İnsanı diğer yaratılan varlıklardan ayıran en temel özelliği nâtık (konuşma kabiliyetine sahip) olmasıdır. Konuşmak; bir düşünceyi, duyguyu, mesajı, meramı, maksadı muhataba iletmek şeklinde tarif edilebilir. İletilen bu şeyin mahiyeti, doğruluğu, muhatapta bıraktığı etki, hak-batıl açısından yönlendirdiği cihet ve iftira niteliğinde olup olmaması gibi sözün hangi anlam dünyasının parçası olduğu hayati önemi haizdir. Zira sözün dâhil olduğu anlam dünyasının insan üzerindeki etkisi açısından bakıldığında ağızdan çıkan her söz, fiilî yahut duygusal olarak bir teşvik ya da engelleme özelliği taşıdığından önemli ve ciddi bir tasarruftur. Bundan dolayı ağızdan çıkan her sözün kaydedildiği (Kâf, 50/18), cennete gitmenin yollarından birinin dilden dökülenlerin garanti edilmesi olduğu (bkz. Buhârî, Rikâk, 23) vurgulanmaktadır. Bu dikkat çekme ile hayatın ve ölümün yaratılışının talil edildiği imtihanın amacı olan amel-i salihe katkısı müspet ise dilin bir insanın felahı olabileceği; menfi ise felaketi olabileceği ortaya çıkmaktadır.

Günümüzde en etkili iletişim yolu dille yapılan “sözlü iletişim” olmakla birlikte zamanla yazı, Mecellenin “Mükâtebe muhataba gibidir/Yazı ile beyan, söz ile beyan gibidir” şeklindeki meşhur kaidesiyle de somutlaşarak mükellefiyet alanına köklü şekilde adım attıktan sonra baş döndürücü hızla yaygınlaştı, özellikle devletler nezdinde vazgeçilmez tespit ve tescil yöntemi oldu.  İnternetin neredeyse bütün dünyayı sarmasıyla işlevselliğine daha da nitelik kazandırdı ve dijital dünyada önemli bir yer edinmekle birlikte kendisine görüntü ve ses özelliği eklenmekle nüfuz ve duyuru alanını genişletti. Böylece sorumluluk doğuran irade beyanlarının yer bulduğu platformalar baş döndürücü hızla yaygınlaşmış oldu. Öyle yaygınlaştı ki sunî/dijital hayat, gerçek hayatın ayrılmaz bir parçası odu. Hatta yer yer gerçek hayatın yerini aldı. Gerçek dünyanın içinden bir parça olması yönüyle sanal denilmesi bile tartışılır hale geldi.

Sanal dünyanın bütün verilerinden istifade eden birey, kendisinin aktif olarak yer alması açısından bir manada sınırlı da olsa “fail” konumunda olduğu sanal mecra, sosyal medyadır. Çünkü burada yazıyı, görüntüyü, videoyu paylaşmak yoluyla bireyin kendisini bir tuşla “var olarak” gösterebilmesi mümkün olmaktadır. Bu da insanları gerçek hayattan öte sosyal medyada çokça görünür ve zaman geçirir hale getirdi. Burada öncelikli olarak dikkat çekilmesi gereken şey, söz konusu sosyal medya platformlarında bireyin fail konumunda yaptığı paylaşımların doğruluk, mahremiyet, iftira, istismar, verdiği mesaj, kitleleri yönlendirdiği cihet gibi sonuçları itibariyle hukuki ve ahlaki yönü olan bir takım problemleri ortaya çıkarma riski taşımasıdır.

Sosyal medya kullanan birey, neredeyse hayatın her alanıyla ilgili faydalı-faydasız paylaşımı yapmaktadır. Müslümanlar açısından bu paylaşımların her birinde aranan temel şart, İslam’ın gerçekleştirmeyi hedeflediği can, din, akıl, nesil ve malın korunması ilkeleriyle çelişerek meşruiyetini kaybetmiş bir içerik ve mesaj taşımamasıdır. Çünkü sosyal medya paylaşımları, insanları etkilemede bazen kelebek etkisi doğurmasından dolayı büyük bir maharete sahiptir. Paylaşılan bir söz, görüntü ya da video, büyük kitleleri harekete geçirmek suretiyle sonucu trajediyle biten toplumsal olaylara sebebiyet verebileceği gibi bazen de farkındalık oluşturarak hayat kurtarabilmektedir. Kilometrelerce uzakta yüz yüze görüşmediğimiz, kim olduğunu bilmediğimiz insanların paylaştığı hikmetli bir cümle, insanın beynine kazınarak kişiyi hayata bağlamakta, en kasvetli ruh halini dağıtan sihirli beyan, o cümle olabilmektedir. Bazen de bunun tersi olarak aynı nitelikteki bir kişinin paylaşımı olumsuz etki bırakabilmektedir.

Diğer yandan, toplumumuzda gerçek hayatta olduğu gibi sanal dünyanın bir parçası olan sosyal medyada da din ve tıp alanında konuşmak çok yaygındır. Bunun tehlikeli tarafı, bu iki alanda yetkinliği, uzmanlığı olmayanların reçete yazmasıdır. Oysaki yanlış reçete yazarak, tıp eğitimi olmadan hasta ameliyat etmeye çalışmakla sonu ölümle biten bir işin faili olmak ne kadar tehlikeliyse, aynı şekilde bir ayeti bağlamından koparıp çarpıtarak aktarmak, kişisel çıkarlara göre yorumlamak da büyük vebaldir ve Allah hakkı ihlalidir. Bunlara ek olarak yine dinî alanda uydurma rivayetleri paylaşmak, bunları sahih hadis gibi takdim etmek, farklı kişilere ait sözleri Hz. Peygamber söylemiş gibi nakletmek, hem dine zarar vermekte hem de kişiyi büyük bir tehdidin muhatabı yapmaktadır (bkz. Buhârî, İlim, 38). İyi niyetle hadis paylaştığını düşünen kişi, farkında olmadan büyük bir hatanın içine düşmektedir. Bu itibarla, ehil insanların kaynaklı ve izahlı paylaşımlarına itibar etmek en sağlam yöntemdir.

Halkımızın gerçek hayatta ihlal etmemek için en fazla itina gösterdiği hak çeşidi kul hakkıdır. Maalesef aynı özen sanal âlemde, özellikle sosyal medyada gösterilememektedir. Örneğin, sanal âlemde toplumu yanlış bilgilendirme ve algı oluşturma uğruna bazen yalan haberlerle karşılaşılmaktadır. Oysaki yalan söylemek ve yaymak (bkz. Hac, 50/38; Ahzâb, 33/70) ve tecessüse (bkz. Hucurât, 49/12) yeltenerek insanların hatalarını ve özel hayatlarını ortaya çıkarmak için uğraşmak, bir mümine asla yakışmayan fiillerdendir. Maalesef kul hakkı ihlalleri bunlarla sınırlı değildir. Sosyal medya uygulamalarında sıkça görülen hesap kopyalayarak veya ele geçirerek/hackleyerek haksız kazanç elde etmeye çalışılmakta ve insanlar aldatılmaktadır. Bazen daha da ileri gidilerek kişilerin özel bilgileri ele geçirilmek suretiyle yayımlanmakta,  fotoğrafları veya videoları izinsiz ve uygunsuz ortamlarda paylaşılmaktadır. Bu suçların hukukî açıdan cezalarının olması bir yana bu tür ahlakla bağdaşmayan fiillerin neticesinde insanlar maddi-manevi zarar görmektedir. Öte yandan hakaret, tehdit vb. içeren, muhtevası iftira olan paylaşımlar da son derece sakıncalıdır. Özellikle iftira içerikli olan paylaşımlar, telafisi mümkün olmayan yaralara sebebiyet vermektedir. Bunlara ek olarak kişilere lakap takma, onları karalama, onlarla alay etme temalı paylaşımlarda bulunmak da hak ihlalidir. Çoğunlukla bir kısmına gülünüp geçilse, bir kısmı hoşa gitse de hesabı olacağı akıldan çıkarılmamalıdır.

Hulâsa, bilgisayarların, akıllı telefonların ruhu yoktur. Komuta ihtiyaç duyarlar, kendiliğinden harekete geçemezler. Bundan dolayı karşımızda doğrudan birini görmüyor olmamız, bizleri yanıltmasın. Her tıkın, her beğeninin, her profilin gerisinde komut veren, kalp taşıyan, gönlü olan, duygu sahibi birileri mutlaka vardır. Bu yüzden sözümüz, paylaşımımız hakkı ve halkı incitmemelidir. Çünkü insanlar gerçek dünyada olduğu gibi sanal dünyada da yalnız değildir. Yaptıkları her iş, paylaştıkları her yazı, her görüntü, her video kayıt altına alındığından (bkz. Kâf, 50/18), zerre iyilik gibi zerre kötülük de karşılıksız kalmaz (bkz. Zilzâl 99/7-8). Sanal dünyada olsak da burada yapılanların hesabı gerçektir. Bu itibarla biz Müslümanlara düşen, faydasız işlerden, boş sözlerden uzak durmak (bkz. Mü’minûn, 23/3), söz söylediğimizde hayrı söylemektir (bkz. Buhârî, Edeb, 31). Şiarımız, iyiler ve iyilikler dünyaya rengini verdikçe ve alan buldukça iyiliğin yayılacağı düşüncesinden hareketle daima iyi şeyleri paylaşmak, bu iyilikleri paylaşmakla yetinmeyip samimi bir şekilde yaşamak suretiyle hesabımızdaki haseneleri çoğaltmak olmalıdır. Sosyal medyada yaptığımız canlı yayınlar gibi her halimiz Rabbimize karşı canlı yayındadır ve hiçbir amelimiz gizli kalmamaktadır. Bize bu gerçeği hatırlatan ferman-ı ilahî, atlanmaması gereken önemli bilgiler not kâğıdına yazılıp göz önüne yapıştırıldığı veya yapılacaklar tahtasına raptiyelendiği gibi teknolojik aletlerimizin kapaklarına yapıştırılmalı, parmaklarımız tuşlara gittiğinde, ekranlarda gezindiğinde akılımızda olmalıdır. İşte o ferman: “Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Âl-i İmrân, 3/99)