Çocukluk dönemlerimde bazen babamın başka illere gittiğini ancak kendisinden günlerce hatta haftalarca haber almadığımızı hatırlıyorum. Gerçi o günler için bu durum çok sıradan bir hadiseydi. Elbette merak dediğimiz şey o dönem de vardı ve insanlar uzak yerlerdeki sevdiklerini merak etmekteydi. Ancak günün koşullarının farkında olan insan mecburen buna katlanıyor ve sevdiğinden gelecek ufak bir haber için günler, haftalar, aylar veya yılların geçmesini bekleyebiliyordu.

Teknoloji asrının hayatımıza getirdiği en büyük yeniliklerden biri olan iletişim araçları, bırakın aylar veya günleri, birkaç dakika içinde geri dönüş almadığımızda hemen paniğe kapılma aşamasına getirecek seviyede gelişmiştir. Gün geçtikçe çeşitliliği artan iletişim araçları vasıtasıyla artık sevdiklerimize her açıdan (yazılı, sesli ve görüntülü) ulaşma imkanına kavuşmuş bulunmaktayız.

İletişim kanalları içerisinde “sosyal medya” hayatımızın önemli bir parçası haline gelmiştir. Sosyal medya yoluyla anlık olarak yazılı, görüntülü vb. birçok şekilde dünyanın her tarafındaki insanlara ulaşma fırsatını elde etmiş bulunmaktayız. Bunun hayatımıza kattığı bazı avantajların yanı sıra birtakım dezavantajları da barındırdığı görülmektedir.

İlk insan ile bugünkü insan arasında yaratılış açısından hiçbir fark bulunmamaktadır. Dolayısıyla bütün insanların sahip olduğu duygular, taşıdığı korkular, beklentileri vs. genel anlamda hep aynıdır. Kur’an’da Hz. Adem (a.s.) kıssasından itibaren tarihin değişik dönemlerinde olan hadiselere baktığımızda hep benzer ortak noktalar görmekteyiz. Örneğin insanın ihtiraslarına kapılması, çabuk unutması, maddi güce çok önem vermesi, dünyayı öncelemesi vb. hususlar her kıssanın ana konuları arasında görülmektedir. Dolayısıyla insanın genel yapısı aynıdır. Asırlar geçtikçe değişen tek şey insanın kullandığı araçlar ve çevresel şartlardır.

Mesela eskiden de insanlar yalan söylerdi, şimdi de söylemektedir. Gıybet ve dedikodu eskiden de yapılırdı şimdi de yapılmaktadır. İftira eskiden de atılıyordu şimdi de atılıyor. Hurafe ve bidatlar eskiden de yaymaya çalışılırdı şimdi de çalışılıyor. Ancak iletişim araçları ve sosyal medya vasıtasıyla artık daha hızlı bir şekilde yapılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla bu kötülüklerin tabiatı aynı ama hızları artmış bulunmaktadır. Maalesef birçoğumuz, genellikle farkında olmadan bu çirkin davranışların yayılmasında zincirin bir halkasını teşkil etmekteyiz. Dolayısıyla bu günahın bir parçası haline geldiğimizin çoğu zaman farkında olmuyoruz. Veya farkına vardığımızda artık çok geç olmakta, ortaya çıkan zararları gidermek mümkün olmayabilmektedir.

Acizane bu noktada bazı genel ilkeleri söyleyerek nasıl davranmamız ve sosyal medyayı nasıl kullanmamız gerektiğini öz bir şekilde ifade etmeye çalışacağım;

1- Gelen haberin/bilginin kaynağını araştırmalıyız: Sosyal medya kanallarından günlük olarak belki yüzlerce habere veya bilgiye maruz kalıyoruz. Ancak bunların birçoğunu kaynaksız haber veya bilgi oluşturmaktadır. Kaynaksız derken bu kısmı biraz daha açmalıyım. Örneğin çok iyi tanıdığımız ve güvendiğimiz bir arkadaşımız bize bir haber/bilgi gönderdi veya paylaştı. Bu bilginin/haberin sadece o arkadaş tarafından paylaşılması onu güvenilir yapmaz. Mesela bu videonun (bir video olduğunu varsayarsak) nerede, ne zaman, hangi şartlarla çekildiği bilinmemekte sadece belli bir kısım paylaşılarak bununla ilgili kesin bilgi/haber aktarılmaktadır. Ancak elimizde bunu ispat edecek hiçbir delil yokken paylaştığımızı düşünelim. Bir süre sonra başka kaynaklar vasıtasıyla aktarılan bilginin gerçek olmadığını gördüğümüzde iş işten geçmiş olmaktadır. Bu sebeple bu bilgileri teyit etmeden ve kaynağını araştırmadan paylaşmamalıyız. Olur ki bilmeden bir kişi veya gruba yönelik zarar verecek oluruz (Hucurat, 49/6). Hatta bazı durumlarda gösterilen kaynağın aslında yalan olduğunu görmekteyiz. Örneğin meşhur bir kişi veya kurumun adı kullanılarak bilgi dolaştırılmakta ancak gerçekte böyle bir bilgi bulunmamaktadır. Bu durumda asli kaynağından teyit almadan bu bilgiyi paylaşmamalıyız.

2- Bilmediğimiz şeyin ardına düşmemeliyiz: Şayet kaynağı bilmiyorsak ve/veya kaynağını tespit edemiyorsak bu durumda bu bilgiyi bırakmalıyız. Yani bu tür bir bilgiyi paylaşmamak, paylaşmaktan daha evladır. Zira göz, kulak ve kalp yaptıklarından sorumludurlar (İsra, 17/36).

3- Her şeyi paylaşmamalıyız: Paylaşmadığımız bir haber veya bilgiden dolayı sorumluluk altına girmeyiz. Ancak paylaştığımızda artık sorumlu olmuş oluruz. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şu hadisini her daim göz önünde bulundurmalı ve her paylaşımdan önce buna göre hareket etmeliyiz; “Kişiye, yalan olarak, her duyduğunu anlatması yeter!" (Müslim, Mukaddime 5). Yine Hz. Ali (r.a.)’ye nispet edilen şu söz her daim aklımızda bulunmalıdır; “Söz ağızdan çıkana kadar o senin esirin; ağızdan çıktıktan sonra sen onun esirisin.”

İnsanlarımızın, kaynağını araştırmaya gerek duymadan en çok paylaştığı şeylerden biri, dini içerikli paylaşımlardır. Konu din olduğunda bunun kaynağını sorma ihtiyacı hissetmemekteyiz ancak araştırılması ve en hassas davranılması gereken paylaşımlar da bunlardır. Zira çoğu zaman dinen doğru olmayan veya kaynaklarda bulunmayan bir şey doğruymuş veya varmış gibi gösterilmektedir. Maalesef bazı durumlarda bunu yapanlar iyi niyetle hareket ettiklerini söyleyerek yalan veya yanlış içerikli olduğunu bilse bile paylaşmaktan geri durmamaktadırlar. Geçmişte teşvik amaçlı bazı hadislerin uydurulması örneği bir duruma rastlamaktayız. Ancak niyet ve düşünce ne olursa olsun bu, doğru bir davranış değildir. Zira yalan kötü bir davranıştır, özellikle din adına yapılırsa bu durumda daha kötü olur.

Konunun önemli olması hasebiyle bir sonraki yazıda son dönemde yayılan bazı örnekler üzerinden devam edilecektir.