Hadislerle İslam

İntihar: Allah'ın Verdiği Cana Kıymak

İntihar nedir? İntihar eden kişinin ahiretteki durumu nedir?

Abone Ol

Cündüb b. Abdullah'tan (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Sizden önceki ümmetlerden birinde yaralı bir adam vardı. Yaranın acısına dayanamadığından bir bıçak alıp elini kesti. Kanaması durmadı ve sonunda öldü. Bunun üzerine Yüce Allah (cc), "Kulum, kendisi konusunda benden daha acele davran(arak canına kıy)dı. Ben de ona cenneti haram kıldım." buyurdu.”

حَدَّثَنَا جُنْدُبُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ… قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “كَانَ فِيمَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ رَجُلٌ بِهِ جُرْحٌ، فَجَزِعَ فَأَخَذَ سِكِّينًا فَحَزَّ بِهَا يَدَهُ، فَمَا رَقَأَ الدَّمُ حَتَّى مَاتَ، قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: بَادَرَنِى عَبْدِى بِنَفْسِهِ حَرَّمْتُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ.”

(B3463 Buhârî, Enbiyâ, 50)

***

عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) : قَالَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “لَا يَتَمَنَّيَنَّ أَحَدُكُمْ الْمَوْتَ مِنْ ضُرٍّ أَصَابَهُ، فَإِنْ كَانَ لَا بُدَّ فَاعِلًا فَلْيَقُلْ: اللَّهُمَّ أَحْيِنِي مَا كَانَتْ الْحَيَاةُ خَيْرًا لِي، وَتَوَفَّنِي إِذَا كَانَتْ الْوَفَاةُ خَيْرًا لِي.”

Enes b. Mâlik'ten (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Hiçbiriniz başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü istemesin. Eğer mutlaka isteyecek olursa, "Allah'ım, yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, ölüm benim için hayırlıysa canımı al!" desin.”

(B5671 Buhârî, Merdâ, 19)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَنْ تَرَدَّى مِنْ جَبَلٍ فَقَتَلَ نَفْسَهُ، فَهْوَ فِى نَارِ جَهَنَّمَ يَتَرَدَّى فِيهِ خَالِدًا مُخَلَّدًا فِيهَا أَبَدًا، وَمَنْ تَحَسَّى سَمًّا فَقَتَلَ نَفْسَهُ، فَسَمُّهُ فِى يَدِهِ يَتَحَسَّاهُ فِى نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدًا مُخَلَّدًا فِيهَا أَبَدًا، وَمَنْ قَتَلَ نَفْسَهُ بِحَدِيدَةٍ، فَحَدِيدَتُهُ فِى يَدِهِ، يَجَأُ بِهَا فِى بَطْنِهِ فِى نَارِ جَهَنَّمَ ﴿خَالِدًا﴾ مُخَلَّدًا فِيهَا أَبَدًا.”

Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Bir dağdan aşağı atlayarak canına kıyan kimse, cehennem ateşinde ebedî olarak yüksekten aşağıya atlayıp duracaktır. Zehir içerek canına kıyan kimse, elinde zehri olduğu hâlde, cehennem ateşinde ebedî olarak zehir içip duracaktır. (Bıçak, mızrak gibi) bir demiri karnına saplayarak kendisini öldüren kimse de demiri elinde olduğu hâlde cehennemde o demiri karnına ebedî surette saplayıp duracaktır.”

(B5778 Buhârî, Tıb, 56)

***

عَنْ جَابِرِ بْنِ سَمُرَةَ قَالَ: أُتِيَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) بِرَجُلٍ قَتَلَ نَفْسَهُ بِمَشَاقِصَ، فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيْهِ.

Câbir b. Semüre (ra) anlatıyor: “Oklarla canına kıyan bir adam(ın cenazesi) Peygamber'e (sas) getirildi de (Hz. Peygamber) onun cenaze namazını kılmadı.”

(M2262 Müslim, Cenâiz, 107)

***

Hz. Peygamber (sas), ordusuyla birlikte Hayber Savaşı’nın yapılacağı yere ulaşmıştı. İslâm ordusu ile müşrik ordusu savaşmaya başladılar. O günün akşamında savaşa ara verildi. Hz. Peygamber (sas) kendi karargâhına, düşman kuvvetleri de kendi karargâhlarına döndüler. Müslüman ordusunda Kuzmân ez-Zufurî adında biri de vardı. O, kahramanca savaşıyor ve düşmandan geriye kalanlardan kimi yakalarsa öldürüyordu. Bu durum Hz. Peygamber’e (sas) anlatıldı: "Ey Allah’ın Elçisi! Sahâbîlerin hiçbirisi falan kişi kadar yeterlilik gösteremedi." Allah’ın Elçisi (sas), "Fakat o, cehennem ehlindendir." buyurdu. Duruma çok şaşıran Ebû Ma’bed el-Huzâî, "Ben o zâtı takip edeceğim." dedi ve onunla beraber savaş meydanına çıktı. Kuzmân nerede durduysa o da orada durdu. Hep onu takip etti; o hangi tarafa yöneldiyse o da oraya hareket etti. Nihayet Kuzmân ağır bir şekilde yaralandı. Yarasının acısıyla bir an önce ölmek istedi ve kılıcının sapını yere, keskin ucunu da iki memesinin arasına koydu. Sonra kılıcın üzerine yüklendi ve intihar etti.

Bunun üzerine Ebû Ma’bed el-Huzâî, Resûlullah’a (sas) gelip, "Ben senin Allah’ın Resûlü olduğuna şahitlik ediyorum." dedi. Resûlullah (sas), "Ne oldu?" diye sordu. Ebû Ma’bed, "Cehennemliklerden olduğunu söylediğin adam hakkında söylediklerini insanlar garipsemişlerdi. Bu nedenle ben de, "Bu adamı takip edeceğim." demiştim." diyerek olanları anlattı. Onu dinleyen Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu: "Öyle bir kişi vardır ki insanların gözünde cennetliklerin yaptığı işleri yapar ama o cehennemliktir. Yine öyle bir kişi vardır ki o da insanların gözünde cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ama o cennetliklerdendir."  "Ameller ancak sonuçlarıyla değerlendirilir." buyurdu.

Hz. Peygamber (sas), fetanet, basiret ve feraseti ile Kuzmân’ın hâlinde diğer sahâbîlerin muttali olamadığı bir duruma vâkıf olmuş ve onun sonunda cehenneme sürükleneceğini anlamıştı. Nitekim Resûl-i Ekrem’in (sas) söyledikleri doğru çıkmış, savaşta gösterdiği bunca kahramanlığa rağmen Kuzmân hayatını intiharla sonlandırmıştı. Hâlbuki bu şahıs, her ne acı çekerse çeksin, Allah’ın (cc) verdiği canı almamalıydı. Ve kendisini şehitlik beklerken, intiharın bedelini ödemek durumunda kalmamalıydı.

Kişinin ölümle sonuçlanacağını bildiği hâlde kendi hür iradesiyle, bilinçli bir şekilde ölümü tercih etmesi ve hayatına son vermesi anlamına gelen intihar, her şeyden evvel Allah’ın (cc) kendisine verdiği canı almak demektir. İntihar, insanın hayatında kötü bir son olup cehenneme götüren büyük günahlardandır. İnsan, kendi canı da olsa neticede Allah’ın (cc) verdiği bu emanete hıyanet etmemelidir.

İslâm, insanı şerefli bir varlık olarak tanımlar. O, hem bedenen hem de ruhen diğer canlılardan daha üstün yaratılmıştır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de insan hayatının dokunulmaz olduğu belirtilmiş ve kasten bir cana kıymanın bütün insanları öldürmek gibi olduğu ifade edilmiştir. Henüz ana rahminde iken, ‘yaşama hakkı’ yani dokunulmazlık kazanan insanoğluna karşı işlenebilen en büyük suçlardan biri onun hayatına son vermektir. Zira İslâm’ın gaye edindiği temel ilkelerden biri de canın korunmasıdır ve dinimiz bunu güvence altına almak için birçok ahlâkî ve hukukî hükümler getirmiştir. Ayrıca Allah (cc), hayatı verenin de alacak olanın da sadece kendisi olduğunu açıkça ifade etmiştir. Bedende emanet olarak duran ruhu alma yetkisi sadece O’na aittir. Dolayısıyla kişinin kendi hayatına son verme yetkisi ve hakkı bulunmamaktadır.

İnsanları hayatlarına son vermeye sürükleyen pek çok neden vardır. İntiharı tetikleyen unsurların en başta gelenlerini, psikolojik ve fiziksel rahatsızlık ve hastalıklar, ailede iletişimsizlik, geçimsizlik, şiddet ve baskı, geçim zorluğu, alkol ve kumar, sosyal baskı ve toplumda küçük düşme gibi çeşitli sebepler oluşturmaktadır. İntiharı tetikleyen bu faktörler, kişinin ailesi ve çevresi tarafından dışlanması sonucu kendini yalnız hissetmesi, hayatın onun için anlamsızlaşması, mutsuzluğu ile birleşince intihara sebep olabilmektedir. Aynı şekilde bazı insanlarda görülen hazcılık, sınırsız özgürlük ve kuralsızlık da intihara sevk eden etkenlerdendir. Toplumda meydana gelen ekonomik ve sosyal dengesizlikler ve mânevî değerlerin zaafa uğraması da kendine sağlam dayanak bulamayan kişilerin, ne yazık ki intiharı bir çare olarak görmesine neden olabilmektedir.

Büyük sıkıntılar ve psikolojik hastalıklar neticesinde ortaya çıkan akıl ve bilinç kaybı sonucu kişinin kendini öldürmesi ise intihar olarak değerlendirilmemelidir. Çünkü bu kişilerin akılları başlarında değildir ve şuurlu hareket edememektedirler.

Uzmanlarca daha birçok sebebi sıralanan intihar, olgun imana sahip, dinî inançları kuvvetli Müslümanlarda çok nadir olarak görülmektedir. Bunun nedeni de müminin Allah’ı (cc) sürekli olarak yanında hissetmesi, hiçbir zaman yalnızlık duygusuna kapılmaması, kadere inanması ve böyle bir şeye kalkışmanın âhirette azaba neden olacağını bilmesidir.

Zaten intihar ilâhî kaynaklı dinler tarafından doğru bir çözüm yolu olarak da kabul görmemiştir. Bütün ilâhî dinler insanın canına kıymasının günah olduğunu bildirmiştir. İntihar tıpkı cinayet gibi bizden önceki ümmetlerde de yasaklanmış bir fiildir. Bu da onun cinayet işlemekten farklı bir şey olmadığını göstermektedir. Konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber (sas), bize şu ibretli olayı anlatmaktadır:

"Sizden önceki ümmetlerden birinde yaralı bir adam vardı. Yaranın acısına dayanamadığından bir bıçak alıp elini kesti. Kanaması durmadı ve sonunda öldü. Bunun üzerine Yüce Allah (cc); "Kulum kendisi konusunda benden daha acele davran(arak canına kıy)dı. Ben de ona cenneti haram kıldım." buyurdu."

İnsan, Rabbinin bahşettiği bedeninin ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Allah Resûlü’nün (sas), "Bedeninin de senin üzerinde hakkı vardır." sözü bedenin insan için emanet olduğu gerçeğine işaret eder. Bu nedenle İslâm, bırakın insanın kendi hayatına son vermesini, herhangi bir organına zarar vermesini bile yasaklamıştır.

Hz. Peygamber (sas) Medine’ye hicret edince Tufeyl b. Amr da onun yanına hicret eder. Tufeyl’le birlikte kavminden bir zât da hicrete katılır; fakat Medine’de sıkılır. Bir süre sonra o kişi hastalanır, oklarıyla parmak eklemlerini keser ve kanı durmaz ve sonunda ölür.

Daha sonra Tufeyl b. Amr onu rüyasında güzel bir şekilde görür, fakat adamın elleri bir şeyle kaplıdır. Tufeyl ona, "Rabbin sana ne yaptı?" diye sorar. O da, "Peygamberi’nin (sas) yanına hicret ettiğim için beni affetti." diye cevap verir. Tufeyl, ellerinin durumunu sorunca da, kendisine, "Senin bozduğun bir organını biz düzeltmeyeceğiz." denildiğini belirtir. Tufeyl rüyasını Hz. Peygamber’e (sas) anlattığında ise Peygamberimiz (sas), "Allah’ım, onun ellerini bağışla." diye dua eder.

Hayber Savaşı’nda Kuzmân’ın kendini öldürmesiyle bu olayda anlatılan zâtın ölmesi arasında fark vardır. Kuzmân yarasının acısına dayanamayarak kılıcını göğsüne saplamak suretiyle dönüşü olmayacak bir şekilde ölümü seçmiştir. Tufeyl’in anlattığı bu kişi ise muhtemelen ellerinde bulunan kangren benzeri bir rahatsızlığın vücuduna yayılmasını engellemek, acıyı sonlandıracak şekilde kendisini tedavi etmek amacıyla parmaklarını kesmiştir. Sonuç olarak ikisi de ölmesine rağmen, niyetleri farklı olduğundan dolayı birincisini intihar olarak değerlendirmek mümkünken, ikincisi, intihar kastı olmaksızın ölümle sonuçlanmış bilinçli bir eylemdir. Sonuçta âhirette, yaptığımız fiillerin değerlendirilmesinde niyet önemli bir yer tutmaktadır.

İslâm’ın insan hayatını kutsal saydığını, değil intihar etmek, hayatın tehlikeye atılmasına dahi izin vermediğini gösteren diğer bir olayı ise Amr b. Âs anlatmaktadır: "Zâtü’s-Selâsil Gazvesi’nde iken soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Boy abdesti alırsam hastalanıp öleceğimden endişelenip teyemmüm ettim ve arkadaşlarıma böylece sabah namazını kıldırdım. (Medine’ye döndükten sonra) bunu Resûlullah’a (sas) haber verdiler. Resûlullah (sas), "Amr, sen ashâbına cünüp olarak namaz mı kıldırdın?" diye sordu. Neden yıkanmadığımı Hz. Peygamber’e (sas) anlattım ve Cenâb-ı Allah’ın (cc), "Kendi kendinizi öldürmeyin; şüphesiz Allah (cc) size karşı çok merhametlidir." âyetini işittiğimi söyledim. Bunun üzerine Peygamber (sas) güldü ve hiçbir şey demedi.

İnançlı insan, başına gelen musibetler karşısında kendine zarar vermeyi düşünmek yerine, bu sıkıntıların kendisi için birer imtihan olduğunu hatırlar. Allah Resûlü’nün (sas) ifadesiyle, "Müminin hâli ne hoştur. Onun bütün işleri hayırlıdır. Bu duruma müminden başka hiç kimsede rastlanmaz. Mümin bir nimete kavuştuğunda şükreder, bu onun için hayırlı olur. Darlık ve sıkıntıya düştüğünde sabreder, bu da onun için hayırlı olur."

İşte bu bilince sahip olan mümin, canına kıymak gibi bir hataya düşmez, sabreder. Çünkü Peygamber Efendimiz (sas), başa gelebilecek sıkıntı ve musibetler karşısında sabretmemiz gerektiğini belirtmiş ve ölüm temennisinde dahi bulunmamamızı tembihlemiştir: "Hiçbiriniz başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü istemesin. Eğer mutlaka isteyecek olursa, "Allah’ım, yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, ölüm benim için hayırlıysa canımı al!" desin."

Mümin, başına gelenler karşısında, "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar, başlarına bir musibet gelince, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a (cc) aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz." derler." âyetini prensip edinerek imtihanı başarıyla vermeye çalışır. O, Allah’ın (cc) her zaman sabredenlerle beraber olduğunu ve her zorluktan sonra kolaylıklar verdiğini çok iyi bilir. Ayrıca sabrına karşılık Yüce Allah’ın, "Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir." müjdesini düşünerek teselli bulur. Peygamber Efendimizi (sas) örnek alarak her durumda ve her şeyden Allah’a (cc) sığınır. Rabbinin rahmetinden hiçbir zaman ümidini kesmez. En önemlisi o, ölümün bir son olmadığını bilir. Onun açısından ölüm, dünyadaki yolculuğunun sonu ve ebedî hayata açılan kapısıdır. Âhiret inancı olmayan biri için ise intihar ne yazık ki bir çözüm gibi görülebilmektedir.

İnanan bir insan, intihar ederek yaşamakta olduğu problemlerden kurtulmaya çalıştığı takdirde ebedî hayatında azaba duçar olacağını bilmelidir. Âhiretteki azabın yanı sıra intihar eden kişi geride bıraktığı annesini, babasını, eşini, çocuklarını ve akrabalarını üzüntüye boğacak, kim bilir onları ne tür sıkıntılara sürükleyecektir. Çocukları varsa onların yetim veya öksüz olarak sevgiden yoksun yetişmesine neden olacaktır.

Peygamberimizin (sas) haber verdiğine göre herhangi bir biçimde intihar edip kendini öldüren kişi kıyamet gününde kendine aynı şekilde ebediyen azap edecektir. Bu bağlamda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurur: "Bir dağdan aşağı atlayarak canına kıyan kimse, cehennem ateşinde ebedî olarak yüksekten aşağıya atlayıp duracaktır. Zehir içerek canına kıyan kimse, elinde zehri olduğu hâlde, cehennem ateşinde ebedî olarak zehir içip duracaktır. (Bıçak, mızrak gibi) bir demiri karnına saplayarak kendisini öldüren kimse de demiri elinde olduğu hâlde cehennemde o demiri karnına ebedî surette saplayıp duracaktır."

Hz. Peygamber’e (sas) namazını kılması için kendini oklarla öldüren bir adamın cenazesi getirilmişti. Fakat Hz. Peygamber (sas) onun cenaze namazını kılmadı. Belki de Müslümanları, şiddetle sakınılması gereken bu yoldan alıkoymak amacıyla o adamın cenaze namazını kılmamıştır. Fakat intihar eden bir başka kişinin cenaze namazını kılmalarını ashâbına emretmiştir. Zira intihar eden kişi İslâm’dan çıkmış olmaz ve ölen her Müslüman gibi onun da cenaze namazını kılmak geride kalanların yerine getirmesi gereken bir görevdir.

Her ne kadar dinimizin insana verdiği değer ve inananlarına aşıladığı dünya görüşü sayesinde Müslüman ülkelerdeki intihar oranları, Batılı ülkelere göre çok düşükse de intihar, çağımızın bir gerçekliği olarak karşımızda durmaktadır.

Genç yaşta gerçekleşen intiharların engellenmesinde ise aile içi sağlıklı iletişimin önemli bir rolü vardır. Çünkü hayatının baharında olan ve daha çok duygularıyla hareket ettiği için sağlıklı bir muhakeme yapamayan birçok gencimiz, ne yazık ki çocuklarıyla iyi bir iletişim kuramayan ebeveynlerin uyguladıkları baskılar sonucu intihar etmeyi seçmektedirler.

Sonuç olarak, her Müslüman bu dünyada imtihan için bulunduğunun farkında olarak başına gelen sıkıntılar karşısında sabretmesini bilmeli ve bunun kendisi için Allah katında büyük bir mükâfat vesilesi olduğunun bilinciyle sorunlarını halletmeye çalışmalıdır. Zira hayattan vazgeçmeden, sabrederek ve Allah’a (cc) sığınarak sıkıntılarla mücadele etmek, Müslüman olmanın gereğidir. İntihar ise mücadeleden kaçıştır. Allah’ın (cc) verdiği emanete ihanettir.

Can bu tende, bu bedende emanettir. Dolayısıyla inanan insan, emanete ihanet etmemelidir. İnsanoğlu için en büyük hedef Müslüman olmak, Müslüman ölmektir. Nitekim Yüce Allah (cc) da bizden bunu istemektedir: "Ey iman edenler! Allah’a (cc) karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve ancak Müslümanlar olarak ölün."

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam