Ânı yaşama ve anlık yaşama, geçmişten koparak yarını hesaba katmama anlayışı neredeyse tüm insanlığın ortak virüsü haline geldi. Anlık durum paylaşımlarının belirleyici unsur olduğu günümüzde bilgi dahil her şey çabuk eskiyor ve hızlı tüketiliyor. Oysa içinde bulunduğumuz günü anlamlı kılan, dün ile yarın arasında bağ kurabiliyor oluşumuzdur. Bu ilgiyi kurmaksızın bir medeniyet tasavvuru da geliştirilemez. Öte yandan, biz Müslümanlar dün derken kökü derinlerde olan bir dünü anlarız. Bizim yarınımız da farklıdır. En gerçekçi yarın, Hakkın huzuruna vardığımız gündür. O günü ‘yevmen sekîlâ / ağır bir gün’ olarak nitelendiriyor Rabbimiz. Anlık olanı kalıcı olana, acil olanı ileride gelecek olana tercih eder olduk da önümüzde bizi bekleyen ağır günü unuttuk. “Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.” (İnsan: 76/27). İnsanlığı esir alan bu virüse karşı en etkili aşı hakikate yeniden kulak vermek ve İslâm’ın diriltici soluğuyla yeniden ihya olmaktır.

Çok ilginçtir, Kur’an-ı Kerim’de iki şeyin ağırlığına dikkat çekilir. Birisi yukarıda mealini verdiğimiz ayette geçen ‘Yevmen sekîlâ’ ifadesidir, diğeri de “Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz” (Müzzemmil: 73/5) âyet-i kerimesinde geçen ‘kavlen sekîlâ’ ifadesidir. Her ne kadar vahyin ilk muhatabı olarak o sözün ağırlığını ilk hisseden Hz. Peygamber (s.a.v) olsa da, kendini mümin hisseden herkese o sözün ağırlığından bir pay düşmektedir. Zira Allah Rasûlü (s.a.v) fâni âlemden göçerken o ağır sözü biz ümmetine emanet etmiştir.

Fahrettin Râzî ‘ağır söz’ tamlamasını şöyle tefsir eder: Kur’an-ı Kerim ağır bir sözdür, Efendimiz (s.a.v) nüzulünden itibaren onun ağırlığını hissetmiş, gâh terlemiş, gâh üşümüş, hatta o sözün ağırlığı bazen devesine diz çöktürmüştür. Kur’an-ı Kerim ağır sözdür, yani özgül ağırlığı olan, hatırlı ve azâmetli bir sözdür, zira azîm olan zâtın sözüdür. Kur’an ağır sözdür, içerdiği evrensel hakikatler o hakikatlere mesafeli olanlara ağır gelir. Kur’an ağır sözdür, içeriğiyle amel etmek bazen mümin gönüllere bile ağır gelebilir. Hasan-ı Basrî’nin ifadesiyle Kur’an ağır sözdür, ilâhî terazide de ağır basacaktır. Ağırlık vakardır. Vakûr olanın ağır bir duruşu vardır, onu kolay kolay sarsamazsınız. Bu anlamda da Kur’an ağır sözdür, ağırlığıyla, heybetiyle ve sarsılmaz duruşuyla kıyamete kadar tüm bâtıl ideolojilere ve insanlığa umut vaat eden sahte vehimlere meydan okumaya devam edecektir. (Fahrettin Râzî: Mefâtihu’l Ğayb).

Kur’an’ın ağırlığı muhatabından da ağırlık bekler. O’nun hakkında konuşurken âdetâ bir kuyumcu titizliğiyle davranmak gerekir. Zira üzerinde konuştuğumuz metin bir beşer kelâmı değildir. Özellikle, usûlsüz metinciliğin giderek yaygınlık kazandığı günümüzde Kur’an-ı Kerim’in aşkın boyutunu görmezden gelerek sıradanlaştırıcı bir üslup takınmak ve o ağır sözü hafifletmek gelecek nesillere yazık etmektir. Kur’an, sünnet ve İslâm’la ilgili kullandığımız dilin toplum dindarlığına yapacağı pozitif ya da negatif etkiyi hesaba katmak bu alanda söz söyleyeceklerin bir sorumluluğudur.  Bu arada ağır sözü hafif ve gelip geçici zevklerin temin aracı yapmak da onu aleyhimize şahit kılmaktır.

Başta dikkat çektiğimiz hususa dönecek olursak, önümüzde bizi bekleyen ağır bir gün var. Hz. Ali (r.a)’ın ifadesiyle; “Dünya arkasını dönmüş gidiyor. Âhiret ise yüzünü dönmüş geliyor. Her birinin kendine has evlâtları vardır. Siz âhiretin evlâtları olun, dünyanın evlâtlarından olmayın! Zira bu gün amel var hesap yok, yarın ise hesap var amel yok.” (Buhârî, Rikāk, 4). Bu dünyada ağır sözü dikkate alanların ağır günde yükü hafif olacaktır. Ağırlığı ve itibarı ağır söze hizmette arayanların Hakkın divanında hatırı âlî olacaktır.  Ağır sözle ilişkimizde asgarî ile yetinmemeli, ondan nasibimizi arttırmaya bakmalıyız. O’ndan nasibi fazla olanların makamı da o nispette yüce olacaktır. Zira Hz. Peygamber (s.a.v) Kur’an’la ilişkisi kavî olan mümine o ağır günde şöyle seslenileceğini müjdeliyor: “Oku ve yüksel, dünyada tertîl ile okuduğun gibi burada da tertîl ile oku. Şüphesiz senin merteben, okuduğun âyetin son noktasındadır.” (Ebû Dâvûd: Vitr, 20)