Yolcu olmayan varlık yoktur âlemde. Hatta yolun kendisi bile yolcudur. İnsan ise âlemin en seçkin yolcusudur. İnsan bilir ya da bilmez, inanmak ister ya da istemez tüm varlıklar insani hizmete mahsus olarak yolculuk eder. Güneşin, ayın ve yıldızların parlaması, rüzgârın esmesi, yağmurun inmesi, ağaçların meyve vermesi hepsi insan içindir. Bitkiler onun için yeşerir, hayvanlar onun için yaşar. Dünya insan için ayakta durur. Cennet ve cehennem bile insan içindir. Her varlık özündeki ilahi sevk ile hareket ederken nihai gayelerinin insana amade kılınması insan için büyük bir şereftir. Bu, ‘’Her şeyi yoktan yaratan, yarattıklarına şekil veren ve her şeye en ince ayrıntısına kadar ölçü koyan sonra da onlara yollarını gösteren Allah’ın sanatıdır.’’[1] Allah ise tüm varlıklardan müstağni tek varlıktır. O, bütün varlığın yolunu insanın yoluyla buluşturandır. Bu sebeple insan kendisi için yaratılmış varlıkların çoğundan cismen küçük olsa da yolunu tercih etme özgürlüğüne sahip olması onu tüm varlıklardan üstün kılar. Onun yolculuğunun ödül ve cezayı gerektirmesi de iradesi ile tercih ettiklerinde gizlidir. İşte bundan dolayı insan âlemin ve ahiretin en kutsal yolcusudur. Böylesi bir yolcu da yolunu Allaha ait kılmalıdır.

Yolcu olan insan anlamını ve değerini üzerinde bulunduğu yoldan alır. Yol vardır insanı cennetine götürür yol vardır ateşe sürükler. Yol vardır adı hidayet yol vardır adı dalalettir. Nitekim Allah ‘’biz insana yolu gösterdik dileyen şükretsin dileyen ise inkâr etsin.’’[2] buyurarak kader denilen yolun çizilen değil seçilen yol olduğunu belirtmiştir. Şükür yolunu tercih etmiş mümin kullarından da dosdoğru yolunda sebat etmeleri için günde kırk kere dua ile kendisine sığınmalarını istemiş, nimet verdiklerinin yolunu takip ederek de yolda iz bırakanlardan olmalarını emretmiştir. Çünkü yolda olmak kadar yolda kalmak, muttaki olmak kadar muttaki kalmak da önemlidir. Kısacası Allah’ın yolunda olmak hayatta olmak, onun yolunu kaybetmek hayatı kaybetmektir. Allah insana sadece yolu da göstermemiştir. Yolda yürürken yoldan çıkartacak olanın ayak seslerini bile hissedecek akıl gibi bir meleke(güç), vicdan gibi bir hassa, kitap gibi bir nimet, peygamber gibi bir önder, kâinat gibi bir ayet bahşetmiştir. Şayet insan bunlara dikkat kesilirse doğru yolu gösteren ışığı ve hakikate çağıran bir sesi muhakkak duyar. Çünkü en iyi yolu tercih etmek en kötülerini seçmekten daima kolaydır. Yeter ki insan yüzünü ışığa dönsün ve öze çağıran sese kulak versin. Bu sebeple Allah’ın insanı davet ettiği yol en sağlam yoldur. Üzerinde yürümekle huzur bulunan, eskimeyen ve asla yenisi de olmayacak tek yoldur. Ayrıca o insanı yürüyemeyeceği bir yolun yolcusu da yapmamıştır. İnsanı dünyada ve ahirette menzile ulaştıracak yoluna hidayet, bu yolun dışındakilere de dalalet demiştir. Hidayeti ışığa dalaleti karanlığa benzetmiş ve insandan ışığı takip etmesini istemiştir. Ancak ışığı takip edenler kaynağa ulaşır, nereye gideceğini bilir, gittiği yerde de emin olur. Özetle Allah insana sıratı göstermiştir. Gemiyi limana ulaştırmak da kayalara vurup parçalamak da insanın elindedir. İnsan rüzgâra yön veremez ama gemisinin yönünü her zaman değiştirebilir. Gemisine kaptanlık yapamayan vardığı limana şaşmamalı ve şikâyet de etmemelidir.

Yol gibi insanlar da ikiye ayrılır. Sıddıklar ve Salihler bir tarafta kâzipler ve fasitler diğer tarafta. Bir yanda ışığı takip edenler diğer yanda karanlık içinde olduğunu bile bilmeyenler. Bir tarafta hidayetin yolunu takip ederek sevgisi ve merhameti ile tek başlarına olsalar da yola ışık tutanlar, diğer yanda kalabalık da olsalar karanlıklar içinde olup nefreti ve zulmü ile yolu ve yolcuları karanlığa boğanlar. Birileri övgüyle diğerleri yergi ile anıldı. Kimler bu yollardan geçmedi ki. İnsana düşen bu iki guruptan hayırda yarışanların yolunu takip etmektir. Dolayısıyla insan için yol kadar yoldaş da önemlidir. Fakat bundan daha önemlisi yolun başında da sonunda da yeğane refikin hakikatte sadece Allah olduğunu bilerek yolu yürümektir. Yolu her an gitmeye hazır bir misafir gibi adımlamış Peygamberimiz, beraber yürüdüğü ashabına yolun sonunda ‘’refiki alaya gidiyorum.’’ diyerek cevap vermiştir. Nereden geldiğini ve nasıl yaşadığını bilen için gideceği yer sadece kavuşmayı ümit ettiği en yüce dost olur. Onun için insan kimlerin izini takip ettiğine, kimleri yoldaş ve sırdaş edindiğine ve kimlerin tarafında olduğuna dikkat kesilmelidir. Çünkü yollar önemli olsa da yazılan hep yolculardır. Yolların sonu olsa da insanın yolculuğu devam edecektir.

Ahirete uzanan yolda insanı değerli kılan taşıdıklarıdır. Bu yolculukta Allah insandan yük olanları değil huzur veren şeyleri taşımasını istemiştir. İnsan yük olan şeyleri ancak takati kadar taşır ve nefesi yettiği yere kadar götürebilir. Ama Allah’ın taşımasını istediği şeyler taşıdıkça insana huzur verir, insanın yükünü alır ve onu nefesi yettiği yere değil cennetine kadar götürür. Allah’ın yolcuya taşıması için yüklediği huzur veren yük de rızasında gizlidir. Dolayısıyla İnsanın yolculuktaki derdi rabbini razı etme yolu olmalıdır. O, razı olduğu yola İslâm bu yolu imara da salih amel demiştir. Bundan dolayı insan yolu ve yolcuları ifsat eden değil ıslah eden olmalıdır. Yük olan değil yük alan olmalıdır. Zulmeden değil merhamet eden, kin tutan değil sevgi besleyen, zorlaştıran değil kolaylaştıran olmalıdır. Özetle yol İslam yolcu insandır. İnsana düşen sadece doğru tercih de bulunmaktır. Tercihini doğru tarafta kullanandan Allah razı olacak. Onlar da Allahtan razı olacaktır. Ve yolları mezarla ayrılmış aynı gayenin yolcularını cennetinde tekrar yoldaş kılacaktır.


[1] A’lâ Süresi, 1-3

[2] İnsan Süresi, 3