Osmanlı’nın son, cumhuriyetin ilk yıllarındaki gayr-ı ahlakı değişimi anlamakta bir hayli zorlanıyor(d)um. Bazı gerçekleri öğrendiğim ana kadar.

Gördüm ki, uzun süre varlığını sürdüren devletler ve yöneticiler maalesef son zamanlarını genellikle sıkıntılı geçiriyor...

Sosyal olayların değişiminde bazen bir kişi, bazen bir olay, bazen bir karar, onarılması mümkün olmayan çok ciddi sorunlar meydana getirebiliyor.

Osmanlı’nın kurum ve kuruluşlarındaki önlenemez çözülüşü/inhitatı devam ederken bu gidişi hızlandıran şöyle bir olay hatırlıyorum.

Fransız hükümeti, başta askeri olmak üzere bazı alanlarda bir dizi yardımda bulunmak istemiş. Yapılacak muhtemel yardımların neler olacağı konusunda ciddi manada tartışılmış. Tartışmaya son noktayı uzun süre Fransa/Paris sefirliği de yapan Kıbrıslı Mehmet Ali Paşa koymuş: “Şayet Osmanlı’nın sosyal hayatını değiştirmeyi düşünüyorsanız bu iş, yapacağınız askeri yardımlarla olmaz. Bu işin daha çabuk olmasını istiyorsanız fikri soykırıma ihtiyaç vardır. Bunun için de siz bize önce ‘şen, fettan (genç kadınlar)’ gönderin” der.

İki tarafın da mutabık kaldığı bu görüşün akabinde Osmanlı’ya hayran olan çok sayıda Fransız kız ve erkeği sıraya girer. Sonraları litaratürümüze Mürebbi ve mürebbiye diye giren bu taifenin Osmanlı’daki sosyal hayatın özellikle de ahlakın değişmesinde çok ciddi rolü olmuştur.

Tıpkı bu mürebbi ve mürebbiyenin Osmanlı’nın son zamanlarındaki değişiminde çok ciddi rolleri olduğu gibi altın sesli bir şarkıcı olan Ziryab’ın da Müslüman Endülüs’ün değişiminde bir hayli rolü olmuştur.  Kürt asıllı olduğu söylenen, asıl adının Ali Bin Nafi, lakabının ise -siyah tüylü kuş- anlamına gelen Ziryab Mezopotamya’da dünyaya gelmiş.

Şöhreti Abbasi halifesi Harun Reşid’e kadar ulaşır. Onu saraya çağırır. Müzik bilgisini ölçmek için bazı sorular sorduğunda Ziryab; ‘ben diğerleri gibi şarkı söylüyorum, âmâ onların bilmediği başka şeyleri de biliyorum’ diyerek farklı maharetlerinin varlığına işaret eder.

Halife dört telli bir ‘ud’ getirilmesini ister. Ziryab gelen udu kendi icadı olan beş telli uda dönüştürür. Halifenin zevkine uygun kendi bestelediği bir de melodi seslendirir. Çok beğenen halife, böylesi maharetli birini geç tanıştırdığı için hocası İshak’a kızar. Hatta ciddi şekilde azarlar. Bu durum üzerine hocasının başına bir şey geleceği endişesiyle Ziryap Bağdat’ı terk eder.

ENDÜLÜS

Önce Kayravan/Tunus’a gidip Ağlabi sultanının huzurunda müzik icra etmeye başlar. Sultan şimdiye kadar tanınmayan bu olağanüstü yeteneği yanında tutmak ister. Ziryab, sultanın teklifini reddeder. Bir yerde küçümser ve yanından ayrılır.

Endülüs’e gitmek için Emir Hakeme bir mektup yazar. Daha önce hakkında bilgisi olan Hakem, isteğini kabul eder. Kabul etmekle de kalmaz “hatırı sayılır” bir de akar elde edeceğini bildirir.

Ne var ki Ziryab, Endülüs’e vardığında Emir Hakem’ in öldüğünü onun yerine II. Abdurrahman’ın geçtiğini öğrenir.

Her ne kadar endişelense de Emir’in değişmesi fazla etkilemez. Endülüs’ün sosyal hayatına ciddi dokunuşları olan, otuz yıl emirlik yapan II. Abdurrahman onun için Kurtuba’da göz kamaştıran bir karşılama töreni hazırlar. Dahası büyük bir itibar gören Ziryab’a hayalinin ötesinde atiyeler verir. Anlaşılan o ki tam bir prens gibi muamele görür. Kısa sürede Emir’in en yakın adamlarından biri haline gelir.

Emir, bu aziz misafirin sadece şarkılarından değil diğer kültürel yönünden de faydalanıyordu. Ona - beş telli ud- usulüne uygun eğitim vereceği bir konservatuvar kurar. On binin üzerinde şarkıyı ezbere bilen Ziryab, diğer alanlarda da Emir’e rehberlik yapar.

Estetik ruhlu Ziryab, giyimi-kuşamı, tavır-tarzıyla adeta yeni bir ekol oluşturur. Toplumda her geçen gün hayran kitlesi çoğalır. Toplumun yaşantısında fevkalade değişiklikler olmaya başlar. Müslüman Endülüs’ün sadece başkenti Kurtuba’da değil diğer merkezlerde de artık olmayanlar olmaya, yapılmayanlar yapılmaya başlar.

Sosyal hayatın her alanında, sanattan spora, eğlenceden tarıma değişim ve dönüşüm kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlar. Dördüncü yüzyılda Sasanilerin kendilerini adadığı satrancı Endülüs’e o getirir.

“Yönetilenler yönetenlerin dini üzeredir”  

Elbette değişim ve dönüşümde Ziryab’ın etkisi çok olur. Fakat şu hususu da unutmamalıyız ki, bu tür yenilikleri kabul etmeye hazır bir de toplum varmış.

Emir II. Abdurrahman’ın edebiyat, felsefe ve sanata düşkünlüğü biliniyordu. O bu haliyle birçok yeniliğe zaten açıktı. Oldukça geniş bir kültüre sahipti. Düşünme imkânı sağlayan her öğütçüye, her bilime açıktı ve değer verirdi. Selefi Hakem savaş adamıyken o şairler, edipler ve sair sanatçılarla birlikte olmayı severdi.

Kurtuba’da içinde deve kuşu, zürafa, konuşan kuşlar ve diğer hayvanların da olduğu hayvanat bahçesi açtı. Ülkeye gelen yabancılar burayı geziyor gittiklerinde ise kendi memleketlerinde aynısını yapmaya çalışıyorlardı.

II. Abdurrahman’ın yaptığı en iyi işlerden biri de demografik yapıyı değiştirmesiydi. Ülkenin en büyük sorunlarından olan bu durum, halife III. Abdurrahman’ın ilerde daha çok getireceği Avrupalı köleleri -Sakâlibe- getirmesiydi. Bunlardan atlı ve piyade olmak üzere birkaç bin kişilik muhafız alayı kurdu. (Tıpkı Abbasilerin Türklerden yararlanması gibi…) 

Emir Daha sekizinci yüzyılda pres (baskı) makinası yaptırdı. Çok sayıda üzüm bağları oluşturdu. Üzümün çoğalmasıyla birlikte küçük şehirler de dâhil birçok merkezde meyhaneler açılmaya başladı.  Sahibi Müslüman olmadığı müddetçe bunlara göz yumuluyordu.

Anlaşılan o ki musikiden edebiyata, oyundan tarıma ve makinaya varıncaya kadar toplumun hemen her alanındaki değişim ve dönüşümde onun katkısı oldu.

Yukarda da ifade etmeye çalıştığım gibi, eğer yöneticiler ve toplum değişime hazır olmazsa bir kişinin bu kadar işi kısa sürede başarması mümkün değil. Vasat müsait olunca da bunlar çarçabuk oluveriyor.

Dünyadaki bütün değişim ve dönüşüm bir kişiyle başlamadı mı?