinde yapım tarihlerini gösteren kitabeleri bulunmaktadır. Ancak bu kitabelerden el-Halîl ve Şam Kapısı hariç diğerleri maalesef önemli ölçüde tahrip edilmiştir.

Sur içinde dört mahalle vardır. Doğu tarafında yer alan Mescid-i Aksâ ve kuzey kısmı Müslüman, kuzey batı köşesi Hristiyan, güney batısında Ermeni ve Mescid-i Aksâ Külliyesi ile Ermeni Mahallesi arasında da Yahudi mahallesi bulunmaktadır.

Kudüs Şehir Kalesi

Batı surlarının tam ortasında el-Halil Kapısı’nın olduğu yerdedir. Antik çağlara kadar uzanan bir geçmişi varsa da, mevcut hâliyle kale bir Osmanlı mirası olup, 1537-1541 yılları arasında inşa edilmiştir. Kaledeki tarihî minare, Memlûklerden kalma bir camiye Osmanlılar tarafından 17. yüzyılda eklenmiştir. Buraya yanlışlıkla “Davud Kulesi” de denmektedir. Haçlıların 1160’da kale etrafına kazdıkları Haçlı Kale Kuyusu’nun bir kesiti hâlâ mevcuttur. Bazı kısımlar Osmanlılar tarafından yol açmak amacıyla doldurulmuştur.

El-Halil Kapısı

“Yafa Kapısı” da denilen bu kapı, Osmanlı döneminde yabancıların kontrol edildiği giriş kapısıydı. Bu kapı, 1898’de Alman Kayzeri II. Wilhelm’in ziyareti vesilesiyle kale kuyusu doldurularak açılmıştır. Kapıdan içeri girildiğinde iç taş duvarda Lâ ilâhe illallah, İbrâhim Halîlullah” yani “Allah’tan başka ilah yoktur, İbrahim, Allah’ın dostudur.” kitabesi vardır.

Osmanlı, “Lâ ilâhe illallah, Muhammed Resulullah” yani “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed, Allah’ın Resulü’dür” şeklindeki kelime-i tevhidi yazmak yerine, üç dinin de Peygamber kabul ettiği Hz. İbrahim’in adını nakşetmiştir. Bu, Osmanlı’nın engin hoşgörüsünün, kuşatıcı ve kucaklayıcı siyasetinin en açık göstergesidir.

Kapıdan içeriye girdikten sonra görülen iki mezar, şehir duvarlarını yapmış olan iki Osmanlı mimarına aittir. Anlatıldığına göre bu iki merhum, dört yıl hiçbir ücret almayıp burada gömülmeyi istediklerinden bu işlek kapının önüne defnedilmişlerdir.

Ömer İbnu’l-Hattâb Meydanı

el-Halil Kapısı’ndan içeri girince ulaşılan meydan, adını Kudüs’e ilk defa bu kapıdan girmesinden dolayı Hz. Ömer’den almaktadır.

Şam Kapısı

Şehir duvarlarının kuzeyindeki Şam ve Nablus tarafına bakan bu muhteşem kapıya Yahudiler “Nablus Kapısı” derler. Araplar ise, Aelia Capitolina döneminde kapının iç kısmında bulunan direk şeklindeki büyük bir heykelden dolayı “Bâbu’l-Amûd” (Direk Kapısı) derler. Osmanlı döneminde bu kapı, önünde hayvan pazarlarının kurulduğu, ticaret kervanlarının konakladığı önemli bir merkezdi. Kapıyı, Kudüs’e geldiği günlerde Mimar Sinan’ın çizdiği söylenirse de bunun kesinliği yoktur.

Tövbe ve Rahmet Kapısı

Adını Hz. Davud’un bu kapıda tövbe edip, tövbesinin kabul edilmesi inanışından alır. Surun doğu duvarında bulunan bu kapılar, Mescid-i Aksâ’nın güvenliği açısından Hz. Ömer veya Selaheddin-i Eyyûbî zamanında örülerek kapatılmıştır. Yahudi ve Hristiyanların “Altın Kapı” dedikleri bu kapının yerinde, birinci ve ikinci Beytu’l-Makdis dönemlerinde de kapılar vardı. Yahudi ve Hristiyanlara göre bu kapıdan Mesih gireceği için, başkaları girmesin diye kapatılmıştır. Bazı Yahudiler ise, Müslümanların sırf Mesih’i sokmamak için bu kapıları kapattıklarını ileri sürerler. Kapıların iç kısmında bir medrese bulunmaktadır. İmam Gazzâlî Kudüs’te kaldığı iki yılda İhyâu Ulûmi’d-dîn adlı eserinin bir kısmını burada yazmıştır. Kapıların dış kısmında ise 638 yılından beri kullanılan bir Müslüman mezarlığı vardır. Burada başta Şeddâd b. Evs ve Ubâde b. Sâbit olmak üzere birçok sahâbînin yanı sıra şehrin mutasarrıfları ve kale komutanları medfundur. Kapıyı çevreleyen alan ise, Mevlevî şeyhlerine hasredilmiştir.

Aslanlı Kapı

Şehir duvarlarının doğusundaki açık tek kapıdır ve ismini sağ ve sol taraflarında bulunan 4 aslandan almaktadır. Aslında bu 4 figür, Memlûk Sultanı Baybars’ın bir devlet binasının kapısına nakşettirdiği leoparlar olup, Osmanlı mühendisleri onları bu giriş kapısına yerleştirerek onun hatırasını korumak istemişlerdir. Araplar arasında “Bâb Sitt Meryem” (Hz. Meryem Kapısı) olarak da bilinir. Kapı, bir taraftan Hristiyanların hac rotası olan Çile Yolu’na (Via Dolorosa), diğer taraftan da “Sıbtlar Kapısı” üzerinden Mescid-i Aksâ’ya açılmaktadır.

Hıtta Kapısı

Aslanlı kapıdan girip biraz ilerledikten sonra sola dönüldüğünde Mescid-i Aksâ’ya girilen önemli bir kapıdır. Bâbu’l-Hıtta denilen bu kapıdan hem âyetlerde, hem de hadislerde söz edilmektedir. Kur’an’da iki ayette şöyle anılır:

“(İsrail Oğulları’na) Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yiyin, kapısından secde ederek (eğilerek) girin, (girerken) ‘hıtta’ = ‘Ya Rabbi, bizi bağışla!’ deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım’, zira biz iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz’ demiştik. Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten iğrenç bir azap indirdik.” (Bakara, 2/58-9; A’raf, 7/161-162)

Hıtta ne demektir?

Hadis, âyette ifade edilen sözün değiştirilmesi hakkında açıklama getirmektedir. Söylemeleri istenen “hıtta” kelimesi, en geniş anlamıyla tövbe ve istiğfar ifadesidir. Yani, “istediğimiz bağışlanmaktır” yahut “hatalarımızın üzerini çiziver” anlamına gelmektedir. (Buhârî, Tefsir, 7/4, Enbiya, 28; Müslim, Tefsir, 1)

Yüce Allah’ın kendilerini çölden kurtarmasının ve kendilerine hayli nimetler vermesinin ardından bir anlamda sınandıkları bu Kudüs’e giriş sahnesi, İsrailoğulları’nın tekrar kaybetmelerine sebep olmuştur. Allah’ın kendilerine verdiği bunca nimetler ve imkânlar karşısında O’nun emrettiği her şeyi harfiyyen yerine getirmeleri gerekirken, onlar bu sınavda hem söyleyecekleri sözü, hem de giriş tarzını değiştirmişlerdir. Bazı rivayetlerde onların “hıtta” ifadesi yerine “hinta” yani ‘buğday’ dedikleri nakledilmektedir. (Ahmed b. Hanbel, el-Musned, c. 2, s. 312) Allah, hatalarının bağışlanması için Yahudilere “hata” diyerek dua etmelerini söylemiş, onlar da bu kelimeyi çarptırarak “hita” yani “buğday” şekline dönüştürmüşlerdir. Bütün bu yaptıklarından dolayı Kur’an’da ifade edildiği üzere tekrar Allah’ın azabına düçar olmuşlardır. Şerhlerimizin verdiği bilgilere göre, Allah onlara bir veba salgını göndermiş ve bir anda yetmiş bin kişi ölmüştür. Dolayısıyla bu kapıdan giriş yapıldığında ziyaretçilerin edeple, saygıyla, mahcubiyetle ve hatalarından tövbe ve istiğfar ederek en samimi şekilde tövbe ve istiğfar etmeleri uygun olacaktır.

Nebi Kapısı

Şehir Duvarının güneyinde Tekli Kapı (At Kapısı), Üçlü ve İkili (Hulda Kapısı) olmak üzere üç kapı daha vardır. İkili Kapı’ya Mirac Gecesi Hz. Peygamber’in kullandığına inanıldığı için Nebi Kapısı da denmiştir. Mescid-i Aksâ’nın güvenliği açısından bu kapılar da Hz. Ömer veya Selaheddin-i Eyyûbî zamanında örülerek kapatılmış, Osmanlı mühendisler ise onların yerlerini korumuşlardır.

Pamukçular Kapısı

Mescid-i Aksâ’nın batı kemerlerinin arasında bulunan ve Pamukçular Çarşısı’na açılan kapıdır. Birçok sıra dükkanlardan oluşan 95 metrelik çarşı, 1336-1378 yılları arasında Memlûk Valisi Emir Seyfeddin Tenkiz tarafından inşa ettirilmiştir. Çarşının gelirlerinin yarısı Mescid-i Aksâ’ya, yarısı da Tenkiziye Medresesine vakfedilmiştir. 1974’te restore edilen çarşının tüm gelirleri bugün İslam Vakfı’na devredilmiştir. Sahil şeridinde yetiştirilen pamuk pazarlandığı için buraya Pamukçular Çarşısı denmiştir.

Kanûnî Çeşmesi

Vadi Caddesi’nin Mescid-i Aksâ’ya çıkan Babu’n-Nâzır Yolu ile kesiştiği köşede bulunan çeşme, 12 Şubat 1537’de Kanûnî döneminde yaptırılmış olan 6 çeşmenin en küçüğüdür. Taş yapı üzerine çifte noktalı bir kemerle çevrelenmiş bir nişten oluşmaktadır. Çeşmenin arkasında bir su deposu, bir kuyu ve Kanatu’s-Sebîl ile bağlantılı bir su kanalı bulunmaktadır. Osmanlı, Haçlılardan kalma dekoratif unsurları bu çeşmede kendi mimarisine uydurmayı başarmıştır. Çeşmenin hemen yakınında Bayram Çavuş Mektebi ve Ribatı vardır.

Mahkeme (Silsile) Kapısı Çeşmesi

Mescid-i Aksâ’nın batı kapılarından birinin hemen çıkışında olup Ocak 1537’de Kanûnî döneminde yaptırılmıştır. Çeşme, Haçlı, Memlûklu ve Osmanlı taş işçiliğinin bir karışımıdır. Söz gelimi, çeşmenin oluğu aslında bir Haçlı lahitidir. 1940’larda İslam Vakfı’nın yaptırdığı restorasyonda çeşme önündeki iki rozete Arapça ta’lik bir hat ile “Vakfu”, “İslamî” yazıları yerleştirilmiştir.

Salahiye Medresesi

Aslanlı Kapı’dan içeri girilince sağ tarafta bulunur. Haçlılar döneminde inşa edilen ve adını Hz. Meryem’in annesinden alan Azize Anne Bazilikası 1192’de Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından Salahiye Medresesi’ne dönüştürülmüştür. 19. yüzyılın başlarında harabeye dönen medreseyi, 1856 Kırım Savaşı’ndan sonra Sultan Abdulmecid Fransızlara verince, 1863-1877 yılları arasında Haçlı binası yeniden inşa edildi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Cemal Paşa burada Salahiye Medresesi’ni yeniden ihya etmiş, ancak İngilizler orayı tekrar Hristiyanlaştırmışlardır.

Emevî Saray Kalıntıları

Mescid-i Aksâ’nın güneyindeki Arkeoloji Parkı’nda birbirlerine kemerli geçişlerle bağlı altı saray kalıntısı vardır. 705-715 yılları arasında Halife el-Velîd tarafından yaptırılmıştır. Tavanından Mescid-i Aksâ’ya geçişi bulunan ortadaki saray, Halife’nin olmalıdır. Ancak 747’deki depremde bu saraylar yerle bir olmuştur.

Üzeyir Peygamber Kabri

İslam geleneğine göre burada, eşeği ve sıcak yemeğiyle birlikte ölü olarak yüz yıl kalıp sonra dirilen Üzeyir Peygamber’in  mezarı ve Nebi Üzeyir Camii vardır. Günümüzde bu mekânda Rum Ortodoks ve Latin Katolik Aziz Lazarus kiliseleri bulunmaktadır.

Hz. Ömer Mescidi

Aslında Kudüs’te birkaç tane Ömer Mescidi vardır. Kudüs’ün fethinden sonra Hz. Ömer tarafından yaptırılan mescidin yerine inşa edildiği için Kubbetu’s-Sahra bile daha çok Batılılar tarafından Ömer Camii olarak da tanınır. Kıble Mescidi’nin güneydoğu köşesinde Osmanlıların ilave ettiği küçük bir mescit de Ömer Mescidi olarak adlandırılmıştır.

Fakat Ömer Mescidi denildiğinde ilk akla geleni hiç şüphesiz Kutsal Kabir (Kıyâme) Kilisesi’nin hemen karşısında bulunan mescittir. Anlatıldığına göre Kudüs’ün anahtarlarını teslim almak üzere şehre gelen Hz. Ömer, Kıyâme Kilisesi’ni gezmektedir. Mü’minlerin Emiri, namaz kılmak için temiz bir yer arar. Patrik Sophronios, kilisenin de Allah’ın evi olduğunu ve halifenin orada namaz kılabileceğini söyler. Hz. Ömer, kilisenin Hristiyan âlemi için çok önemli olduğunu, burada namaz kılması halinde Müslümanların kiliseyi zamanla camiye çevirebileceğini belirterek, namazını kilisenin karşısında kılar. Daha sonra buraya bir mescit inşa edilir. İslamî hoşgörünün bir abidesi niteliğinde olan ve Memlûk dönemi yapısı olan bu camii, namaz vakitlerinde ibadete açıksa da diğer vakitlerde Diğer bir Ömer Mescidi ise Yahudi Mahallesinde, Ramban (Nahmanides) Sinagogu’nun yanındadır. Minaresi 14. yüzyıldan kalma bir Memlûk yapısıdır. Osmanlı döneminde Müslümanlarla Yahudiler arasında anlaşmazlıklara yol açmış, Müslümanları haklı gören şehir kadısı Sinagogun kapanmasını emretmiştir. 1967 sonrasında ise bu defa Ramban Sinagogu açılmış, Hz. Ömer Mescidi ibadete kapanmıştır.

Selâhaddîn’in Hücresi

Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Kudüs’te yaşadığı dönemlerde kaldığı odası bugün Hankâhu’s-Selâhıyye adıyla bilinen bir caminin alt katındadır. Selâhaddîn’in 1189’da inşa ettirdiği bu bina önce tekke iken Memlûkler döneminde minare eklenerek camiye çevrildi. Bugün bina, cami olarak hizmet vermektedir. Hücrenin duvarında Nasrun minallahi ve fethun karîb ve beşşiri’l-mü’minîn” “Yardım, Allah’tandır ve fetih yakındır. (Habibim) mü’minlere müjdele!” mealindeki Saf Suresi’nin 13. âyeti nakşedilmiştir.

Me’menilleh Mezarlığı

Şehir duvarlarının batısında eski bir Eyyûbî, Harzemşah ve Memlûk dönemi mezarlığıdır. Mezarlığın büyük bir kısmı, 1948-1967 yılları arasında 1 numaralı yol ve 2000’lerde de Me’menilleh Alışveriş Merkezi’nin yapılması nedeniyle tahrip edildi. Buraya daha çok Sultan ailesi, büyük Allah dostları gibi tanınmış insanlar gömülmekteydi. İsrail, son yıllarda bu mezarlığı ortadan kaldırarak burada bir Hoşgörü Müzesi (!) kurma kararı aldı ve oradaki Müslüman mezarları boşaltıldı.

Selmân-ı Fârisî Camii ve Makamı

Zeytindağı’nda, Rus Kulesi’nin yanındaki bu camide, Kudüs’te bir müddet yaşamış olan Selmân-ı Fârisî’nin hatırasına atfen bir makam bulunur.

Gerçekte Selmân, 35/656 yılı sonu veya 36/656 yılı başlarında Medâin’de vefat etmiş ve oraya gömülmüştür.