Küresel tüm olaylar tarih boyunca önem arz etmiştir. Bu tür genel krizlerde ülkeler; ya fiilen ya da psikolojik olarak etkilenmektedir. Böylesi anlarda duyarlılık ve yardımlaşma son derece önemlidir. Olayların yaşandığı dönemlerde karar vericilerin pozisyonları son derece belirleyici olmuştur. Karar vericiler, toplum katmanlarında panik olmaması için ivedilikle karar almalılar. Yöneticiler eskilerin deyimiyle “esbaba tevessül” neyi gerektiriyorsa onu yapmalılar ve yaptırmalılar.

Bütün dünyaya yayılan hastalıktan dolayı bu gün itibariyle can kaybı 8-9 bin civarında. Bu anlayıştan hareketle “coronavirüs” için Türkiye çarçabuk önlem almaya çalıştı. Üstelik alınan önlemler sebebiyle ne toplumu paniklettiler ne de huzursuz ettiler. Önlemler konusunda başta Cumhurbaşkanımız ve Sağlık Bakanımız olmak üzere tüm yetkililer, kurum ve kuruluşlar gerekli önlemi aldılar/alıyorlar. Alınan önlem ve uygulamalardan toplumun kahir ekseriyeti memnun olsa da özellikle karantinaya alınan bazı vatandaşlarımız bu durumdan rahatsız oldular. Türkiye’nin aldığı önlemler yurt içinden ve yurt dışından bir hayli takdir topladı.

Alınan önlemlerin en önemlisi ise 18.03.2020 tarihi itibariyle başata kabine üyeleri olmak üzere etkin ve yetkin tüm kurum ve kuruluşların temsilcilerinin katılımıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında Çankaya Köşkünde gerçekleşti. Coronavirüs eksenli yapılan bu toplantıda sadece virüs/hastalık ağırlıklı değil, ekonomi başta olmak üzere toplumun bütün kesimlerinin faydalanacağı önlemler paketi yürürlüğe kondu.

DÜNYADA KRONOLOJİK BULAŞICI HASTALIKLAR

Bugün itibariyle Türkiye’de bu hastalığa bağlı olarak üzücü iki can kaybı ve 191 hasta mevcut. Görülen o ki ölü ve hasta sayısı artacak gibi gözüküyor. Kısaca verdiğim bu bilgilerden hareketle tarihi seyri içinde küresel hastalıklar ve yansımaları nasıl olduğuna bakalım.

Hz. Mûsâ’ya inanmayan Firavun ve Mısırlıların üzerine gönderildiği bildirilen tûfan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gibi musibetler için kullanılan “RİCZ” kelimesi “TÂUN” olarak açıklanmıştır.

Hz. Peygamber; tâunun önceki milletlerden bir gruba ve İsrâiloğulları’na ceza olarak (ricz) gönderilen bir hastalık olduğunu belirtmiş, bir yerde veba çıktığını duyanların oraya gitmemelerini, bulundukları beldede ortaya çıktığı takdirde oradan ayrılmamalarını söylemiştir.

Bir başka rivayete göre Resûlullah ümmetinin sonunun ta‘n ve tâun’dan olacağını ifade etmiş. Hz. Âişe; “Ta‘nı biliyoruz, tâun nedir?” sorusuna karşılık, peygamberimiz; “Karnın alt kısmında ve koltuk altında çıkan develerdekine benzer bir bezedir.” buyurmuşlar.

Suriye bölgesi ordu kumandanı Ebû Ubeyde b. Cerrâh tarafından Şam-Hicaz yolu üzerindeki Serğ kasabasında karşılanan Hz. Ömer’e Şam’da veba çıktığı haberi verilince vebanın olduğu yere gitmemiş. Kendine, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diyen Ebû Ubeyde’ye Allah’ın kaderinden yine O’nun kaderine sığındığını söylemiştir.

Basra’da meydana gelen tâun salgını, “sel sularının önüne gelen her şeyi alıp götürmesi gibi” insanları aniden öldürmesinden dolayı Cârif tâunu diye anılmıştır. Basra’daki tâunun üç gün devam ettiği ve her gün 70.000 insanın öldüğü rivayet edilmiştir.

Feteyât adı verilen tâun Basra ve Şam bölgesini etkisi altına almıştır. Üç ay kadar sürmüş ve her gün 1000 kadar insan ölmüştür. Şam şehri ve yakınlarında bir günde 300’den fazla insanın öldüğünü, sadece Emeviyye Camii’nde bir vakitte on beş kişinin cenaze namazının kılındığını kaydeder. 

Salgının çıktığı yerden uzaklaşılması yasaklanmaz; vebanın bulaşıcılığı konusunda, ayrıca veba olan yerden dışarıya çıkmanın dinen câiz olup olmadığı hakkında uzun tartışmalar yapılmış.

On altıncı yüzyılın ikinci yarısından itibaren hastalığın bulaşıcılığı görüşü ağırlık kazanmış, dolayısıyla salgının görüldüğü yerden havası temiz olan bir yere gitmenin cevazıyla ilgili fetvalar verilmiştir.

Ebüssuûd Efendi’ye; tâundan kaçmaya şer‘an izin olup olmadığı sorulmuş, cevap olarak; Hak Teâlâ’nın kahrından lutfuna sığınmak niyetiyle câiz olacağı yolunda fetva vermiş. Ayrıca; küçük bir çocuğu salgın esnasında şehre getirip ölümüne sebep olan kimsenin diyet ödemesi gerektiğini belirtmiştir. Diğer yandan tâundan kaçıp görevini yapmayan imam ve müezzin gibi vazifeliler için ta‘zîr ve azil cezasına hükmetmiştir.

KRONOLOJİ

A- M.Ö. 430’da “Atina Vebası” bu vebadan Atina’nın % 30’u öldü.

B- M.S. 161-180 yılındaki Roma gribinden yedi ila on beş milyon kişi ölmüş.

C- 1665-1666 yılında büyük Londra vebasında yüz bin kişi öldü.

D- 1783 yılında Hindistan’da meydana gelen kolerada yirmi bin kişi ölmüştür.

E- 1346-1353 yılları arasında başlayıp, 18. Yüz yıla kadar devam eden vebadan sadece İtalya’da iki milyon olmak üzere Avrupa’da toplam yüz milyon kişi ölmüştür.

F- 1918 yılında adına “İspanya Gribi” (I) denen hastalık sonunda dünyada yaklaşık elli ila yüz milyon kişi ölmüştür. Birçok ünlü gibi Samsuna çıkmadan önce Mustafa Kemal’de bu hastalığa yakalanmıştır.

Görülen o ki, küresel bir karakter arz eden ve ismine “koronavirüsü” dediğimiz hastalıkta İspanya gribi gibi tüm dünyayı tedirgin etmektedir. İsmi geçen virüsle ilgili ileri-geri birçok söz söylenmektedir.

Bu arada asrısaadetten bu yana bu tür hastalıklar için İslam dünyasında son derece sınırlı fetvalar verilmiştir. Günümüzde de Diyanet İşleri Başkanlığı bir fetva verdi. Verilen fetva ile Cuma ve vakit namazlarının toplu olarak camilerde kılınmaması şeklinde. Vatandaşların bu fetvayı ihlal edeceği düşüncesiyle Cuma günleri ve kandil gecelerinde camilerin kapanmasına da karar verildi.(II)

ASRISAADETTE; Abdullah bin Abbas: Yağışlı bir gün ezan okumasını emrettiği müezzine; 'Eşhedü en la ilahe illallah, Eşhedü enne Muhammede'r-Resulullah' dedikten sonra  'Hayye ale's-Salah' yerine  'Evlerinizde namaz kılın' demesini istedi. Bunun üzerine halk Abdullah bin Abbas'a itiraz etti. İbni Abbas: "Tuhafınıza mı gidiyor? Benden çok hayırlı olan bir zat (Nebi Efendimiz) şüphesiz bunu yaptı. Şüphesiz Cuma namazı farz olan bir şeydir. Ben ise sizleri çamura batarak ve kayarak yerlerinizden çıkarmak istemedim.'' (Buhari)

Can muhteremdir. Muhterem olan canı korumakta gereklidir. Allah’ın emaneti bu canın korunması için yetkililerin aldığı önlemlere hepimizin riayet etmesi gerekmektedir. Hiç kimse alınan kararları hafife almadan uygulamalıdır. TDV; İA    

(I) İSPANYA GRİBİ

İspanyol gribi ya da İspanyol nezlesi, 1918-1920 yılları arasında H1N1 virüsünün ölümcül bir alt türünün yol açtığı grip salgınıdır. İspanyol Gribi, 18 ay içinde 50 ile 100 milyon arası insanın (o dönemde yaşayan nüfusunun %15'i) ölümüne sebep olarak insanlık tarihinde bilinen en büyük salgın olmuştur. İspanyol gribinin bir özelliği, zayıf, yaşlı ve çocuklardan çok, sağlıklı genç erişkinleri etkilemiş olmasıdır. Birinci Dünya Savaşı'nın son aylarında tüm dünyayı etkisi altına almış, hatta kimi tarihçilere göre dört yıl süren savaşın sona ermesinde önemli bir etken olmuştur.

Türkçede 1918'den itibaren "İspanyol Nezlesi" sözcük grubu kullanılmıştır. Yıllar sonra açılan bazı toplu mezarlardan alınan örnekler sonucunda domuz gribine sebep olan H1N1 virüsünden (birkaç ufak farklılık haricinde aynı) kaynaklandığı anlaşılan hastalık, İngilizceden tercümeden dolayı "İspanyol Gribi" olarak anılmaya başlanmıştır. Bu hastalığa "İspanyol" gribi denmesinin sebebi dünyada birinci dünya savaşı yıllarının kamuoyundan yeni bir hastalık salgınının saklanmasına rağmen ilk olarak İspanya kamuoyunda tartışılmaya başlamasıdır yani İspanya bu hastalığın ortaya çıktığı veya en yoğun olduğu yer değil; bu hastalığın bir salgın olduğunun tespit edildiği yerdir.

TARİHÇE

İspanyol nezlesi ilk kez 11 Mart 1918'de ABD'nin New Mexico eyaletinde tespit edildi.  Salgın 1918 Eylül-Kasım aylarında zirve noktasına ulaşmış ve Osmanlı dâhil tüm dünya ülkelerini etkilemiştir. Hindistan'da 17 milyon kişi, yani ülke nüfusunun %5'i bu hastalıktan ölmüştür. ABD'de nüfusun yaklaşık %28'i hastalığa yakalanmış ve 500.000 ila 675.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Britanya'da ≈250.000, Fransa'da 400.000 kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. Fiji adalarında nüfusun %14'ü iki hafta gibi kısa bir süre içinde İspanyol Nezlesinden ölmüştür. Hastalığa dönemin önemli isimlerinden de yakalananlar olmuştur. (…)Mustafa Kemal’de Samsun'a hareket etme hazırlıkları içindeyken bu hastalığa yakalanmış ve hastalığı Beşiktaş'taki evinde atlatmıştır. İspanyol gribi bütün dünyayı kasıp kavurduğu gibi İstanbul'u da etkilemiştir.

NİÇİN İSPANYA GRİBİ DENMİŞTİR?

Salgın İspanya'da başlamadı. İspanyol nezlesi olarak adlandırılmasının sebebi İspanya'nın, Birinci Dünya Savaşı'nda yer almamış olması ve askerî sansür nedeniyle diğer Avrupa devletlerinde salgından söz edilmezken İspanyol basınının salgın konusunu ilk kez gündeme getirmiş olmasıdır. (Vikipedia)

(II) DİYANET İŞLERİ BAŞKANI PROF. DR. ALİ ERBAŞ,

Koronavirüsün yayılma riskine karşı, cami ve mescitlerde cemaatle kılınan vakit namazları ve Cuma namazıyla ilgili açıklamada bulunarak, virüsün yayılma tehlikesi ortadan kalkıncaya kadar cami ve mescitlerde cemaatle namaza ara verildiğini açıkladı.

Bu konuda Din İşleri Yüksek Kurulu kararını açıkladı;

“… Dünya Sağlık Örgütü tarafından küresel bir salgın olarak ilan edilen, henüz tedavisi bulunamayan ve bu nedenle binlerce kişinin ölümüne sebep olan yeni tip koronavirüs sebebiyle Cuma namazının yanı sıra vakit namazlarının da cemaatle kılınması hususunu değerlendirerek şu açıklamayı yapmaya ihtiyaç duymuştur.

(…)

Bu itibarla temel gayelerinden biri de insan hayatını korumak olan İslam dini, insanların hayatını tehlikeye atacak uygulamalara asla cevaz vermez.  Nitekim Peygamber Efendimiz; bir yerde veba hastalığı çıktığını duyarsanız oraya girmeyin, bulunduğunuz yerde veba hastalığı çıkarsa o bölgeden de ayrılmayınız” buyurarak karantina uygulamasına dikkat çekmiş; “Bulaşıcı hastalık taşıyan kişi, sağlam kişinin yanına gitmesin.” buyurarak salgın hastalıklara karşı tedbirli olmanın gereğini vurgulamıştır.

Bu meyanda doğal afet veya salgın hastalık sebebiyle cemaate katılmanın zor veya tehlikeli olduğu zamanlarda sahabe-i kiramın, namazların evlerde kılınmasına dair uygulamalarının varlığı da bilinmektedir. Asr-ı saadet ve sahabe-i kiram dönemlerine ait bu bilgi ve uygulamalara dayanan İslam âlimleri toplu halde eda edilen ibadetlere katılmak için sağlıklı olmanın yanında başkasına zarar vermemenin de gerekli olduğunu belirtmişlerdir. Dolayısıyla yeni tip koronavirüsün yayılma tehlikesi ortadan kalkıncaya kadar Cuma namazı başta olmak üzere cami ve mescitlerde cemaatle namaza ara verilmesi gerekli hale gelmiştir. Bu süreçte cuma namazı yerine öğle namazının kılınması yeterlidir.  Ayrıca İslam’ın şiârı olan ezanların okunmaya devam edilmesi ve gerekli tedbirler alınarak camilerin münferiden namaz kılmak isteyenler için açık bulundurulmasının uygun olacağına karar verilmiştir.”

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU

Dünya Sağlık Örgütü tarafından küresel bir salgın olarak ilan edilen, henüz tedavisi bulunamayan koronavirüs nedeniyle Cuma namazıyla ilgili aşağıdaki açıklamanın yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur:

Cuma namazı; Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabit olup, cemaatle kılınan ve şartlarını taşıyan her mükellefin yerine getirmesi gereken farz bir namazdır. Bununla birlikte can ve mala yönelik tehlikeler ve hastalık gibi çeşitli mazeretlerin, Cuma namazına gitmemeyi mubah hale getirdiği bilinmektedir. Bu kapsamda hasta olup Cuma namazına gittiği takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından endişe eden kimselerin Cuma namazı kılmakla yükümlü olmadığı kaynaklarımızda açıkça ifade edilmiştir. İslam’ın hayatın korunmasına yönelik aldığı önlem olarak bulaşıcı hastalık durumu da, aşağıda zikredilen şartlar çerçevesinde Cuma namazıyla ilgili bir mazeret olarak değerlendirilmiştir.

Bu çerçevede;

Koronavirüs hastalığının görüldüğü ülkelerde yaşayan ve yüksek risk grubunda bulunan Müslümanlar mazeretli sayılacağından Cuma namazı yerine evlerinde öğle namazını kılabilirler.

Koronavirüs hastalarının veya şüphe nedeniyle gözetim altında tutulanların, Cuma namazı veya başka bir gerekçeyle insanların toplu halde bulunduğu mekânlara gitmeleri caiz değildir.

Kamu sağlığını korumakla yetkili otoritelerce karar alınması halinde, hastalığın yayılmaması için karantina kapsamında tutulan bölgedeki kişilere Cuma namazı farz değildir. Bu kişilerin, söz konusu çağrıyı veya sınırlamayı ihlal ederek cemaate katılması caiz değildir. Bu kişiler, Cuma namazı yerine evlerinde öğle namazını kılmalıdırlar.

Din İşleri Yüksek Kurulu

Editör: Mehmet Çalışkan