Hareketin olmadığı hiçbir varlık yoktur şu kâinatta. Çakıl taşından galaksilere kadar her şey bir hareket ve deveran halindedir. Canlı olsun cansız olsun her bir varlık, durursa yok olacağının farkındadır. İşte bu yüzden tabiat boşluk kabul etmez derler. Zira boşluk, yokluktur…

Uçsuz bucaksız kâinatta nasıl ki boşluğa yer yoksa Müslümanların hayatında da boşluğa, durağanlığa yer yoktur. Çünkü boş duran Müslüman, nefsinin arzu ve isteklerine karşı koyamaz; şeytanın tuzaklarına düşmekten kurtulamaz. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah; “Bir işi bitirdiğinde hemen başka bir işe koyul” (İnşirâh, 94/7) buyurarak Peygamberine ve onun nezdinde bütün insanlığa, zamanın aktif bir şekilde kullanılması ve boşluğa/tembelliğe fırsat verilmemesi gerektiğine dikkat çekmiştir.

Ne var ki, bugün Müslümanlar olarak bu konuda sınıfta kalmış durumdayız. İnşirâh suresindeki emir gereği bir anımızın bile boşa geçmemesi gerekirken tembelliğin kapılarını sonuna kadar açtık. Dinlenmemiz bile bir meşguliyetle, başka bir işle olması gerekirken asli vazifelerimizi bile hakkıyla ifa edemez olduk. Nihayetinde “tabiat boşluk kabul etmez” kaidesi yine tahakkuk etti ve İslam dünyasında sevginin yerini öfke, barışın yerini savaş, adaletin yerini zulüm, huzurun yerini kaos, ilmin yerini cehalet, zenginliğin yerini de fakirlik aldı. Müslümanlar bu halde olunca dünyanın tamamına da aynı kötü tablolar egemen oldu.

Bugün dünyadaki anarşiye, kan ve gözyaşına dur diyecek olan birileri varsa bunlar yine Müslümanlar olacaktır. Küllerinden yeniden doğarak bütün dünyaya huzur ve barış getirmek, adaleti tesis etmek Allah’ın izniyle Müslümanların elleriyle olacaktır. Ancak Müslümanların üzerindeki külleri ve ölü toprağını savuracak, cehalet bulutlarını dağıtacak bir “muharrik”e ihtiyaç vardır. Peki, kimdir bu muharrik? Cahiliye karanlığını İslam’ın nuruyla aydınlatan Hz. Peygamber’in (s.a.s.) makamını temsil eden, onun yaptığı vazifeyi icra eden kim ise, odur bu muharrik; yani din görevlileri.

Allah Resulü’nün gönderiliş gayesi olan güzel ahlakın tamamlanmasına katkı sağlayacak, sahip oldukları ilim ve irfan ile cehaletle savaşacak, inançsızlığın pençesine takılmış gençlere el uzatacak olanlar, hiç şüphesiz din görevlileridir. Nasıl ki Rönesans ve reform sonrası orta çağda kilisenin otoritesinin sarsılmasıyla din hayatın dışına atıldıysa, bugün de İslam dünyasında karşı karşıya kaldığımız ahlaktan soyutlanmış yalın bir dindarlıkla mücadele edecek; iman, amel ve ahlak bütünlüğünü sağlamada aktif görevler alacak olanlar, yine din görevlileridir.

Ne var ki tüm bunların yapılabilmesi için din görevlileri olarak hiç olmadığı kadar gayret etmek; yorulmak ve usanmak bilmeden çalışmak; işi vaktinden çok olan gönül erleri olmak durumundayız. Kendimizi yenilemek zorunda olduğumuzu unutmamalı, yenilenmeyenin yenilmeye mahkûm olduğunu bir an olsun aklımızdan çıkarmamalıyız. Peygamberimizin çoban metaforu ile “Hepiniz çobansınız ve sürünüzden mes’ulsünüz” (Buhârî, Cum’a, 10) şeklinde sorumluluğumuzu hatırlattığı bu veciz ifadeyi kendimize düstur edinip başta ailemiz olmak üzere köyümüzde, mahallemizde vs. bulunan herkesin ebedi mutluluğa kavuşması için canını dişine takan birer mücahit olmalı ve görev alanımızda, dinin onaylamayacağı her davranıştan sorumlu olacağımızın bilincini taşımalıyız.

Bu noktada Müslümanlar olarak işimizin fazlasıyla zor olduğunu biliyorum. Ama unutmayalım ki Müslüman zora talip olandır. Din görevlisi ise zorun da zoruna talip olandır. Zira bu makam, peygamberlik makamıdır; peygamberler de en ağır imtihanlara tabi tutulmuşlardır.

Öyleyse “Bismillah ve bihî nesteîn” deyip doğrulalım, İslam âleminin düştüğü yerden kalkması için -namazda olduğu gibi- Müslümanları kıyama kaldıralım; ilim, amel ve ahlakımızla onların gerçek rehberleri olalım.

Bu duygu ve temennilerle, “Camiler ve Din Görevliler Haftası”nın başta Diyanet İşleri Başkanlığımızın değerli mensupları olmak üzere ülkemize, İslam âlemine ve dünyaya hayırlar ve bereketler getirmesini Yüce Mevlâ’dan niyaz ediyorum.