Aile Dergisi

Okumak, Anlamak, Yaşamak

Akıllı ve sorumlu bir varlık olarak yaratılan insanın bunun bir gereği olarak bilmediği şeylerin peşine düşmemesi ve bilgisizce hareket etmemesi yine Kur'an'ın bir tavsiyesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Abone Ol

Dr. Bayram KÖSEOĞLU
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَؕ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl izan sahipleri bunu anlar.” (Zümer, 39/9.)

Yüce Allah’ın (c.c.) insana vermiş olduğu ve onu diğer varlıklara karşı üstün kıldığı en önemli özelliklerden biri akıldır. İnsan, aklı sayesinde öğrenir, düşünür, doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü ayırt eder. Akıl ve irade sahibi olması insanı aynı zamanda sorumlu bir varlık hâline getirir. Bu durumda insan aklını kullanacak, okuyacak, öğrenecek, iradesiyle doğruyu bulacak, hakikati arayacaktır. Aklını kullanmak suretiyle bilgiye ulaşacak, elde ettiği ilimle eşyanın ve olayların hakikat ve mahiyetini kavrayıp idrak edecektir.
Kur’an’da ilim kökünden türeyen kelimelerin yaklaşık 750 yerde geçmesi (Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Mu’cemü’l-müfehres li elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, s. 469-481.), bilginin ve bilme faaliyetinin Kur’an mesajı bakımından önemini ortaya koymaktadır. Bilmek, anlamak, düşünmek, idrak etmek gibi anlamlara gelen fehm, şuur, taakkul ve tefekkür gibi kelimeler de dikkate alındığında Kur’an’da ilim ve idrake verilen önem daha iyi anlaşılmaktadır. (Mevlüt Erten, Kur’an’da Bilgi-Amel (Eylem) İlişkisi, Diyanet İlmi Dergi, 43/2 (2007), s. 138.)
İlmin nazari ve amelî olmak üzere iki kısma ayrıldığını söyleyen Ragıp el-İsfehani’ye göre nazari bilgi, bilinenin idrakiyle kemale ulaşır; varlıkları bilmek gibi. Amelî bilgi ise ancak amelle tamam olur; ibadetler ilmi gibi. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, 343.) Bu tanım, ilmin amelî yönünü ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Zira ibadetler için sadece bilmek yeterli değildir. İbadet, bilginin amele yansımasıdır.

En güzel şekilde yaratılan insanın (Tin, 95/4.) bu üstünlüğünün bir yönü de akıllı bir varlık olmasından dolayı ilim öğrenme yeteneğine sahip olmasıdır. Hz. Âdem’in yaratılışını konu edinen ayetlerde onun yeryüzünde halife olarak yaratılacağı ifade edilirken bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için Yüce Allah (c.c.) tarafından kendisine bütün isimlerin öğretildiği de bildirilmektedir. (Bakara, 2/30-31.) Bu hakikat, aynı zamanda bilginin sorumluluk gerektirdiğinin de ifadesidir. Aynı şekilde, bilgi ile iman arasında da sıkı bir ilişki vardır. Zira iman, taklidî ve tahkikî olmak üzere iki kısma ayrılır. Kişinin bilgiye dayanmaksızın, çevresinin etkisi ve telkiniyle iman etmesi taklidî iman iken delillere, bilgi ve araştırmaya dayanarak iman etmesi ise tahkikî imandır. Aslolan ise bir Müslümanın imanını taklitten tahkike çıkarabilmesidir. Böylece imanı güçlenecek, dışarıdan gelen saldırılar karşısında direnebilecek, sarsılmadan ayakta kalabilecektir.

Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve insanlığa ilk hitap olan Alak suresinin “Oku!” emri ile başlaması, ilmin insan için önemini ifade etmesi açısından son derece manidardır. Burada emredilen okuma, basit bir okuma değildir. Zira ilim salt bir okuma değil kavrama, idrak etme ve amele yansıtma gibi çok yönlü bir faaliyettir. Kur’an ayetlerinin yanında tabiattaki ayetleri de okuması istenen insan, okuyup anlamlandırmak ve gereğince amel etmekle mükellef kılınmaktadır. Eşya ve olaylara bakmak, aralarındaki ilişkileri kavramak, varlık sebeplerini keşfetmek Kur’an’ın öngördüğü bir husustur. Kur’an, eşya ve olayları zahirî görünüşleriyle algılamayı yeterli bulmaz; onların künhüne vâkıf olunmasını ister. Zira Kur’an’da yer verilen Hz. Musa ile Hızır kıssası bize gösteriyor ki olayların gerisinde muhakkak bir hikmet vardır. (Kehf, 18/65-82.)

O hâlde insan, tüm bu okumaları “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 96/1.) ayeti gereğince, Allah’ın (c.c.) kendisine verdiği bilgi ile Allah adına yapmalıdır ki doğru okuyup anlamlandırabilsin. Temelinde iman, ihlas ve samimiyet gibi değerler olmayan bir okuma insanı hakikate ulaştıramayacaktır. Tüm bu okumaları yapıp gereğince amel edebilmenin sonucu ise tam bir kulluktur. Çünkü bilmek, sorumluluğu yani teslimiyet ve kulluğu gerektirir. Kur’an’da akıl sahiplerine yönelik yer alan hitaplar, yine “düşünmez misiniz?”, “akletmez misiniz?”, “öğüt almaz mısınız?” şeklindeki hatırlatmalar hep Allah’a (c.c.) yaraşır şekilde kulluk etmeye tembihte bulunan ifadelerdir. Bu hakikatleri okuyup anlayabilen ve gereğince kulluk edebilen insanlar, “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer, 39/9.) buyruğu üzere Allah (c.c.) nezdinde diğer insanlardan daha üstün olacaklardır. “Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (c.c.) (gereğince) korkarlar.” (Fatır, 35/28.) mealindeki ayet de ilmin sorumlulukla olan ilişkisine bir diğer örnektir.

Akıllı ve sorumlu bir varlık olarak yaratılan insanın bunun bir gereği olarak bilmediği şeylerin peşine düşmemesi ve bilgisizce hareket etmemesi yine Kur’an’ın bir tavsiyesi olarak karşımıza çıkmaktadır. “İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysaki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Âl-i İmran, 3/66.); “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 17/36.) mealindeki bu ve benzeri ayetler (Araf, 7/33; Hac, 22/3,8; Lokman, 31/20.) bilginin sorumluluk gerektirdiği gibi aynı zamanda bilgisizce hareket etmenin de sorumluluk gerektirdiğini öğretmektedir bizlere. İnsanın bilgisizce hareket etmemesi ve doğru bilgiye ulaşması adına kendisine ulaşan herhangi bir haberi araştırması da doğru bilgiye ulaşma yolu olarak Kur’an’da insana tavsiye edilen bir husustur. (Hucurat, 49/6.) Böylece insan hata etmekten kurtulmuş ve doğruya ulaşmış olacaktır.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e (s.a.s.) yönelik olarak yer alan “…’Rabbim, ilmimi artır’ de.” (Taha, 20/114.) mealindeki ilahi beyan, bilgi edinme konusunda ilahi yardımın talep edilmesine yönelik bir işarettir. İlk emri oku olan Kur’an’ın ilme, öğrenmeye, tefekkür etmeye, düşünüp ibret almaya yönelik emir ve tavsiyeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde ortaya çıkan şudur ki bütün bunlar pratik hayata yansıdığı, gereğince yaşandığı zaman anlamlı ve değerlidir. Zira amelsiz bir ilmin meyvesiz bir ağaç gibi olduğu düşünüldüğünde davranışa yansımayan imanın, insanın ahlaki gelişimine katkısı olmayan bilginin Kur’an açısından bir önemi olmadığı ortadadır.