Zorunlu tecritle evlerde uzlete çekildiğimiz uzun bir zaman diliminde birçok şeyin değerini ancak hayatımızdan kayıp gittiğinde, eksildiğinde fark edebildik. Yaşanılan bu musibetin elbette bize öğrettiği, en kıymetli nimetlerden birisi ailemizin, yuvamızın varlığı oldu. Evlere dönüşle birlikte eskiden olduğu gibi hanelerimizde vakit geçirmenin keyfini yeniden keşfederek zamanın bereketine şahit olduk. Neşenin, huzurun dışarıya mahsus olmadığını gördük. Eve sığdırdığımız bir hayatın küçücük mutluluklardan oluştuğunu ve şükretmemiz için ne çok sebebimizin var olduğunu anladık. Evin bir barınaktan ziyade ülfet, muhabbet, merhamet, sükûnet ve sekînet ocağı olduğunu tüm varlığımızla hissettik. İş yoğunluğundan vakit ayıramadığımız aile fertlerimizi ne çok ihmal ettiğimizi üzülerek fark ettik. Allah Resûlu’nün tüm meşgalesine rağmen her akşam aile efradıyla sohbet meclisinde buluşmasını, şakalaşmasını, tebessümle anımsadık. Bir yuvanın emekle, sevgiyle var olduğunu, merhamet ve adaletle korunduğunu çabalayarak öğrendik. Ailenin bize emanet edildiğini, fani dünyada hiçbir şeyin mâliki olmadığımızı ve mülkün gerçek sahibinin Rabbimiz olduğunu idrak ettik. Emanetlerin kıymetini bilmediğimizde, bize bahşedilen bütün nimetlerin ansızın elimizden kayıp gideceği gerçeğiyle yüzleştik.

Eve dönüşle sahip olduğumuz değerleri yeniden hatırlayarak aslında öz benliğimize, kalbimize döndük. Dışarıdaki hayattan, insanlardan uzaklaşarak kendimizle baş başa kaldık. İç dünyamıza yönelerek tefekkür deryasına daldık. Niçin yaratıldığımızı, yeryüzüne gönderiliş amacımızı, nereden gelip nereye gittiğimizin muhasebesini yaptık. Çok şey bildiğimizi zannederek en önemli hakikatin ise haddimizi bilmekten geçtiğini öğrendik. Haddimizi bilerek acizliğimizin, çaresizliğimizin ve bizi yoktan var eden Yüce Yaratıcımızın varlığını bir kez daha idrak ettik. Halifelik misyonumuzun gereği tüm mahlûkata karşı sorumluklarımız olduğunu yeniden hatırladık. Yaratılış gayemiz doğrultusunda ölüm bize gelinceye kadar istikâmet üzere yaşamamız gerektiğinin ayrımına daha çok vardık. Başa gelen bir musibet neticesinde işte bu hayırları görerek aslında yeryüzündeki en güzel dönüşlerin evimize, kalbimize dönmekten geçtiğini sevinçle keşfettik.

Sevdiklerimize sarılmanın, iftar sofralarında buluşmanın, bayramları bir arada coşkuyla kutlamanın, Allah’ın evinde huzura durmanın, bir parkta temiz havayı solumanın ve bize lütfedilen nice başka güzelliklerin aslında ne büyük nimetler olduğunu fark ettik.

İnsan unutmaya meyyal bir varlıktır

Zorunlu tecritten çıktığımız ve tekrar hayatın karmaşasına, hızına, hengâmesine döndüğümüz bu günlerde bir şerrin içerisinde kazandığımız, idrak ettiğimiz tüm bu hayırları unutacak mıyız? Zira Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de insanın unutan bir varlık olduğunu birçok ayette zikretmektedir. O ayetlerden birisinden Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İnsana bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken, gerek otururken, gerekse ayakta iken (her halinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) bize dua eder. Ama biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o haddi aşanlara, yapmakta oldukları şeyler, böylece süslenmiş (hoş gösterilmiş)tir.” Yine ilahi ikazlara kulak asmayıp musibet üzerinden kalktığında hadlerini aşarak Allah’a ortak koşan kimselerin, sonlarının hüsran olduğuna dair ayetler de zikredilmektedir. (Zümer,39/8;Arâf,7/136)

Virüsün hayatımızdan çekilmesiyle birlikte mânanın geri planda kaldığı, maddiyatın öne çıktığı o eski yaşantımıza tüm gücümüzle koşacak mıyız? Hız ve haz çağının girdabında boğulmayı mı seçeceğiz yeniden? Çılgınca tüketmeye, tükenmeye, esareti olduğumuz bağımlılıklarımıza geri dönmeye, birbirimizi ötekileştirerek kırıp dökmeye, nefsimizi egolaştırmaya, kısacası hoş olmayan kötü hallere kapı mı aralayacağız?  Düşüncesizce ve hoyratça kirlettiğimiz çevremizle, tabiatın nefesini keserken diğer taraftan kendi ellerimizle felaketimizi hazırlamaya devam mı edeceğiz? Yoksa bahar mevsimin tüm güzelliklerine şahitlik ettiğimiz bu günlerde biz de tazelenmiş ruhumuzla yeni başlangıçlara adım mı atacağız? Zahmetten sonra gelen rahmeti kucaklayarak teşekkürle, tefekkürle kendi dengemizi ve kâinatın dengesini bozmamak için gayret mi sarf edeceğiz? Şüphesiz ki şerrin içerisinde hayrı idrak eden onun lezzetini tadan müminler, bu yeni hayata “Bismillah”! diyerek başlayacaklardır. Keşfettikleri birçok güzellikleri, iyilikleri tüm yeryüzüne yaymanın derdine düşeceklerdir.

Bahar umudun, yeniden dirilişin müjdecisidir. Onun gelişiyle kuşların cıvıltısı, suların coşkusu, güllerin kokusu, ağaçların rengârenk çiçek açması gibi nice güzellikler bizi kuşatır. Gönül iklimimiz değişir, tüm dünyaya merhamet ve şefkat yayılır. Yeniden diriliş ve uyanış bizi çağırır.

Elbette bu çağrı, unutmakla yeryüzüne indirilen âdemoğluna ruhlar âleminde Rabbine verdiği sözü hatırlatır. Ahde vefasını yerine getirmek için tüm ömrü boyunca kulluk mücadelesine devam eder. Şer içerisindeki hayırları görerek imtihanı kazananlardan olur.