Hadislerle İslam

Gazilik: Ya Şehit Ya Gazi

Resûlullah (sas) ise Allah’ın (cc) rızasını kazanmak için savaşa çıkan ve bunun gereğini en güzel şekilde yerine getiren kişinin uykusunun da uyanıklığının da sevap kazandıracağını bildirmiş ve gazileri "Allah’ın (cc) elçileri" olarak tanımlamıştır.

Abone Ol

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “مَا مِنْ مَكْلُومٍ يُكْلَمُ فِى اللَّهِ إِلاَّ جَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَكَلْمُهُ يَدْمَى، اَللَّوْنُ لَوْنُ دَمٍ، وَالرِّيحُ رِيحُ مِسْكٍ.”

Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Allah (cc) yolunda yaralanan her bir yaralı muhakkak kıyamet gününde yarası kanayarak gelir. Rengi kan rengi, kokusu ise misk kokusudur.”

(B5533 Buhârî, Sayd, 31)

***

عَنْ أَبِى أُمَامَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “أَفْضَلُ الصَّدَقَاتِ ظِلُّ فُسْطَاطٍ فِى سَبِيلِ اللَّهِ، وَمَنِيحَةُ خَادِمٍ فِى سَبِيلِ اللَّهِ، أَوْ طَرُوقَةُ فَحْلٍ فِى سَبِيلِ اللَّهِ.”

Ebû Ümâme'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Sadakaların en değerlisi, Allah (cc) yolunda(ki mücahidlerin) gölgelenmesi için çadır (bağışlamak), bir hizmetçiyi Allah (cc) yolunda (çalışmak üzere) hibe etmek veya at, deve gibi binilmeye uygun bir hayvanı Allah (cc) yolunda (kullanılmak üzere) bağışlamaktır.”

(T1627 Tirmizî, Fedâilü'l-cihâd, 5)

***

عَنْ زَيْدِ بْنِ خَالِدٍ الْجُهَنِيِّ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) أَنَّهُ قَالَ: “مَنْ جَهَّزَ غَازِيًا فِى سَبِيلِ اللَّهِ فَقَدْ غَزَا، وَمَنْ خَلَفَهُ فِى أَهْلِهِ بِخَيْرٍ فَقَدْ غَزَا.”

Zeyd b. Hâlid'den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Her kim Allah (cc) yolunda savaşacak bir askeri (savaş için) donatırsa kendisi de savaşmış gibi olur. Kim de Allah (cc) yolunda savaşa çıkan gazinin arkasından ailesine iyi bir şekilde göz kulak olursa o da savaşmış gibi olur.”

(M4902 Müslim, İmâre, 135)

***

عَنْ أَبِى أُمَامَةَ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَنْ لَمْ يَغْزُ أَوْ يُجَهِّزْ غَازِيًا أَوْ يَخْلُفْ غَازِيًا فِى أَهْلِهِ بِخَيْرٍ، أَصَابَهُ اللَّهُ بِقَارِعَةٍ.”

Ebû Ümâme'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Kim savaşa katılmaz veya savaşa katılan bir gaziyi donatmaz ya da savaşa giden gazinin ailesine iyi bir şekilde göz kulak olmazsa Allah (cc) onu bir felâkete uğratır.”

(D2503 Ebû Dâvûd, Cihâd, 17)

***

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ الْخَطْمِيِّ قَالَ: كَانَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) إِذَا أَرَادَ أَنْ يَسْتَوْدِعَ الْجَيْشَ قَالَ: “أَسْتَوْدِعُ اللَّهَ دِينَكُمْ وَأَمَانَتَكُمْ وَخَوَاتِيمَ أَعْمَالِكُمْ.”

Abdullah el-Hatmî'nin (ra) naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sas) bir orduyu uğurlamak istediği zaman,

“Sizin dininizi, geride bıraktıklarınızı ve amellerinizin sonuçlarını Allah'a (cc) emanet ediyorum.” buyururdu.

(D2601 Ebû Dâvûd, Cihâd, 73)

***

Uhud Savaşı’nın hemen ertesiydi. Evs ve Hazrec Kabilelerinin önde gelenleri, tehlikelerden emin olmak için Allah Resûlü’nün (sas) kapısında gecelemişlerdi. Düşman uzaklaşmıştı, ama geri dönme ihtimali de yok değildi. Bu endişeden dolayı Allah Resûlü (sas), sabah namazını kıldırdıktan hemen sonra Kureyş ordusunu takip etmek üzere ashâbına toplanma emri verdi. Hz. Bilâl’e (ra) verdiği talimata göre bu gazâya yalnızca Uhud Savaşı’na katılan mücahidler iştirak edebilecekti. Resûlullah (sas) dâhil olmak üzere, savaştan dönenlerin neredeyse tamamı yaralıydı. Ama Allah (cc) yolunda canlarını vermeye hazır olan bu mücahidler için bunun bir önemi yoktu. Üseyd b. Hudayr (ra), Kâ’b b. Mâlik (ra) ve daha birçokları yaralı olmalarına rağmen Resûlullah’ın (sas) çağrısına uyarak toplandılar ve yola çıktılar. Bu güzide insanlar, yaralı hâllerine aldırmıyor, üstelik binek sıkıntısı da çekiyorlardı. Yarası hafif olanlar daha ağır durumda olanlara yardımcı oluyor, hatta onları sırtlarında taşıyordu. Kimsenin savaştan geri kalmaması için herkes elinden geleni yapıyordu. Sa’d b. Ubâde (ra) gibi bazı kimseler de yiyecek temin etmişti. Tüm zorluklara rağmen, yetmiş fedakâr gazi Allah Resûlü’nün (sas) çağrısıyla bir araya gelerek bütün varlıklarıyla, her şeye hazır olduklarını bir kere daha göstermişti. Hz. Peygamber (sas), kendilerini Allah (cc) yoluna adamış bu yürekli gazilerden hayır dualarını esirgemiyordu.

Hamrâü’l-Esed denilen mevkide konaklayan ordudan haberdar olan müşrikler, yolda rastladıkları insanlar aracılığıyla Müslümanlara tehditler gönderdiler. Savaştan yeni çıkmış olmalarına rağmen Allah (cc) yolunda büyük bir kararlılıkla düşmanı bekleyen fedakâr mücahidlerin ise bu tehditlere karşı tek bir cevabı vardı: "Hasbünallâh ve ni’me’l-vekîl." (Allah (cc) bize yeter, O ne güzel vekildir.) Sonuçta düşman kendileriyle karşılaşmaya cesaret edemedi, ama müminler, uğruna seve seve canlarını vermeye hazır bulundukları Rablerinden gelen övgülerle geri döndüler: "Onlar yaralandıktan sonra Allah’ın (cc) ve Peygamberi’nin (sas) davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah’a (cc) karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır. Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine, "İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun." dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve "Allah (cc) bize yeter, O ne güzel vekildir!" dediler. Bundan dolayı Allah’tan (cc) bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah’ın (cc) rızasına uydular. Allah (cc), büyük lütuf sahibidir."

Ölümle burun buruna gelip yaşamanın değerini anladıktan sonra, henüz savaşın yorgunluğunu üzerlerinden atmamışken, üstelik yaraları da iyileşmemişken, müminleri korkusuzca tekrar aynı tehlikeye atılmaya, belki de bu sefer ölmeye sevk eden şey, kuşkusuz cihad ruhu ve şehâdet arzusuydu. Zira Allah (cc) ve O’nun Resûlü (sas) amellerin en değerlisinin cihad etmek olduğunu bildirmekteydi. Şehitlik ise Allah (cc) katında eşsiz bir mertebeydi. Yüce Allah (cc) kendi yolunda can veren şehitlerin, ‘ölü’ olarak anılmasını istemiyor, bilakis onların Rableri katında diri olduklarını ifade ediyordu. İşte bu yüksek mertebeye erişmek, "Allah’ım! Dileğim senin yolunda şehit olmak ve Resûlü’nün (sas) memleketinde ölmektir." diyen Hz. Ömer (ra) gibi bütün Müslümanların temennisi olmuş, Hz. Peygamber (sas) dahi, Allah (cc) yolunda tekrar tekrar şehit olmayı arzuladığını dile getirmiştir. Ancak şehitlik, Allah (cc) yolunda canını vermeye hazır bir mümin için, iki güzellikten biridir. Savaşta şehit olmayıp sağ olarak geri dönenler ise gazilikle şereflenir.

"Savaşmak, din uğruna cihad etmek" mânâsındaki ‘gazâ’ kelimesinden türeyen ‘gazi’ kelimesi, savaştan sağ olarak dönen kişilere verilen isimdir. Savaşta başarı kazananlar için unvan olarak da kullanılan bu isim, en genel anlamda Allah (cc) yolunda, can mal, namus, vatan gibi kutsal değerler adına savaşan kimseleri ifade eder. İslâm dininde, hakkın yücelmesi, adalet ve doğruluğun hâkim olması için hiçbir menfaat gözetmeden canla başla mücadele eden gazilere büyük değer verilmiş, onların mallarıyla ve canlarıyla Allah (cc) yolundaki mücadelesi her türlü amelden faziletli sayılmıştır. Onlar, bu gayretleriyle, geçerli bir özrü olmadığı hâlde düşmanla mücadele etmekten uzak duran ve bu konuda çaba göstermeyen Müslümanlardan daha üstündürler. Zira, "Hiç şüphe yok ki Allah (cc), kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever." Yüce Allah (cc), en sıkıntılı anlarda dahi bu mücadeleden geri durmayanlardan öylesine memnuniyet duyar ki arkadaşları bozguna uğrayınca bile savaşmaya devam eden kişi için meleklerine şöyle seslenir: "Benim katımdakileri (rahmetimi) arzulayıp benim katımdakilerden (azabımdan) çekinerek savaşmaya dönen ve sonunda kanı dökülen şu kuluma bir bakın!"  Özellikle, Hamrâü’l-Esed’deki yiğit sahâbîler gibi savaş meydanında yara aldıktan sonra bile cihada çağrıldıklarında yine koşa koşa giden iyilik ve erdem sahibi gaziler için çok büyük mükâfatların olduğunu müjdeler.

Resûlullah (sas) ise Allah’ın (cc) rızasını kazanmak için savaşa çıkan ve bunun gereğini en güzel şekilde yerine getiren kişinin uykusunun da uyanıklığının da sevap kazandıracağını bildirmiş ve gazileri "Allah’ın (cc) elçileri" olarak tanımlamıştır. Gazilerin savaşta döktüğü kanın ve aldığı yaraların Allah katındaki değerini ifade eden Resûlullah (sas), onların âhiretteki hâlini şöyle tasvir etmiştir: "Allah (cc) yolunda yaralanan her bir yaralı muhakkak kıyamet gününde yarası kanayarak gelir. Rengi kan rengi, kokusu ise misk kokusudur."

Yüce Allah’ın (cc) ve O’nun Sevgili Elçisi Hz. Peygamber’in (sas) cihad, şehitlik ve gazilikle ilgili övgü dolu sözleri ve müjdeleri Müslümanlar için teşvik edici olmuş, Allah (cc) yolunda şehit yahut gazi olmak en şerefli ülkü addedilmiştir.

Şehit olsalar da gazi kalsalar da Rableri katında büyük mükâfatlara erişeceklerini bilen müminler, "Ölürsem şehit, kalırsam gazi!" anlayışıyla her savaşta yer almaya çalışmış, düşmana karşı canla başla mücadele etmişlerdir. Savaştan muaf tutulmalarına rağmen Amr b. Cemûh (ra) ve İbn Ümmü Mektûm (ra) gibi engelli sahâbîler dahi Allah (cc) yolunda mücadeleden geri durmamışlardır. Bu uğurda kimi zaman şiddetli soğuğa maruz kalmışlar, kimi zaman da günlerce açlıkla mücadele etmişlerdir. Sevdiklerini gözlerinin önünde kaybetmiş, onları saracak kefen dahi bulamamışlardır. Bedenlerine isabet eden oklar kendilerini yıldıramamış, hiçbir şey onları Allah (cc) yolunda cihad etmekten alıkoyamamıştır. Örneğin, Müslümanların en zorlu sınavlarından biri olan Uhud Savaşı’nda sahâbenin seçkin simalarından Ebû Talha (ra), Resûlullah’a (sas) bir zarar gelmemesi için çırpınarak kendi bedenini ona kalkan yapmış ve yaralanan eli çolak olmuştur. Resûlullah’ın (sas) amcası Enes b. Nadr (ra), Bedir Savaşı’na katılamamanın üzüntüsüyle Uhud’da düşmanla kıyasıya çarpışmış, şehit düştüğünde ise vücudunda seksen küsur yara izi tespit edilmiştir. Zübeyr b. Avvâm (ra) ise Allah Resûlü (sas) ile birlikte katıldığı savaşlar sonucu yara almamış hiçbir organının kalmadığını söyleyerek gaziliğiyle iftihar etmiştir.

Allah (cc) yolunda böylesine mücadele eden gazilere destek olmak, onların ihtiyaçlarını gidermek dinî ve milli bir sorumluluktur. Sabırla, ihlâsla, kararlılıkla savaşa devam edenlerin kul borcu dışındaki tüm günahlarının bağışlanacağını bildirerek onlara daima mânevî açıdan destek olan Resûlullah (sas), müminleri gazilere her konuda yardımcı olmaya teşvik etmiştir. Cihada çıkan müminlerin imkânsızlıklarını gördüğünde gazilere, "Ey muhacir ve ensar topluluğu! Kardeşleriniz arasında malı ve akrabası olmayan kimseler var. Her biriniz onlardan iki veya üç kişiyi bağrına bassın." diyerek bineği olmayan, kendisine bu konuda yardımcı olabilecek yakınları da bulunmayan gazilere diğerlerinin yardımcı olmasını istemiştir. Bu olayı aktaran Câbir b. Abdullah (ra), "Bunun üzerine ben de (mücahidlerden) iki veya üç kişiyi yanıma aldım. Benim de onlar gibi, kendi deveme yalnızca sıram geldiğinde binme hakkım vardı." sözleriyle yaşanan durumu tasvir etmiştir. Aynı şekilde Hz. Osman (ra) gibi malî durumu iyi olan bazı sahâbîler büyük servetler harcayarak orduya gerekli malzemeleri temin etmiş, kimisi de evindeki yemeği Allah (cc) yolundaki erlerle paylaşmış, böylece herkes imkânı ölçüsünde üzerine düşeni yapmaya gayret etmiştir. Zira Hz. Peygamber’in (sas) bildirdiğine göre, "Sadakaların en değerlisi, Allah (cc) yolunda(ki mücahidlerin) gölgelenmesi için çadır (bağışlamak), bir hizmetçiyi Allah (cc) yolunda (çalışmak üzere) hibe etmek veya at, deve gibi binilmeye uygun bir hayvanı Allah (cc) yolunda (kullanılmak üzere) bağışlamaktır."  Savaşa bizzat katılmayan mümin hanımlar da ordunun yemek ve su ihtiyacını görerek gazilere hizmette bulunmuş, onların eşyalarına göz kulak olmuş, yaralıların tedavisiyle ilgilenerek gerektiğinde yaralananları ve şehit olanları Medine’ye sevk etmişlerdir. Uhud Savaşı hakkında bilgi veren Enes b. Mâlik’in (ra) aktardığı şu manzara hanımların savaş meydanlarındaki gayretlerini temsil eden güzel bir örnektir: "Âişe bnt. Ebû Bekir ile Ümmü Süleym’i eteklerini toplamış (koşturur) hâlde gördüm... Su tulumlarını sırtlarında taşıyor, sonra gazilerin ağızlarına su veriyor, bilâhare dönüp tekrar dolduruyor ve gelerek yine ağızlarına su veriyorlardı..." Zira Allah Resûlü (sas), gazilere hizmet eden müminlere şu müjdeyi vermişti: "Kim bir gazinin gölgelenmesi için (çadır bağışlarsa) Allah (cc) da kıyamet günü onu gölgelendirir. Kim bir gaziyi başkasına muhtaç olmayacak şekilde donatırsa, ölünceye kadar gazi gibi sevap kazanır."

Allah (cc) yolunda cihad söz konusu olunca Müslümanların her biri elinden geleni yapmaya özen göstermiş, ancak hiç şüphesiz gazilere en büyük yardım Rableri katından gelmiştir. Yüce Allah (cc), kendi rızasını kazanma gayretiyle canını hiçe sayan bu müminleri asla yalnız bırakmamış, maddî ve mânevî yardımlarıyla her an kendileriyle birlikte olduğunu onlara hissettirmiştir. Zira Resûlullah’ın (sas) bildirdiği üzere Allah (cc) yolunda savaşa çıkan gaziler, ruhlarını cennet karşılığında teslim edinceye veya sevap ve kazançla yurtlarına geri dönünceye kadar Rahmân’ın (cc) koruması altındadırlar. Yüce Allah (cc) onların gönüllerine huzur ve sekîneti hâkim kılmış, kendilerine güven vermiş ve onları yağmur ile ferahlatmıştır. Bazen düşmanı az göstermiş, bazen de onları gökten indirdiği melek ordularıyla desteklemiştir. Kimi zaman, "...Siz acı duyuyorsanız kuşkusuz onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı duyuyorlar. Üstelik siz Allah’tan (cc) onların ümit edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz..."  diyerek onları teselli etmiş, kimi zamansa, "Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz."  diyerek ümitlerini yeşertmiştir. Kâh kalplerine korku salarak, kâh fırtına ve görünmeyen ordular yollayarak düşmanlarını âciz bırakmış, sabrederek Hak yolunda mücadele etmeleri hâlinde kendilerinden yüz kat fazla düşmana galip gelecekleri müjdesiyle onları yüreklendirmiştir. Savaşların sonunda ise kendilerine helâl kıldığı ganimetlerle ödüllendirmenin yanı sıra onları övgü dolu âyetlerle de şereflendirmiş ve Hak yolundaki mücadelelerini Yüce Kitabı’nda ölümsüzleştirmiştir.

Savaşa çıkan gazilere yardımcı olmak kadar onların geride bıraktığı ailelerini gözetmek ve mallarına sahip çıkmak da Müslümanlar üzerine bir vazifedir. Bunun önemini, "Her kim Allah (cc) yolunda savaşacak bir askeri (savaş için) donatırsa kendisi de savaşmış gibi olur. Kim de Allah (cc) yolunda savaşa çıkan gazinin arkasından ailesine iyi bir şekilde göz kulak olursa o da savaşmış gibi olur."  sözleriyle ifade eden Resûlullah (sas), bir gaziyi uğurlayıp onun geride bıraktıklarına gece ya da gündüz her hangi bir vakit göz kulak olmanın, kendisine dünyadan ve onun içinde bulunan her şeyden daha sevimli geldiğini dile getirmiştir. Zira dinî ve vatanı korumak üzere cihada giden mücahidlerin geride bıraktıkları aileleri ve malları diğer Müslümanlara birer emanettir. Hz. Peygamber (sas), "Savaşa çıkan mücahidlerin (geride bıraktıkları) hanımlarının namusu, geride kalan erkekler için annelerinin namusu gibidir. Geride kalanlardan kim bir mücahidin ailesine bakmayı üstlenip sonra da ona ihanet ederse kıyamet günü o mücahid için durdurulur ve mücahid onun amelinden dilediğini alır. Siz ne düşünüyorsunuz? (Yaptığı işin cezasız kalacağını mı zannediyorsunuz?)  buyurmuş ve gazilerin aileleri ve malları için hayırlı birer vekil olmaları hususunda onları teşvik etmiştir. Bununla birlikte savaşa katılmayan, katılanlara hiçbir şekilde destek olmayıp onların ailelerini koruyup kollamayan kişinin ise Yüce Allah (cc) tarafından bir felâkete uğratılacağını haber vermiştir. Aynı şekilde savaş sonrasında yaralanan ve belli ölçüde kendisine bakamayan gazilerin ihtiyaçlarını gidermek, bakımlarını üstlenmek de onlara olan vefa borcunun bir gereğidir.

Sevgili Peygamberimiz (sas) din ve vatan savunması için yola düşen gazileri, "Yüce Allah’ın (cc) heyeti" olarak nitelemiş, onları uğurlarken, "Sizin dininizi, geride bıraktıklarınızı ve amellerinizin sonuçlarını Allah’a (cc) emanet ediyorum."  diye dua etmiştir. Bu yüzden İslâm tarihinde Allah (cc) yoluna baş koyan gaziler savaşlara daima törenle uğurlanmış ve dönüşlerinde de sevinçle karşılanmışlardır. Örneğin, Tebük Seferi’nden dönen Sevgili Peygamberimizi (sas) ve beraberindeki gazileri çoluk çocuk bütün Medineliler Veda Tepesi’nde karşılamış ve onları sevinçle bağırlarına basmışlardır.

İslâm dinindeki gazâ anlayışı toplumumuzda oldukça etkili olmuş, gazilik geleneği yüzyıllarca yaşatılmıştır. Bu geleneğin etkisiyle Osman Gazi ve Battal Gazi örneklerinde görüldüğü üzere zafer kazanan kahramanlara, hatta savaşa bizzat çıkmayan başarılı hükümdarlara ve kurtuluş savaşı kumandanlarına şeref unvanı olarak ‘gazi’ sıfatı verilmiştir. ‘Gazi’, yeri gelmiş çocuklarımıza, yeri gelmiş halkının savaşta gösterdiği yiğitlikten dolayı, şehirlerimize isim olmuştur. Sadece gazi kelimesi değil onun Türkçe karşılığı olan Alp, Alperen kelimeleri de aynı şekilde kültürümüzde yoğun olarak kullanılmıştır. Türkü ve destanlarımızda da silinmez izler bırakan gazâ ve gazilik geleneği, ‘gazâvatnâme’ adlı bir edebî tür oluşturarak medeniyetimizin simgelerinden biri hâline gelmiştir.

Günümüze kadar devam edegelen bu gelenek, ülkemizde hâlâ canlı biçimde yaşatılmaktadır. Din ve vatan uğruna askerlik görevini yerine getirmek üzere yola çıkan askerlerimizin ellerine kınalar yakılmakta, tekbir ve dualarla uğurlanan gençler, döndüklerinde sevinç ve onurla karşılanmaktadır.

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam