Kur’an-ı Kerim’i diğer kutsal kitaplardan ayıran özellikler nelerdir? Kur’an-ı Kerim vahyedilen son kitap ise neden Tevrat ve İncil’e de inanmak gerekiyor?

Kur’an-ı Kerim’i diğer kutsal kitaplardan ayıran özellikler nelerdir?

Kur’an-ı Kerim son kutsal kitaptır. Getirdiği hükümler ve mesajlar tüm zamanlara hitap edecek şekilde evrenseldir ve kıyamete kadar baki kalacaktır. O, ilk hâliyle muhafaza edilmiş, asla bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Allah tarafından ilahi korumaya alınmıştır ve kıyamete kadar orijinal hâliyle varlığını devam ettirecektir. Dolayısıyla hiçbir kişi ve çaba onu bozmaya, değiştirmeye güç yetiremeyecektir.

Kur’an, Peygamber Efendimizin en büyük mucizesidir. Eşi ve benzeri meydana getirilemez ve getirilememiştir. O, bu konuda muarızlarına meydan okuyan bir kitaptır.

Kur’an’ın içerdiği mesajlar hem birey hem de toplumlar için en ideal hayat tarzını ortaya koyar. O, tevhit ile varoluşun anlamını ve özgürlüğü öğretir. Güzel ahlak ilkeleri ile vicdanları eğitir, insanı karakter ve şahsiyet sahibi yapar. Hukuk ve adalet prensipleriyle toplumsal huzuru ve güveni temin eder, geleceğe umutla bakmayı sağlar. O, aklı kullanmayı, bilimi, araştırmayı, sorgulamayı teşvik eden, sosyal ve fizik yasalarına dikkat çeken bir kitaptır.

Kur’an, gönüllere şifa, akıllara kılavuz, muttakilere hidayet rehberidir. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran, yeryüzünü güzelleştirecek ilkeleri ortaya koyan, insanlara onurlu bir hayatın yollarını gösteren, hak ile batılı ayıran; hakikati, hikmeti, merhameti, insani değerleri ve ahlaki erdemleri öğreten bir kitaptır. 

Kur’an ile; Cahiliye’nin girdabıyla kuşatılmış insanlardan, güzel ahlakın şahikası örnek şahsiyetler çıkarılmıştır. Bir bedevi toplumdan evrensel bir medeniyetin temelleri atılmıştır. Dolayısıyla Kur’an ve Peygamber Efendimizin mesajlarına kayıtsız kalmak veya düşmanca tavırlar içine girmek, acınası bir zavallılık ve vahim bir talihsizliktir. Kendi aydınlığıyla kavga etmek gibi derin bir akıl tutulmasıdır.

Maalesef tarihî süreç içerisinde ve hatta Sevgili Peygamberimiz döneminde Kur’an’a ve Peygamberimize saygısızlık yapan, düşmanlık besleyen zavallı kişiler olmuştur. Günümüzde de Batı ülkeleri başta olmak üzere bazı yerlerde, insanlığın aydınlık geleceğinin en büyük rehberi olan Kur’an’a ve Rahmet Peygamberi Hz. Muhammet Mustafa’ya saygısızca ve düşmanca davranışlar yapılmaktadır. Elbette dünyadaki tüm Müslümanlar hem bireysel haklarını kullanarak hem de örgütsel ve kurumsal yapıları ile meşru, makul, ciddi, güçlü ve kararlı tepkilerini ortaya koyacaklardır. Ancak önemle ifade etmek gerekir ki başta Kur’an olmak üzere Müslümanların kutsallarına yönelik insanlık dışı tavırlara karşı verilmesi gereken en önemli tepki, İslam’ın değerlerini anlamak, yaşamak ve İslam’ı insanlığın her bir ferdine ulaştırmak için daha büyük bir azim, inanç ve çabayla çalışmaktır. Zaten güneşe düşmanlık yapanların en büyük cezası karanlığa mahkûm olmalarıdır. 

Kur’an-ı Kerim vahyedilen son kitap ise neden Tevrat ve İncil’e de inanmak gerekiyor?

Tevrat ve İncil’e yaklaşım konusunda Kur’an-ı Kerim çok açık ve net şekilde iki tavır ortaya koymaktadır.

Birincisi, Tevrat Hz. Musa’ya, firavun ve Mısır halkını; İncil Hz. İsa’ya İsrailoğullarını ve Roma halkını Hakk’a davet etmek üzere Allah tarafından, gönderilmiştir. Yani her ikisi de Hz. Âdem ile başlayan İslam vahyinin, kendi dönemlerindeki kitaplarıdır. Bu bağlamda Tevrat ve İncil’in Allah’ın gönderdiği kutsal kitaplar olduğuna inanmak gerekir. Nitekim Kur’an zaman zaman Yahudi ve Hristiyanlardan, “ehl-i kitap” yani kendilerine kitap verilenler olarak bahsetmektedir. Kur’an’da, Tevrat’la ilgili, Allah tarafından vahyedildiği ve İsrailoğulları için hayat rehberi olarak gönderildiği; İncil’in bir nur, hidayet rehberi ve hikmet olduğu beyan edilmektedir.

İkincisi ise her iki kitap da zaman içinde değiştirilmiş, tahrifata maruz kalmış ve bu kutsal kitapların özgünlüğü muhafaza edilememiştir. Tevrat, Musa Peygamber’den asırlar sonra Ezra adında bir Yahudi tarafından oluşturulmuştur. Bu süre içinde Yahudiler ciddi diaspora dönemleri yaşamışlar, dillerini değiştirmişler, ülkelerinden sürülmüşlerdir. Kur’an, Yahudilerin Tevrat’ı muhafaza etmeyip değiştirdiklerini hem metin hem de mana boyutuyla bozduklarını, yanlışla doğruyu birbirine karıştırdıklarını ifade eder. İncil metinleri ise Hz. İsa’nın vefatının ardından en erken bir asırlık zaman içinde, onun hayat hikâyesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Mevcut Hristiyanlık anlayışını Hz. İsa’nın ardından, hayatta iken ona düşman olan ama bir Şam yolculuğunda yaşadığı vizyon değişimiyle İsa bağlısı hâline gelen Pavlus isimli bir şahıs şekillendirmiştir.

Kur’an’daki bilgilere göre, kendilerine kitap verilenlerden samimi ve vicdan sahibi kimseler olduğu gibi bile bile hakikate düşmanlık yapan, menfaat ve asabiyetine yenik düşenler de vardır. Bu durum, hakikat karşısında psikolojik savrulmalara açık bir örnek olduğu gibi, müminlerin ehl-i kitaba yaklaşımlarını belirleyen önemli bir ölçüyü de ortaya koymaktadır.

Diğer yandan Kur’an’da Yahudi ve Hristiyanlara yönelik “ehl-i kitap” gibi özel hitaplarda bulunulmasının hikmetleri olsa gerektir. Zira onlar, Allah’ın kitap ve peygamber gönderdiğine inanıyorlar, hatta Son Elçi’nin gelmesini bekliyorlardı. Dolayısıyla Kur’an onlara hitaben defaatle, bildikleri hâlde inkâr ettiklerini, ellerindeki Tevrat ve İncil’i gönderen Allah’ın, Kur’an ile aynı inanç ilkelerini gönderdiğini ve onların inatla hakikate yüz çevirdiklerini hatırlatır. Ehl-i kitabın din bilginlerinin gerçekleri çarpıttıklarını ve kutsal metinleri menfaat ve dünya malı elde etmeye aracı yaptıklarını beyan eder.

Müminler, Allah’ın Hz. Âdem’den beri gönderdiği vahyin tamamına, bu bağlamda Tevrat ve İncil’in de Allah’ın gönderdiği kitaplar olduğuna inanırlar. Ancak söz konusu kitaplar bozulduğu ve son kitap Kur’an geldiği için o kitapların hükümleri geçersiz hâle gelmiştir. Zira hem Kur’an’ın beyanı hem de tarihî gerçeklikler, bu kitapların tahrifini ortaya koymaktadır. Elbette bugünkü Tevrat ve İncil metinlerinde tahrifatlar olduğu gibi bozulmamış, ilk şekline uygun cümleler de bulunabilir. Ancak buradaki ölçü yine Kur’an olmalıdır. Nitekim; “O sana kitabı, gerçeğin ta kendisi ve öncekileri doğrulayıcı olarak indirmiştir; daha önce insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ve İncil’i indirmişti; Furkan’ı da indirdi. Bilinmeli ki Allah’ın ayetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.” (Âl-i İmrân, 3/3-4) ayeti Kur’an’ın “Furkan” özelliğiyle hakikatin ölçüsü olduğunu açıkça beyan etmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın birçok ayetinde, Tevrat ve İncil’in musaddık yani doğrulayan bir kitap olduğunun ifade edilmesi, onların Allah tarafından gönderildiğine, nübüvvet zincirinin birer halkası olarak özde aynı mesajı taşıdıklarına işaret etmektedir. Böylece Tevrat ve İncil’i gönderen Allah’ın, onlar tahrif edildiği için son kitabı gönderdiğine dikkat çekilmekte, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya kitap geldiğine inananların, Hz. Peygamber’e de vahiy gelmesini makul bulmaları gerektiğine vurgu yapılmaktadır.

Diğer yandan, inanç bir tercihtir ve herkes özgürce tercihini yapma hakkına sahiptir. Bir inancı dikte etmek ya da kendi inancına mensup olmayanları aşağılamak, onların inançlarına hakaret veya düşmanlık etmek kesinlikle doğru bir yaklaşım değildir. Diğer yandan inançlar üzerinden anlamsız tartışmalar yapmanın faydasının olmadığı da açıktır. Müminlere düşen, kendi inançlarını ve kutsal değerlerini en güzel şekilde temsil ve tebliğ etmektir.