İnsana, birtakım haklar tanınırken sorumluklarının da hatırlatılması ne kadar manidardır. Çevresindeki insanlarla hatta kainattaki tüm canlılarla kurduğu iletişimin tarzı ve içeriği ile varlığı anlamlandırılan bir can olduğu hatırlatılır insana, Rabbi tarafından. Bununla birlikte iletişim, düşüncelerimize sesli ya da sessiz bir anlam kazandırma faaliyetidir. Söz konusu anlamı hayata nasıl aktardığı noktasında sorumlu kılınmıştır insan.

Yaşam serüveninde peşinde koşturduğu haklarını elde ettiği ölçüde özgürleştiğini iddia eden insan, sorumluluklarını anımsayarak mahremiyet gölgesinde erişir gerçek özgürlüğün dinginliğine, bir başkasının haklarını da gözetmiş olmanın iç huzuruyla. Bu bağlamda sorumluluk ve hak kavramlarıyla ilintili bir kavram olan özgürlükle birlikte zihnimize düşen ve aynı zamanda güncelliğini koruyan bir olguyu, mahremiyeti konuşmaktır belki isabetli olan.

Mahremiyet, gizliliktir esasında. Her bir fert için en özel ve dokunulmaz olanı ifade eden bu kavram, aynı zamanda ailenin dokunulmazlığını da içinde barındırmaktadır.[1] Yaratılanların en şereflisi olarak dünyada yerini alan, canı, malı, aklı, nesli ve dini dokunulmaz olarak ilan edilen yegâne varlık insandır. Allah tarafından bu niteliklere layık görülen insanın, en kıymetli hazinesi ise hiç şüphesiz ailesidir.

Kur’an’da geçen “libas” ifadesinin yine orada birlikte hayat bulduğu kavram; yollarını ve yıllarını birleştiren iki insanın oluşturduğu ailedir. Fiziksel ve duygusal tüm mahremiyetlerin korunduğu ailede, eşler başta olmak üzere fertlerinin tamamı birbirlerine örtü kılınmıştır adeta. İslam dininin vurguladığı ve Hz. Peygamber’in hayatında birçok örneğini bulduğumuz mahremiyetin sadece fiziksel bir örtüden ibaret olmadığı açıktır.[2] Elbette korumak ve korunmak gayesiyle kendimiz ile başkaları arasına sınır koymamız en tabii halimiz ve hakkımızdır. Bunun yanında iç huzurumuzu daim kılacak bir mahremiyet algısıyla setr ederken ailemize ve bize ait olanı; sınırlarını gözetmenin bir hediyesi olarak açılacaktır Rahman’ın rahmet kapıları birer birer…   

Hal böyle olunca “Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velileridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar…”[3] ayetini geniş bir perspektiften okumak zihinlerimizdeki iyilik algısını da değiştirecektir belki. Zira bir mümin sadece sosyal hayatta mı birbirinin velisi konumundadır? Yoksa iyilik meşalesini yakma ve kötülüğe gidecek her türlü yolu kapatma sorumluluğunun anlam kazandığı, insanın sosyalleşmeye ilk başladığı, Rabbinin kuluna bir lütfu olan ailesi midir?  

Aile, en kıymetli sosyal gerçekliğimizdir.

İnsan, fıtratından gelen özelliği ile görünür olmayı arzular çoğu zaman. Yarattığı kullarını en yakından bilen Rabbimiz, bu görünürlük isteğinin olması gereken mahiyetini de bizlere bildirmiştir. İfrat ve tefritten uzak bir orta yol tavsiyesidir bu, bazen sınırlarını korumakta zorlanan biz insanoğluna[4].

Öte yandan günümüz gelişmelerine paralel olarak birçoğumuzun hayatında görünür olma isteğimizin kendine yer edindiği bir mecra olarak etkin rol alan sosyal medyayı görürüz. Araştırmalara göre bu alanla ilgili yaptığımız bazı aktiviteler (Youtube’da video izlemek gibi) iş ve uykudan sonra en çok vakit geçirdiğimiz şeylerdir.[5] Ayrıca söz konusu bu platformların bizi kendisine neredeyse bağımlı kılacak etkilerinin olduğu da sık sık tartışılmaktadır. İnsanın sosyal gerçekliğinden soyutlanarak sanal sosyalliğinin yer yer zirveye ulaştığı bir alandır, diyebiliriz aslında sosyal medya platformları için.

İletişim Başkanlığı tarafından yayınlanan Sosyal Medya Kullanım Kılavuzunda, bu platformların ücretsiz bir şekilde hizmet sunmasının kullanıcılarını, aynı zamanda birer ürün haline getirdiği dile getirilmektedir[6]. Kılavuzda, kullanıcı bilgilerine istem dışı erişilebildiğine dair verilen bilgiler de dikkat çekicidir. Mamafih bu mecranın hem öznesi hem nesnesi haline gelebilen insan, orada belki gerçek hayatta olmadığı kadar gerçekliği bulduğu zehabına kapılabilmektedir.

Öyleyse sorgulanmalı ve ehemmiyetle üzerinde durulmalıdır bazı tutum ve davranışlarımızın. Söz gelimi göz aydınlığı yavrularımızın gözünün içine baktığımız zamanlardan daha fazla dalıp gittiğimiz sanal sosyalliğimizin… Eşimizin ‘eline sağlık’ deyip beğenmesinden öte Instagramda kaç beğeni aldığını merak ettiğimiz -paylaştıkça! bereketi yitirilen/azalan-sofralarımızın görsellerinin… Peki,  daha dünyaya gelmeden en az bir sosyal medya hesabı olan bebeklerin, mahremiyet algıları ilerideki yaşamlarında nasıl şekillenecektir? Emaneti yüklendiği ilk andan itibaren bebeğinin/çocuğunun her halini korumasız bir şekilde burada paylaşan ebeveynler için, çocuğun mahremiyet hakkını koruyamama gibi bazı problemler ortaya çıkacağı göz önünde bulundurulursa, burada ne gibi hukuki yaptırımlar söz konusu olacaktır?

Burada gözden kaçırılmaması gereken husus, ailemizle yaşadığımız en mutlu anlarımızın, sosyal medyadaki sanal mutluluklarımızdan daha gerçek olduğudur. O halde gerçekliği, sevgilerini yüreğimizde taşıdığımız ve kendileriyle huzur bulduğumuz aile fertlerimizle yaşamak olmalıdır önceliğimiz her daim.

İslam’ın hakikatleri sosyal ağlar için de vazgeçilmezdir.

Teknolojinin getirdiği değişimle hayatımıza giren sosyal ağlar, sosyalleşmenin kapsam ve boyutlarını küresel ölçeğe taşımıştır. Zaman içinde gelişen ve hızına yetişmekte zorlanılan bu platformların toplumsal yapının değişmesine hatta dönüşmesine yol açtığı dile getirilmektedir.

Söz konusu toplumsal değişim ve bu değişimde olumlu-olumsuz roller üstlendiği belirtilen sosyal medya, İslam’ın hakikatleri ile buluşturularak hayata entegre edilebildiğinde kitleleri olumlu yönde harekete geçiren ve belki de ailelerde yeni bir dönemi başlatan bir buluş gerçekleşecektir insanlık adına. Zira İhsan Çapçıoğlu’nun deyimiyle aile içerisinde ebeveynin değer algısı çocukların kazanacağı değer algıları ile eşdeğerdir. Öyleyse İslam’ın her çağa hatta çağlar üstüne hitap eden değerlerini, güncel gelişmelerden ayrı tutmamak bilakis bu gelişmelerin sunduğu imkanları insanlığın yararına kullanmak başta ailelerin ev ödevidir.

Özellikle küresel boyutta yaşanan korona virüs salgını sürecinde Diyanet İşleri Başkanlığımızın resmi sosyal medya hesaplarında yayınladığı birbirinden değerli programların ailenin bilgi birikimine olumlu katkıları yadsınamaz durumdadır. Süreç sebebiyle aşina olmadığımız bir zaman dilimini yaşıyor olsak da bir çocuk neşesiyle beklediğimiz bayram sabahımızın üzerinde dolaşan hüzün bulutlarının, bu platformlar vasıtasıyla canlı olarak yayınlanan vaaz ve hutbelerle dağılarak yerini tanıdık bir duyguya bıraktığına şahit olmadık mı? Yine “Ramazan ve Sorumluluk Bilinci” temasıyla idrak ettiğimiz bu Ramazanda, Aile ve Dini Rehberlik Bürolarımız, Gençlik Koordinatörlüklerimiz ve vaaz-irşad ekiplerimiz marifetiyle gece-gündüz sosyal medya vasıtasıyla gerçekleştirilen birbirinden değerli bilinçlendirme ve manevi destek içerikli faaliyetleri paha biçilemez kıymeti haizdir. Sunulan bu ve benzeri hizmetleri sosyal medyanın aileye kattıkları arasında değerlendirmemek elbette mümkün değildir.

Takva elbisesi sosyal ağlarda da gereklidir.

Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi’nin (UHİM) gerçekleştirdiği bir araştırmada, sosyal medya platformlarının kullanıcılarına bir sosyal grubun parçası olma imkanını verirken, onlardan mahremiyetlerini, sırlarını, hayâ duygularını ve “biriciklik”lerini bedel olarak masaya koymalarını istediği; gerçek dünyaya ait elde kalan toplumsal kimi değerleri de gözden çıkarmalarını beklediği ifade edilmektedir.[7]

Buradan hareketle mahremiyet algımızda olumsuz dönüşümler oluşturabilecek özel paylaşımlarımıza göz atmak gerekebilir. Bu minvalde, günlük yaşamımızın her anını bu mecrada görünür kılma gayretimize nasıl bir çerçeve çizilmelidir? Söz gelimi doğum günü, evlilik yıldönümü gibi özel anlarını sosyal medya aracılığıyla paylaşan eşler, toplumda eşlerin birbirinden olan beklentisini daha da yukarı çekmekte midir? Bu durum beklentilerinin kendi ailesinde karşılanmadığını düşünen eş sayısını artırmakta etkili olarak, aile içerisinde huzursuzluklara kapı aralayabilir mi? Üzerinde düşünülmesi gereken en önemli husus belki de gönüllü görünürlük hissimizin, gizli ve dokunulmaz kalması gereken daha birçok aile mahremiyetinin bilerek ya da bilmeden ifşa edilmesine zemin hazırladığının farkında olunup olunmadığıdır!

Oysaki Rabbimiz, “Ey Âdemoğulları! Size mahrem yerlerinizi örtecek giysi, süsleneceğiniz elbise yarattık. Takvâ elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır...”[8] buyurarak, Yaratana karşı sorumluluk sahibi bir duruşun ve O’na yakınlığın adı olan takvayı tavsiye etmektedir, istikamet arayışında olan insana.

Sevgili Peygamberimiz, “Allah halîmdir, hayâ sahibidir, kusurları örtendir. Hayâyı ve örtünmeyi sever…”[9] buyurarak mahremiyete özen göstermek gerektiğini ne güzel ifade etmiştir. Gizli kalması gerekeni gönüllü bir şekilde paylaşana ve bu gönüllü paylaşımlara sınır koymaksızın bakmaya devam edenlere de bir uyarı vardır aslında burada. 

Zira özgürlük adı altında umarsızca yapılan bazı paylaşımlar, gerçek özgürlüğün zirvesi olarak nitelenen mahremiyet algısından mahrum bireylerin sayısının azımsanmayacak bir nicele ulaştığı toplumda, ahlaki çözülme ve çöküntülere sebebiyet verebilmektedir. Aslında çok konuştuğumuz sosyal medya ahlakının, gerçek hayattaki ahlak anlayışından hiçbir farkı yoktur. Öyleyse sosyal medyada da takva elbisesini kuşanmak olmalıdır önceliğimiz her daim.

Sanattan kültüre, psikolojiden sosyolojiye, ahlaki değerlerden hukuk alanına kadar neredeyse her zeminde yerini alan bir olgudur mahremiyet. Dolayısıyla aile ve toplumun geleceği için bu denli önemli olan mahremiyete dair ihlallerin sosyal medya boyutunun hukuki zeminde değerlendirilmesi yarınlarımıza güvenle yürüyebilmek adına çok önemlidir[10].

Ramazanın bize ve ailemize hissettirdiği iklimi yılın tamamına yaymak adına bu mecradaki tavır ve davranışlarımıza yeniden yön vermeye, en başta ailemizle ilgili hususlardan başlamalıyız belki de. Konuya dikkat çekmeye çalıştığımız bu yazıdan sonra sosyal medya kanalıyla gerçekleşebilen mekân ve bilgi mahremiyetlerinin ihlalleri gibi hususlarla devam edeceğiz.

Ailemizde İslami değerlere uygun bir sosyal medya okuryazarlığı geliştirme niyazıyla…


[1] Bkz. Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Ensar Neşriyat, 6. Basım, İstanbul 2016, s. 337; Nilüfer Göle, Modern Mahrem Medeniyet ve Örtünme, Metis Yay., İstanbul (ts.),  s. 20.

[2] Huriye Martı vd., Dünü ve Bugünüyle İslâm’da Mahremiyet”, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2019, s. 12.

[3] Tevbe, 9/71.

[4] Bakara, 2/143.

[5] Erişim:24.05.2020.

[6] Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, Sosyal Medya Kullanım Kılavuzu, s. 94. https://www.iletisim.gov.tr/uploads/docs/SosyalMedyaKullanimKilavuzu.pdf Erişim: 26.05.2020.

[8] A’raf, 7/26.

[9] Nesâî, Gusül, 7.

[10] Bkz., Sevdegül Çekiç, “İslam Hukukunda Mahremiyet ve Sosyal Medya”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale 2019.