Yeryüzü serüveninin başlamasıyla birlikte Allah azze ve celle insanlara bilmeleri ve yapmaları gereken hususları açıklayan bir din de göndermiş, müslümanlara ise dünya hayatı için özel bir sorumluluk da yüklenmiştir. İradeleri ile tercih yapmak üzere yeryüzüne gönderilen insanların imtihan sahası olan dünya hayatında, müminlere emanet edilen bu misyon, onlara dünya hayatını anlamlı kılan, varlıklarını da değerli hale getiren bir mahiyet arz etmektedir. Çok çeşitli kötü ve kötülüklerin rahatlıkla yayılma imkanı bulabileceği şekilde, bir tercih ve denenme alanı olarak tasarlanan bu hayatta, sadece insanların değil diğer tabiat unsurlarının da iyiliği, huzuru ve mutluluğu, inananların söz konusu toplumsal misyonlarına gereği gibi sahip çıkmalarına bağlıdır diyebiliriz. Zira bu zorlu misyon dünyanın imarı, adaletin tesisi, bütün canlılara ve varlıklara karşı sevgi ve merhametin etkin kılınması gibi hususları içermektedir.

Allah’a ve O’nun gönderdiği dine inananların topluca ifâ etmekle yükümlü oldukları bir varlık gayesi olarak da tanımlayabileceğimiz bu sorumluluk; adalet, sevgi ve merhamet temelleri üzerine kurulmuştur. Varlık sahasında ise kendini, iyilik ve güzelliğin korunup güçlendirilmesi, kötülük ve çirkinliklerin de olabildiğince engellenmesiyle gösterebilmektedir. Kaynağını Allah’a, peygamberine ve ahiret gününe imandan alan bu özel sorumluluğun başarısı ise inananların ortak bir şuur ve bilinçle, birlikte sergileyecekleri güçlü ve etkin tutumlara bağlıdır.

Gerek maddi gerekse manevi burada sayamayacağımız birçok nedenden ötürü Müslümanlar sözünü ettiğimiz sosyal misyonun günümüzdeki tek temsilcileridirler. (Âl-i İmran, 110) Müslümanların aralarındaki ihtilaflardan dolayı ideal anlamıyla ne kadar yerine getirilebildikleri tartışılabilirse de gerek geçmişteki büyük Müslüman devletlerin tarihe altın harflerle geçen uygulamaları gerekse ülkemizin resmi ve sivil platformlar aracılığıyla gerçekleştirdiği insani değerler temelindeki faaliyetleri, Allah Teala’nın inananlara yüklediği bu misyonun kısmen de olsa gün yüzüne çıkmasını sağlamakta ve bu özel sorumluluğun temsili gerçekleşebilmektedir.

Söz konusu sorumluluk ve misyonu açıkça ve en net bir şekilde biz Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “kimin elinde bir fidan varsa yarın kıyametin kopacağını da bilse, onu bırakmasın, diksin” şeklindeki hadis-i şerifinde (Ahmet b. Hanbel, Müsned, 3/184, 191; Buhârî, Edebu’l-Müfred, I, 168 ) görmekteyiz.  

Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından hiçbir zaman umutsuzluğa kapı aralamadan son âna kadar insanlığa ve tabiata karşı elinden gelen her türlü olumlu katkıyı sunma şeklinde ortaya konulan bu yaklaşım, özellikle de yaşadığımız küresel çaptaki olağanüstü süreçlerde daha bir anlam kazanmaktadır.

Hadis-i şerif, her şeyden önce müslümanların hayata, dünyaya ve tabiata karşı bakışını göstermektedir. Basit dünyevi ve konformist çıkarları uğruna ürettikleri türlü kimyasal, biyolojik ve nükleer silahları, hatta tuhaf virüsleri kullanmaktan çekinmeyen odakların bulunduğu dünyada Müslümanlara işaret edilen bu vizyon, dünyanın maddi ve manevi imarının temel bir parametresi olarak durmaktadır. Ortaya konan yaklaşım ve bu bakış açısı tabiata ve insanlığa karşı, olan-bitene seyirci olup pasif kalmayı değil, sorumluluk sahibi olmayı, etkin çaba göstermeyi, korumayı, güzelleştirmeyi salık vermektedir. Günümüzdeki gibi tabiata ve insanlığa karşı ölüm kusmak için her türlü çabayı gösterenler karşısında Müslümanlara, ellerinin ulaştığı, güçlerinin yettiği kadar hayat ulaştırmakla sorumlu oldukları bilincini telkin etmektedir. Hadiste gösterilen yol, olumsuzluklar karşısında yılmak bilmeden yapma, onarma, tamir etme, koruma ve güzelleştirme yoludur. Dolayısıyla da dünya hayatında inananlara bireysel vazifelerinin dışında ellerinden gelen iyilikleri yapma, güzellikleri koruyup yaşatma, dünyaya ve insanlığa her türlü olumlu katkıyı sunma ve dünyayı herkes için yaşanabilir kılma görevi son derece beliğ bir temsille, sosyal bir sorumluluk olarak yüklenmiş olmaktadır.

Dolayısıyla bu hadis-i şerifle Müslümanlara sadece ağaç dikmenin önemi ve gerekliliği öğretilmemektedir. Dünyaya ve insanlığa en önemli katkılardan biri olan ağaç dikme hassasiyeti ile birlikte aynı zamanda, insanlığa ve tabiata dair ellerinden gelen her türlü olumlu katkıyı, her hâlükârda ve hiç umutsuzluğa kapılmaksızın yapmaları gerektiği vizyonunu vermekte; müslümanların dünyadaki varoluş misyonlarına dikkat çekilmektedir. Bu şekliyle de hadis-i şerif Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) âlemlere rahmet oluşunu bir kez daha tescillemekte ve bütün insanlığın onun ilkelerine ihtiyacını yeniden hatırlatmaktadır.

Son tahlilde dünyadaki gerek çevresel gerekse insani anlamda kanamakta olan yaralara, ahlaki ve insani erdemlerden mamul, bütün canlılara hitap edebilecek bir rahmet merhemi ile tedavi uygulanacaksa, bunu, peygamberleri, en üstün ahlaki erdemleri tamamlamakla; âlemlere rahmet olsun (Enbiya Suresi 21/ 107) diye gönderilmiş olan Müslümanlar yapmalıdır. Kötülerin kötülüklerini güçsüzler ve zayıflar üzerine her geçen gün daha fazla döktüğü bir ortamda hadisten de ilham alarak bir an evvel elimizdeki fidanları toprakla buluşturmaya çalışmalıyız. Bizi bekleyenlere Hz. Peygamberin ümmetinin hâlâ var olduğunu göstermeliyiz. Dünyanın dört bir tarafındaki zayıflardan yükselen yardım çığlıkları böylece yerini çocuklardan yükselen tertemiz gülücük seslerine, yaşlıların dudaklarından dökülen dua seslerine bırakabilecektir.