MAKALELER

Doğruluğun Toplumsal Yansımaları

Doğruluğun Toplumsal Yansımaları - Prof. Dr. Özcan Güngör - Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi

Abone Ol

Prof. Dr. Özcan Güngör
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi

Toplumsal açıdan doğruluk, insanlar arasındaki sosyal bağların en temel değeri olarak işlev görmektedir. Bu yüzden toplumsal anlamda doğruluğun sonucu olarak oluşacak güven; iş birliğini, paylaşılan ortak normları ve değerleri besleyici modeller oluşturacaktır.  Diğer yandan doğruluk, insanın benlik ve karakter uyumunu sağlayan en önemli ilkedir. Çünkü doğru sözlü kişi kendinden emin bir kimse olarak vicdanıyla barışık, toplumsal alanda öz güvenli ve davranışlarında tutarlı olacağı için kendi varlığıyla anlamlı bir ilişki kurmuş olacaktır. Bu açıdan bakıldığında doğruluk, insanın niyetinin söz ve eylemleriyle uyum içinde olmasını ifade etmektedir. İşte bu yüzden doğruluk; bireysel, toplumsal, içsel ve dışsal boyutlarıyla değerlendirildiğinde bir bütün hâlinde uyumluluk, tutarlılık, adalet ve güveni akla getiren bir mihver kavramdır.

Râgıb el-İsfahânî’nin doğruluğu evrenin denge sebebi sayması oldukça yerindedir. Çünkü yaşamın ana damarı olarak kabul edilen doğruluk, kalben ve fiilen ortadan kalktığında eşyanın ve varlığın düzeni de bozulacaktır. Bu yüzden bütün Peygamberlerin en temel vasıflarından biri doğruluktur. Aksi durumda yalan tavır, söz ve eylem insanlar arasında güvenin ortadan kalktığı bir toplumu ortaya çıkaracaktır ki bu durum Kur’an’da kınanmıştır. 

Sosyolojinin babaları sayılan Marx, Durkheim, Weber ve birçok filozof, toplumu bir arada tutan şeyin ne olduğu sorusunu yanıtlamaya büyük önem vermişlerdir. Doğrusu bugün bu soruya verilebilecek en makul cevap “emin insanlar” veya “doğruluk” olabilir. Doğruluğun farklı boyutlarıyla ortaya çıktığını ifade eden Gazzâlî ise doğruluğu tanımlarken; sözde doğruluk, niyet ve iradede doğruluk, kararlılıkta (azimde) doğruluk, azme vefada doğruluk, işte doğruluk, dinî makamların yükümlülüklerini yerine getirmede sorumluluk şeklinde bir tasnif yapmaktadır. Dolayısıyla Gazzâlî, doğruluğu sadece sözde değil eylem, irade, azim, kararlılık ve nihayet dinin külli kaidelerinde samimiyet olarak değerlendirmektedir.

İnsanların aile, iş ve gündelik yaşamında “özü sözü bir” insan araması tam da doğruluğun toplumsal boyutuna işaret etmektedir. Hatta kendilerinde sorunlar olsa bile insanlar iş ve sosyal hayatlarında, seçimlerinde hep böyle düzgün ve dürüst insan aramaktadırlar. Doğrudur, insanın kişisel bütünlüğü varsa topluma etki eder, güven verir ve çevresinde saygı uyandırır. Kişisel bütünlüğü ve benliğiyle uyumu olmayan kimseler topluma güven de vermez kendilerinin etkileri de toplumsal alanda geçerli olmaz. Ancak gelinen noktada Mcintyre,7 Orwell’in şu ifadesini doğruluk sonrası çalışmasının başına koymuş: “Yalanın evrensel olduğu bir zamanda gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir”. Artık doğruluğun yerini post-truth denilen doğruluk sonrası “mış gibi” sunulan pek çok yalan bilgi/görüntü ve içerik toplumu kuşatmaktadır8 . Değişen gerçeklik, bilgi, insan ve sorumluluğa dair döngümüzde doğruluk en bulunmaz ahlak ilkesi olarak parlamaktadır.

Bu bağlamda çalışmada doğruluğun toplumsal boyutları konu edinilmiştir. Ele aldığımız bu konuda; doğruluğun toplumsal yapı içinde ilişkili olduğu toplumsal boyutlardan sosyal sermaye olarak güven, sanal ortamlar, toplumsal bütünleşme, aile, ticaret ve toplumsal bütünleşmede doğruluğun psiko-sosyal etkilerinin tartışılması amaçlanmaktadır.

1. Doğruluğun Psiko-Sosyal Dinî Temelleri

Doğruluk toplumsal anlamda değerini ve teşvikçisini en çok dinî alan ve faaliyetlerde bulmaktadır. Dinin; inanç, uygulama ve cemaat oluşturmada doğruluk ve güveni, üyeleri arasında tesis etmede oldukça etkin olduğu bilinmektedir. Çünkü din aynı zamanda güven esaslı genişleyebilen, ortak duygular inşa edebilen ve en önemlisi ortak amaçlara insanları inandırma amacı güden bir kurumdur. Yapılan araştırmalar, dinî inançlarda yüksek puan alan ve ibadetlerde devamlı olanların daha güvenilir kimseler olduğunu göstermektedir.

Toplumlar arası ilişkilerin önemli vasıflardan biri olan doğruluk, Müslümanların da imandan sonraki en önemli özelliğidir. Nitekim şu ayette bu hususa değinilmektedir: “Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” Kur’an, verilen söze sadık olmayı ve sözünün eri olmayı olgun müminlerin vasfı olarak nitelendirmiştir.

Kur’an’da doğru insanların özelliklerine dikkat çeken ayetlerde çoğunlukla toplumsal içerikli eylemlerde bulunan kimselerin veya eylemlerin kastedildiği görülmektedir. Örneğin ihtiyacı olanlara yardım etmek, zekât vermek, anlaşmalara sadık olmak, zorluklar karşısında sabır göstermek, sözünün eri olmak, mallar ve canlarla cihad etmek bunlar arasındadır. Çerçevesi çizilen bu eylemlerin toplumsal refah, bütünleşme, düzen ve en önemlisi güven toplumunu inşa etmenin temelleri olduğu görülmektedir.

Toplumsal olarak insanların belirli süre birlikte vakit geçirdiklerinde, bilinç benzeşmesine uğrayacağı bellidir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.” buyurulmuş olması önemlidir. O hâlde kişi doğru olmak için doğrularla beraber olmalıdır. Müslüman; arkadaşını, dostunu, ortağını, yol arkadaşını, sosyal ve ailevi ilişki kuracağı kişileri, doğru ve dürüst kişilerden seçmek mecburiyetindedir. Karşılıklı etkileşimlerle ortak iyiye ve güzele ulaşmak ancak doğru insanlarla birlikte olmakla kolaylaşacaktır. Benzer şekilde Ahzâb suresinde “doğru söz söyleyin” emrinin mükafatı olarak müminlere işlerinin yolunda gitmesi, amellerinin düzgün olması ve günahlarının da af olunmasının yolu açılmış ve onlara bu uğurda kayda değer bir hedef gösterilmiştir.

Doğruluk bir sıfat olarak makam, mevki ve statülerle elde edilecek bir unvan değil, bilakis doğru eylemi bizzat bireyin yapmasıyla kazanılacak bir kimliktir. Hatta Kur’an, doğruluğun kimde olduğuna bakmadan, doğru kimseleri över ve takdir eder. Çünkü doğru sözlü ve güvenilir olmak evrensel bir erdemdir.

Güvenen, güven veren ve güven duyulan olarak tanımlanan “emin” olma sıfatı imanla aynı kökten gelmektedir. Peygamberlik vasfı olarak kabul gören eminlik kavramı; Hz. Muhammed’in peygamberliği öncesinde de dostları ve düşmanları tarafından bu doğruluğuna istinaden kendisiyle özdeşleştirilen bir niteliktir. Bu nedenle Peygamber Efendimizin sıfatı da “El Emin”dir. Onun en yüksek derecede temsil ettiği bu sıfatı, müminlere de hem fiili hem de sözlü olarak bir sorumluluk yüklediği aşikârdır. Peygamberimizin, “Kişinin kalbinde iman ile küfür bir arada bulunmaz; doğruluk ve yalancılık; güvenilirlik ve hainlik de bir arada bulunmaz.” ifadeleri de bu konuya açıklık getirmektedir.

Doğru sözlü ve eylemli müminlerin oluşturacağı yapıyı bir binaya benzeten Allah Resûlü, birbirine güvenen kimselerden oluşacak toplumsal yapının ahengini bir vücuda benzeterek zorluk, kolaylık, mutluluk ve hüzünde dayanışmanın önemine işaret etmiştir. Bireyden başlayan toplumsal yapının sağlamlığında bireyin mümin olarak güvenilirliği, bu toplumsal yapının tamamına iyi yönde etki edecektir.

Diğer yandan üzülerek ifade edilmeli ki doğruluk ve güvenin temsilcisi olması gereken Müslüman ülkeler dünyanın güvenilirlik endekslerinde istenen seviyeyi yakalayamamıştır. Aynı şekilde ülkemizde de aile bireylerine daha çok güven duyulurken ve bu durum yüksek oranda görülüyorken, başkalarına olan güven noktasında ciddi bir azalma söz konusudur. Bunun temel nedenleri üzerinde ayrıca düşünülmesi gerekir.

2. Toplumsal Yapı ve Doğruluk İlişkisinin Boyutları

2.1. Doğruluğun Sonucu Olarak Toplumsal Güven

Modern dönem insanının baş etmek zorunda olduğu ve gerilim olarak yönetmek durumunda kaldığı risk faktörü çok önemlidir. Risk durumunu asgariye indirmek de güvenmek, güvenilir olmak ve güvenilir insanlarla birlikte olmaktan geçmektedir. Luhmann’ın da dikkat çektiği gibi modern zamanlar öncesi semboller, normlar, alışkanlıklar, ticaret ve hatta nesneler risk üretmiyor, anlaşılıyor, anlamlandırılıyor ve güvenilir/güvenilmez diye kategorileştirilebiliyordu. Ancak artık durum kontrolden çıkmış ve riskler çoğalmaya başlamıştır. Bu durumda “kontrolsüz bireyler”in söz ve fiillerinde doğruluğundan emin olmak daha da zorlaşmış ve toplumsal anlamda sorunlar artmıştır.

Kurallar ve kanunlara dayalı zorlamalar yerine kurum ve bireylerin kendiliğinden yaptıklarında fayda görecekleri doğru davranışlar konusunda onları ikna etmek, doğru söz ve eylem sahibi kişilerin sayısını artırmakla mümkün olacaktır. Birbirlerine karşı doğru sözlü ve eylemli kişilerin oluşturduğu yani güven düzeyi yüksek toplumlarda yaptırım mekanizmalarına daha az iş düşecektir.

İnsanların güvenlerinin kaybolduğu zamanlarda hayat daha zor ve her türlü daha maliyetli olmaktadır. Örneğin ABD’de yaşanan 11 Eylül olaylarından sonra havaalanlarında alınan tedbirlerin artması bütün dünyada yolcuların daha fazla süre havalimanlarında kalmalarına neden olmuştur. Bütün dünyada artan güvenlik önlemleri ve yolculara duyulan güvensizlik yüzünden artık havayolu yolculuğu çok daha uzun zaman almaktadır.

2.2. Doğruluk ve Sanal Ortam

Bilhassa çağımızda inanılmaz derecede artan sanal alışverişlerde ve paylaşımlarda bireylerin bu dünyada neyi, kimden, ne kadar ve nasıl alacaklarını bilmesi pek çok sorunun yanında doğruluk temelli bilgiyi de önemli kılmaktadır. Çünkü yapılan araştırmalarda bireylerin sanal dünyada yeterince doğru söz ve gerçek bilgi ile bulunmadıkları ve başkalarına da yeterince güvenmedikleri sonucuna ulaşılmıştır.

Doğru sözlülük ve doğrulukla oluşturulmadığı zaman karakterlerin bilhassa sanal ortamlarda farklı bir benliğe büründükleri, gerçek hayatta elde edemedikleri öz güven ve benlik sorunlarını bütün boyutlarıyla ama daha çok çift kişilik ve sahte benliklerle inşa ettikleri görülmektedir. Bu durum yukarıda zikredilen bireylerce belirli bir süre eğlenceli gibi görünse de toplumsal anlamda bu kişilerde benlik bölünmesi ve karakter sorunları peyda olmaktadır. Tüm bunlarla beraber bu kimseler başkalarına da pek çok olumsuzluk yaşatmaktadırlar. Kendini olduğu gibi ortaya koymada çelişkiye düşen birey, bu ortamda doğal olarak başkalarını da kendi gibi görmekte ve onlara fazla güvenmemektedir.

2.3. Doğruluk ve Aile

Toplumun her alanda ihtiyaç duyduğu eminliği, sadece güvenlik güçleri ve kanunlarla sağlamak mümkün değildir. Ahlaki bir erdem ve insani bir fazilet olarak doğruluk, aile içinde öğrenilecek, toplumca ödüllendirilecek ve din tarafından da teşvik edilecek bir tutum olduğunda kurallara rağmen ulaşılamayan huzuru getirebilecektir.

Ailenin kurulabilmesi doğru sözlü ve sözüne inanılan kimselerin şahitliğiyle mümkün olmakta iken kurulduktan sonra eşlerden birinin sözüne sadık olmadığı durumda o ailenin bir arada kalması mümkün değildir. Hatta pek çok aile eşlerden birinin diğerine sadakatini kaybetmesi sonucu dağılmaktadır.

Aile içinde doğruluğu gören ve yaşayan bireyin daha sonra verdiği sözlere sadık kalması, davranışlarında güven telkin eden ve karşısındakine de güvenen bir kimse olması beklenir. Birey olarak elde edilemeyen doğruluk ve buna bağlı güven duygusunun, toplumsal alana yansıması beklenemez. Bu yüzden ailede kazanılacak bu durumun aynı zamanda karşı tarafın adil, ahlaka uygun ve öngörülebilir şekilde davranacağına ilişkin dürüstlük ve doğruluğa ait inanca dayalı duruşu pekiştireceği söylenebilir.

Aile üyelerinin toplumda itibar kazanması aile büyüklerinin güvenilir olmalarıyla ilgilidir. Bu itibarın bütün aile fertlerince paylaşılacak olması aileye değer katmaktadır. Toplum nezdinde elde edilen bu değerli kredi güvenilir olmaktan kaynaklanır. Kimi insanlar ailelerinin bu kredileriyle toplumdan ömür boyu ilgi ve alaka görebilmektedirler.

Bireyler ailenin sağladığı güvenli ilişkilere sadece çocuklukta değil, ilerideki hayat dönemlerinde de ihtiyaç duyarlar. Aile üyelerinin birbirlerine olan güvenleri, onların, hedeflerine ulaşmasında temel bir motivasyon unsurudur. Bu konuda verilebilecek en çarpıcı örnek, ilk vahiy esnasında tedirginlik yaşayan Hz. Muhammed’e (sas) eşi Hatice’nin (ra) söylediği şu sözlerdir: “Allah seni kesinlikle utandırmaz. Çünkü sen, akrabalık bağlarını sıkı tutar, doğru söz söyler, bakıma muhtaç olan kimselere yardım eder, elinde avucunda olmayana verir, misafiri ağırlar ve haksızlığa uğrayanlara destek olursun.” Bu sözlerle Hz. Peygamber’in (sas) dürüst, güvenilir ve yardımsever oluşunu vurgulayan Hz. Hatice, ayrıca onun bu ümmetin peygamberi olacağına dair inancını dile getirerek eşine güven vermiştir.

2.4. Ticarette Doğruluk

İşte, dilde ve fikirde doğruluk ticaret hayatının da en önemli ilkesidir. Bu hususun ihlaline karşı Peygamberimizin şiddetli uyarıları vardır. Kur’an’daki “doğrularla beraber olun”27 emri de bütünlüklü doğruluk ilkesinin pratik bir sonucu ve sosyalleşmenin etkisine işarettir. Doğru insanlarla birlikte olan insan etrafını sardığı kişilerin etkisinde olacağı için ahlaken de doğruyu yapacaktır. Açıkçası ticarette doğru olmayan ve sahtecilik içeren pek çok olaya şahitlik edilmekte ve hatta “yalansız” ticaretin olamayacağı söylenmektedir. Ahlakın, imanın ve insanlığın zayıfladığının bir işareti olarak yalan söylenmesi toplumun dejenere olduğunu göstermektedir.

Ticaret hayatında dürüst sözlü ve doğru kişilerin dinen ve toplumsal olarak kârlı çıktıkları/çıkacakları kesindir. Peygamberimiz bilhassa dürüst tüccarlara ilişkin pek çok güzel müjde vermiş, Allah’tan korkmayan ve doğruluktan ayrılan tacirlerin kıyamet gününde haddi aşan günahkârlar olarak diriltileceğini bildirmiştir.28 Toplumsal hayatın düzeni için ticaret, alışveriş, şahitlik gibi durumlarda doğruluk daha fazla önem kazanmaktadır.

2.5. Doğruluk ve Toplumsal Bütünleşme

Toplumsal bütünleşme için “toplumsal tutkal” ve “görünmez el” niteliğinde olan doğruluk sürekliliği sağlar. Bilhassa modern dönemde yalnızlaşan, güvenecek kişi/kurum arayan hem kendine hem de toplumuna yabancılaşan bireye karşı, doğruluğun bir panzehir görevi göreceğini söyleyebiliriz. Çünkü yalnızlaşan ama güvene hâlâ ihtiyacı olan, değersizleşen ancak yoğun ilişki ağı içinde yaşayan, kendi özgürlüğünü önemseyen ancak bunları sadakatle inanabileceği kurumlara devredebilecek kişi/kurum arayan bireyin, doğru olmak, doğruyu bulmak ve doğrularla birlikte olmaktan başka bir çıkar yolu gözükmemektedir.

Bir toplumun kendisini içeriden veya dışarıdan tehdit eden sorunlara karşı birlikte hareket etme potansiyelini kaybetmesi, o toplumdaki bireylerin ve kurumların birbirlerine olan güvenlerinin ve doğru iş yapacaklarına olan inançlarının yitirilmesiyle doğrudan ilişkilidir. Bireylerin birbirinin doğruluğundan emin olamadığı durumlarda yaşayacağı belirsizlik, şaşkınlık, organize olma becerisinin düşüklüğü ve temel disiplin sistemlerinden uzak hâli toplumun bütünleşmesini zorlaştıracak ve bu toplumun değer sistemleri üzerinde her türlü kontrolü ele geçirmek daha kolay olacaktır.

Sonuç

Soyut bir mantık üzerine kurulu olan toplumun doğruluk temelli söz, eylem ve düşüncelerle görülebileceği anlaşılmaktadır. Soyut toplum düşüncesi içinde somut olan insan ve insanın irade, azim, gayret ve samimiyetle göstereceği doğru davranış, toplumun ahengi ve bütünlüğünü sağlayıcı araçlar olacaktır. Ancak doğrunun elde edilmesi için verilmesi gereken savaş çağımızda daha zordur, çünkü çağımız adına post-truth çağı denilerek, toplumsal yapının temellerini sarsan bir yalan söyleme sanatı olarak tanımlanmaktadır.

Oysa doğruluğun temel ilke olduğu güven toplumu, söylediklerinde gerçeğe aykırı hiçbir unsur bulunmayan, inandıkları gibi yaşayan, içlerinden geldikleri gibi konuşan ve konuştuklarının ardında duran, verdikleri sözleri, bedel ödemek gerekse bile yerine getiren ve bu konuda hiçbir çekince göstermeyen insanlardan oluşur. Yalan söz, yalan yere yemin, gerçeğe aykırı şahitlik, bunları yapmaya elverişli yaratılmayan insan ruhunun üzerinde öldürücü bir zehir gibidir.

İnsanın gündelik yaşamında rehbere ihtiyaç duyduğunda doğru rehberliğe, tavsiyeye ihtiyaç duyduğunda doğru tavsiyeye, yön tarifinde doğru yönün gösterilmesine, başı sıkıştığında güvenlik güçlerini öncelemesine dikkat ettiği bir hayatta, doğruluğun toplumsal yaşamın bütün alanlarını kuşattığını söylemek abartı olmayacaktır. Gelinen noktada günümüz dünyasının genel niteliği, gerçeklerin değil duyguların temsiline ve davetine dayanmakta; sosyal medyadaki meta verilerin manipülasyon ve kutuplaşma için kullanıldığı, güvenin buharlaşıp komplo teorilerinin arttığı, medya otoritesinin ve duyguların gerçeklerden daha önemli hâle geldiği bir dönemi yansıtmaktadır.

Doğrusu el- Emin’in sadık dostları sahâbîlerin gittikleri yerlerde Resûl’ün takipçileri olarak doğruluklarını göstermeleri ve emin insanlar olmaları sayesinde dünyanın pek çok yerinde İslam, savaşsız bir şekilde yayılmış ve gönülden benimsenmiştir. Toplum her ne kadar içlerinde kötü ve günah olan şeyleri işlevselleştirse ve meşrulaştırsa da doğru olan, kişi ve söz karşısında toplumun vicdanında yerini almaktadır.

Benzer şekilde Yunus Emre’nin yüzyıllardır toplumun vicdanı, irfanı ve gönlünde yer etmesi onun niyet, düşünce, irade ve eyleminde doğru olmadaki samimiyetinden kaynaklanmaktadır. Demek ki doğruluğun toplumsal alanda tezahür etmesi sayesinde insanlar örnekliği alarak ölümsüzleştirmektedirler. Doğru iş ve eylem sadece yapanla kalmamakta bazı dönemler anlaşılmasa da toplumun vicdanında yer tutmakta ve toplum hayatında derin izler bırakmaktadır.

Görülen o ki doğruluğun toplumsal boyutu, artan teknolojik imkânlara paralel olarak daha fazla ihtiyaç duyulacak bir durumdur. Toplumsal uyum ve bütünlüğün artan sosyal hareketlilikle daha da ihtiyaç olacağı, küresel çağda çoğulculuğun artacağı ama bunun yanında bireyselliğin de artacağı değerlendirildiğinde hem ahlaki hem de toplumsal anlamda doğruluk daha da önem kazanacaktır.