Merhametsiz, acıma duygusundan yoksun kişiler için "Taş kalpli” tabiri kullanılır.

Kalp, bir canı ifade eder. Göz, kulak, dil, el, ayak ve akıl gibi bütün organların yapıp ettikleri kalbe bağlıdır.

Dil güzel konuşursa, göz güzel bakarsa, kulak doğruyu duyarsa, el harama uzanmazsa, ayak istikamete yürürse, akıl bilgi üretir, iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı birbirinden ayırır ve hakikati kavrarsa bütün bunlar kalbin iyi olmasına bağlıdır.

Eliyle ve diliyle kötülük yapmaktan çekinmemek, sıkıntıya düşmüş acı içerisinde kıvrananlara karşı acıma duygusu taşımamak kalbin taşlaşmasının sonucudur.

Kalp çok özeldir. Söz ve davranışlara anlam ve değer katar. İman kalbe yerleşirse insan mümin olabiliyor. Dilin söylediğini kalp doğrulamıyorsa o söylenenin bir geçerliliği yoktur.

Sevgi de böyledir. Kalbin hissetmediği sevgi, hayata bir anlam katmıyor.

Bu nedenledir ki kalp yumuşak ve iyi olursa, bütün beden iyi olur, kalp katı ve kötü olursa, beden de sert ve kötü olur.

Kalbi yumuşatan faktör imandır. Başta insan olmak üzere bütün canlılara ikram ettiği sayısız nimetler, varlığını gün gibi ortaya koyarken, Allah’ı idrak etmekten yoksun bir kalp taşlaşmıştır.

Kur’an-ı Kerim der ki:

“Artık kalpleriniz taş gibi, hatta daha da katıdır. Taşın öylesi var ki ondan ırmaklar kaynar; öylesi de var ki çatlayıp bağrından su fışkırır; bazı taşlar da var ki Allah korkusuyla yuvarlanıp düşer.” (Bakara, 74)

Taş; sert, kuru ve kabadır. Hakikat karşısında duyarsız kalan, hiçbir tepki vermeyen kalp de taşa benzetilmiştir.

Ancak, içinden nehirler akan, su fışkıran taşlar da vardır. Allah’ın koyduğu kanunlar gereği canlılara yararlı oldukları için, kavrama ve düşünme gücüne sahip olduğu hâlde Allah’ı tanımayan, düşüncesiz, merhametsiz, insafsız, bencil ve hoyrat kalplerden üstün olduğuna işaret edilmiştir.

“Kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’raf, 179)

Zaman zaman İslam toplumunda, imanın gerekli kıldığı güven ve merhamet karşıtı hadiselerle karşılaşırız. İman, güven ise bu vahşet nedir tezatı, zihinleri kurcalar. Buna verilecek cevap açıktır; kalbe inmemiş bir iman, el ve dili emin yapmaz. Dil, imanı ilan ederken, el vahşet saçıyorsa, suçlu iman değil, kalbi imana karşı mühürlenmiş insandır.

“Müslüman, elinden ve dilinden kötülük gelmeyen; Mümin, insanlara güven veren kimsedir.” (Hz. Muhammed)

Beden sağlığı açısından da kalp önemli fonksiyon icra eder. Kalp durunca beden de duruyor. Dolayısıyla, zararlı maddeler kadar, sapık inanç ve düşüncelerin de kalbi yorduğu ve sonuçta insanı mutsuz bıraktığı bilinmelidir.

Taşlaşmış kalp, sahibini merhametsiz, vicdansız ve mutsuz yapar. Karşılaşılan bütün vahşetin arkasında da bu vicdansızlık vardır.

İman ile yumuşamış kalp ise tam aksine insanı erdemli ve mutlu kılar. Allah’ın gönüllere şifa olarak gönderdiği Kur’an, kalplerin huzur kaynağıdır.

“Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.” (Ra’d, 28)