Ca‘fer b. Ebî Tâlib kimdir?

Yaklaşık 590 yılında Mekke’de doğdu.

Kureyş kabilesinin Haşimoğulları soyuna mensuptur.

Babası Ebû Tâlib, annesi ise Fatıma’dır.

Hz. Ali’nin öz kardeşi olup ondan on yaş büyüktür.

Ebû Tâlib’in çocuklarının fazla oluşu sebebiyle geçim sıkıntısı çektiği sırada yükünü hafifletmek üzere Hz. Peygamber Ali’yi, amcası Abbas da Ca‘fer’i yanına almıştı.

Bu sebeple Ca‘fer’in gençlik yılları amcası Abbas’ın yanında geçmiştir.

İslâma ilk girenlerdendir.

Daha çocuk yaşta İslâm ile müşerref olmuştu. Rivayete göre Ebu Talib, Peygamber Efendimiz ve Ali’yi namaz kılarken görür, Hz. Ali, Efendimiz’in sağ tarafında durmaktadır. Yanında olan Cafer’e: “Amcanın oğlunun yanına yaklaş, sen de sol tarafına durup namaz kıl” der. (Üsdü’l-Gâbe, I, 341) Onun Hz. Ebû Bekir’den önce İslâm’a girdiği rivayet edildiği gibi 25 veya 32. müslüman olduğu da söylenmektedir. Mekkeli müşriklerin müslümanlara eziyet ve işkenceleri artınca Hz. Ca‘fer hanımı Esmâ bint Umeys ile birlikte Habeşistan’a hicret eden ikinci kafileye katıldı ve Peygamberimiz (sas) tarafından bu kafileye başkan tayin edilmiştir.

Oğlu Abdullah Habeşistan’da dünyaya geldiği için orada doğan ilk müslüman olarak anılmıştır.

Hicretin sekizinci yılında vuku bulan Mûte savaşında şehit düşünceye kadar hayatını hep İslâm’a hizmetle geçirmiştir.

Hz. Cafer, cömertliği, hitabeti/ güzel konuşması ve cesaretiyle ön plana çıkmıştır.

Zira O, Kureyşliler elçi olarak Habeşistan’a Ebû Rebîa b. Mugīre el-Mahzûmî ile Amr b. Âs’ı gönderdikleri zaman Habeş Hükümdarı Necâşî Ashame’nin huzurunda müslümanları temsil etmiştir.

Amr b. As Habeş hükümdarına hicret edenlerle ilgili şöyle dedi:

“- Bunlar atalarımızın dinini terk edip ilahlarımıza hakaret ettiler. Gençlerimizi kandırıp bizden ayırdılar. Aramıza ayrılık sokup halkı ikiye böldüler.”

Hz. Cafer müşriklerin bu iddiaları karşısında Habeş Hükümdarına şöyle hitap etti:

“- Ey Hükümdar! ... Allah içimizden soyunu sopunu tanıdığımız, doğruluğunu, dürüstlüğünü bildiğimiz bir kimseyi elçi olarak gönderdi. O da bizi Allah’ın birliğini tanımaya, yalnız O’na ibadet etmeye, bizim ve atalarımızın Allah’ı bırakarak taptığımız putları terk etmeye davet etti. Bize sözün doğrusunu söylemeyi, emaneti yerine getirmeyi, akrabalık hukukunu gözetmeyi, komşulara iyilik etmeyi, haramlardan ve kan dökmekten sakınmayı emretti. Bize her türlü kötülüğü, yalan söylemeyi, yetim malı yemeyi, iffetli kadınlara iftira etmeyi yasakladı. Bize bir olan Allah’a ibadet etmeyi, O’na eş ortak koşmamayı bildirdi. Bizi namaza, niyaza, oruca, zekâta davet etti. Biz de onun doğru söylediğini gördük ve ona inandık. Allah tarafından ona bildirilen her şeyi kabul ettik ve yalnız Allah’a kulluk ettik, O’na eş, ortak koşmadık. Onun bize haram kıldığı her şeyi haram bildik, onun helal olarak bildirdiği her şeyi helal tanıdık. Bundan dolayı kavmimiz bize düşman kesildi, bizi işkencelere uğrattı. Bizi bu dinimizden döndürmek ve Allah’a ibadetten alıkoyup putlara taptırmak ve kendilerinin yaptıkları kötülükleri yapmamız için her türlü baskıyı yaptılar. Vaktaki bizi ezdiler, bize zulmettiler, bizi boğarcasına sıktılar, bizimle dinimiz arasına girip dinimizi yaşamamıza engel oldular, işte o zaman kendi yurdumuzu terk ederek sizin yurdunuza sığındık, sizi başkalarına tercih ettik, himayenize sığındık ve yanınızda zulme uğramayacağımızı umduk.”

Necâşî bu sözleri dinledikten sonra sordu:

“- Onun Allah tarafından getirmiş olduğu sözlerden hafızanda bana okuyabileceğin bir şey var mı?” dedi.

Cafer:

“- Evet” diye cevap verdi. Necâşî:

“- Öyle ise onu bana oku” dedi.

Cafer Meryem Sûresi’nin baş tarafından okudu.

Necâşî bu âyetleri dinlerken ağladı. O kadar ki sakalı gözyaşları ile ıslandı. Yanında buluananlar da ağladılar. Onların da gözyaşları önlerindeki sayfalara aktı.

Rivayete göre Necâşî’nin Hz. Ca‘fer vesilesiyle müslüman olduğu söylenmektedir.

Peygamberimizin (sas) Hz. Ca’fer (ra)' e iltifatı 

Hz. Ca’fer (ra)’in Habeşistan’daki ikameti Hicretin 7. yılına (628) kadar devam etmiştir.

Bu döneme kadar Hz. Ca’fer (ra) Hz. Peygamber (sas)’in ashabıyla birlikte gerçekleştirdiği faaliyetlere iştirak edememiştir. Bununla birlikte Rasûlüllah (sas) Bedir savaşına katılamadığı hâlde onu savaş ganimetlerinden pay ayırdığı şahıslar arasına dahil etmiştir. Aynı şekilde Hayber savaşına da iştirak edemeyen Ca’fer (ra)’e bu fethin ganimetlerinden de hisse ayrıldı. Allah Rasûlü (sas), Necâşi’nin tahsis ettiği gemilerle Hayber savaşının hemen sonrasında Medine’ye dönen Ca’fer b. Ebû Tâlib (ra)’i görünce "Hangisine sevineceğimi bilmiyorum. Hayber’in fethine mi, yoksa Ca’fer’in gelişine mi?" diyerek onu kucaklayıp alnından öptü Hz. Ca‘fer’e Mescid-i Nebevî’nin yanıbaşında bir yer ayırarak onu buraya yerleştirdi.

Ca’fer b. Ebû Tâlib (ra) bu şekilde hem Habeşistan, hem de Medine’ye hicret eden Müslümanlar arasına dahil olmuş ve "zü’l-hicreteyn" (iki kere hicret eden) olarak tanınmıştır. 

Hz. Ali (r.a.)’den  rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz Cafer’e: “Ey Cafer, senin suretin de, siretin de/ huyun da bana benzemektedir” derdi. (Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 10; İbn Abdilber, el-İstîâb, s. 109)

Zü’l-cenâheyn  (iki kanatlı) ne anlama  gelmektedir?

Peygamberimiz (sas) Zeyd b. Harise (r.a.) komutasında bir orduyu Şam’a doğru harekete geçirmeye karar verdi. Savaş gerçekleştiği takdirde eğer Zeyd (ra) şehit olursa, onun yerine Ca’fer b. Ebû Tâlib (ra) komutanlığı üstlenecekti.

Onun şehit edilmesi durumunda da Ensâr’dan Abdullah b. Revâha (ra) orduya kumanda edecekti.

Suriye topraklarında bulunan Belkâ şehrine bağlı Mûte’de kendisinden kat kat üstün sayıdaki düşman askeriyle karşılaşan İslâm ordusu, sırasıyla üç komutanını peş peşe kaybetti.

Başkomutan Zeyd b. Harise (ra)’nin şehit düşmesinden sonra idareyi alan Ca’fer b. Ebû Tâlib (ra) düşman üzerine kahramanca hücum etti. Çarpışmalar esnasında sırasıyla iki kolunu da kaybederek şehit oldu.

Hz. Peygamber (sas), Allah (cc)’ın, Ca’fer (ra)’in kesilen iki koluna karşılık iki kanat ihsan ettiğini ve onlarla cennette uçtuğunu haber vermiştir. Bu sebeple Ca’fer (ra)’e "tayyar" (uçan) ve "zü’l-cenâheyn" (iki kanatlı) lakapları verildi.

Mute savaşı sırasında Medine’de bulunan Hz. Peygamber (sas) göz yaşları içinde savaşın gerçekleşme şeklini ashaba aktarmış, tayin ettiği komutanların sırayla şehit düştüklerini, nihayet Hâlid b. Velid (ra)’in idareyi ele alarak başarılı bir ricat hareketiyle Müslümanları hezimetten kurtardığını haber vermiştir.

Ca’fer’in şehit olduğu haberini de eşi ve çocuklarına bizzat Hz. Peygamber (sas) haber vermiş, onları teselli etmiş ve geçimlerini sağlamalarına yardımcı olmuştur.

Hz. Cafer'in hanımı Esma binti Umeys der ki: Cafer ve arkadaşları şehit oldukları zaman, Rasûlüllah (sas) yanıma geldi, bana:

“- Ey Esma! Cafer'in çocukları nerede? Beni onların yanına götür” buyurdu.

Ben de, kendisini onların yanına götürdüm. Çocukları bağrına basıp öptü ve kokladı, gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

“- Yâ Rasûlellah! Babam, anam sana feda olsun! Seni ağlatan nedir? Yoksa sana Cafer ve arkadaşlarından acı bir haber mi erişti?” dedim. Rasûlüllah (sas):

“- Evet! Onlar bugün şehit oldular” buyurdu.

Ben kalkıp feryad ü figan etmeye başladım. Kadınlar başıma toplandılar. Hz. Peygamber (sas):

“- Ey Esma! Sakın kötü ve uygunsuz sözler söyleme ve göğsünü de dövme” buyurdu. (İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 282)

Cafer’in oğlu Abdullah der ki: “Rasûlüllah benim ve kardeşimin başımızı okşarken, ben onun yüzüne bakıyordum. Mübarek gözlerinden süzülen yaşlar sakalından damlıyordu.” (İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 282) “Ey Allah’ım! Cafer hiç şüphesiz sevabın en güzeline kavuştu. Sen onun nesli içinde kulların arasından babasına en iyi halef olacak evlât ihsan eyle” diye dua etti.” (Vâkıdî, II, 767)

Sonra Rasûlüllah kalkıp evine gitti. Kızı Fâtıma'nın yanına vardı. Fâtımâ:

“- Vâh amcacığım! diyerek ağlıyordu. Rasûlüllah ona:

“- Ağlayan Cafer gibisine ağlasın” buyurdu. Sonra da:

“- Cafer ailesi için yemek yapın. Onlar bugün başlarının derdiyle, kaybettikleri aile büyüklerinin acısıyla uğraşıyorlar” buyurdu. (İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 282)

Üç gün, Hz. Cafer'in ev halkına yemek yapılıp yedirildi. Bu, İslâm’da, cenaze ev için yapılan ilk yemekti. (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 238)

“Fukaranın babası"

İhtiyaç sahibi insanlarla çokça ilgilenmesi, sebebiyle  Hz. Peygamber (sas) ona  “ebü’l-mesâkîn” (Fukaranın babası) unvanını vermiştir.

Fakirleri daima gözettiğinden dolayı Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber’den sonra en cömert olarak Ca‘fer’i gösterir

Nitekim ashabın en fakirlerinden olan Ebû Hureyre (ra), ondan şöyle bahseder:

“Biz yoksullar için insanların en hayırlısı Cafer b. Ebû Talib idi. Bizi alıp götürür, evinde ne varsa yedirirdi...” (Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 10; İbnü’l-Esir, age., I, 342) 

Hz. Ali, ağabeyi Cafer’i çok severdi.

Cafer’in oğlu Abdullah diyor ki: “Amcam Ali’den bir şey isteyip de vermediği zaman ona, ‘Cafer hakkı için’ dediğim zaman hemen verirdi.” (İbn Abdilber, el-İstîâb, s. 110)


 

Editör: Mehmet Çalışkan