Boğazlamayın; Boğazlanmayın

Abone Ol

(KİŞİNİN KENDİNİ ÖVMESİ)

Psikolojik olarak hemen her insanın hoşuna giden bir olaydır övülmek. O halde övme ve övülmeye dikkat etmeli. Övmek ve övülmek insanın boğazlanmasına sebep olabilir.

Bir defasında sahabeden birinin, mübalağalı bir şekilde övüldüğünde, Peygamberimiz (s.a.v.) : “Adamın belini kırdın. Eğer o dediklerini o adam duyarsa, bir daha felah bulamaz” derken, Hz. Ömer (r.a) de: “Methedenin övgüsünü kabul etmek kendi kendini methetmektir.” der. Bir mütefekkir de: “Her kim kendinde olmayan şeylerle methedilmeyi kabul ederse, kendisinin maskara edilmesine razı olmuştur.” Der. Gerekli gereksiz insanları övmenin iyi olmayacağına dikkat çekilmektedir.

İnsan yeterince tanımadığı birisi hakkında, abartıya varan övgüden kaçınmalıdır. Maalesef bugün, insanlarımızın birçoğu böyle yapmaktadır. Bunu boğazlamak ve boğazlanmak olarak niteleyen Peygamberimiz (s.a.v): “Birbirinizi methedip durmaktan sakınınız. Bu bir türlü boğazlamaktır. Eğer muhakkak böyle yapacaksanız, ‘ben böyle biliyorum, iç yüzünü Allah bilir’ deyiniz.”

Övmek ve övülmek neden, boğazlanmak, belini kırmak, maskara olmak gibi iddialı sözlerle zikredilmiştir. Çünkü övülen insanın böbürlenmesine, kibirlenmesine; övenin de menfaatleşmesindendir.

Övenin ve övülenin üç olumsuz özelliği vardır:

1- Nifakı (Münafıklığı) adet edinmiş olması,
2- Dalkavukluğu sanat haline getirmiş olması,
3- Etrafın methüsenası ile şişirilmesi,

Üzülerek ifade ediyorum ki, insanlarımız da sürekli övgü bekler hale geldi. İnsanı kendisinde olmayan bir husustan dolayı övsen ferahlar; kendisinde olan şerrinden, yanlışından, kötülüğünden bahsetsen bu sefer de öfkelenir.

İnsanı nefsine hoş gelen övmeden dolayı, havalara girmesine gerek yok. En büyük övgüye layık olan Hz. Muhammed (s.a.v.) dahi kendisi hakkında övgüde bulunanlara; yanında heyecanlananlara karşı: “ Rahat ol, ben kurutulmuş et yiyen kadının oğluyum.” demiştir. Abartılı övgü kişinin kendini beğenmesine başkalarını da dinlememeye, tepeden bakmaya iter. Nitekim bir şair:

“Ey meddahların ifratından (abartmasında) mağrur olmuş cahil!

Cahillerin seni uçurması (övmesi) senin, seni bilmenden üste gelmesin.

Onlar senin durumunu tam bilmeden methettiler.

Ama sen kendini şüphesiz biliyorsun.” der.

Başkaları ne derse desin herkes kendini iyi bilir.

Ayrıca insan, nefsinin hoşlandığı bir takım mesnetsiz övgülere, insanların methüsenasına aldanarak, kendine düşen faziletlerden gafil kalmamalıdır. Böylece yapılan methüsenalar yalan ve kötülemekten ibaret olur. Oysa bu tür dalkavukluklar birer hiledir. Aklı başında kişiler bunlara aldanmaz ve iltifat etmez. Maharet sahipleri de buna kanmaz. Hakikati bilinen şeylerin, sana başka türlü anlatılmasına meydan verme.

Methin hepsini hakikat, sevginin hepsini samimi sanma.

Yüzüne karşı kendini övenlere Hz. Ebubekir (r.a.) şöyle dua etmiş: “Allah’ım, sen beni daha iyi biliyorsun, bende kendimi onlardan daha iyi biliyorum. Sen beni bunların zannettiğinden daha hayırlı kıl. Bunların bende bilmediklerini sen affet. Bunların söylediği ile beni yargılama…”

Övmek çoğu kere, insanın kendi kendini de övmesine sebep olur.  Bununla kendinde olan kusurlarını, insanlar tarafından bilinmediği gafletine düşer. Etrafını aldatmak ister. Oysa kendi kendini aldatır.

Hz. Ömer (r.a.) bir defasında: “Noksanlık ve hatalarımızı bize gösterene Allah rahmet etsin” demiştir.

Düşünüyorum da şimdi siz gidin, yanlışlıklar içinde debelenen bir yöneticiye yanlışını, bırakın yanlışını bariz hatalarından birini söyleyin!

Büyüklerin: “Kusurunu açıklayan, kendini temizlemiştir.” Sözü ne kadar manidardır. Bu söz kişinin, özellikle yöneticilerin empati yapması gerektiği konusunda ciddi bir hatırlatmadır. İnsan yanıldığını, hata yaptığını söylese ne kaybeder? Ama nerede!

Bazı imkânlar ve makamlar, bir takım insanlara ahlaksızlık ve zillet; bir takım insanlara da fazilet getirir. Böylesi değişiklikler, beklenmedik bir zaman ve durum içinde olunca, hazırlıksız ve ani olan bu imkân başını döndürür. Tam bir sarhoşluk havası estirir.  Bir anda ne oldum delisi olur.

Çevremizde bu tür insanları çokça görmek mümkündür. Beklediğinden büyük makam elde eden, kibirlenir; liyakatinden küçük mevkide kalan tevazu gösterir.

Öyle insan tanıyorum ki, adam kuruşa muhtaçtı. Günün birinde bir makama geldi. Aman Allahım! Bir anda küçük dağları ben yarattım edasına girdi. Onunla da kifayet etmeyerek; güya bu makama gelmeden önce ‘on beş bin dolar’ aylık geliri varmış da! Bu göreve yalınız Allah rızası için gelmişte, fedakârlık yaparak hizmete talip olmuşta v.s.  O hiçbir şeyi olmayan insanın şimdi nelerinin olduğunu kimse bilmiyor. O kimse makamla şeref arayan ve bulduğunu sanan zavallıdır. Herkes bir şekilde burada veya ahrette hesabını verecektir.

Sonuç olarak: İnsanlar, makamda iki sınıftır: ‘Biri işine, makamına kendi fazilet ve mürüvveti ile kıymet kazandırır. Diğeri ise kendisi eksik ve aşağı olduğu için işi ile kıymet kazanır.

Şahsiyeti ile işine kıymet kazandıran tevazu; işiyle kıymet kazanan da onunla gururlanır, kibirlenir.

Lütfen (överek) boğazlayan ve (övülerek) boğazlanan olmayın.