Uçak yolculuğu yaparken başınıza gelmiş olabilir. Hava şartlarına göre uçak zaman zaman türbülansa girer. Şiddetli sarsıntılar yaşanabilir. Havadaki olumsuz şartlar nedeniyle olabilen bu hava burgaçları, alışkın değilseniz, hele de benim gibi yükseklik fobiniz varsa, ayaklarınızın yerden kesilmesinden hiç ama hiç hoşlanmıyorsanız sizde ciddi korkulara ve istenmeyen hallere sebebiyet verebilir.

Yıllar öncesiydi... Belki yirmi yılı geçti, bir gazetecinin hatıralarından notlar almıştım, hâlâ saklıyorum: Üst düzey bir heyet, uzak bir ülkeden gelirken, uçakta ikram servisi yapıldığı bir esnâda -ki maalesef  bu ikrâmlar arasında alkollü içecekler de bulunuyor - heyette olan yolculardan pek çoğu alkollü içecekler tercih ederler . Ellerinde içki bardaklarıyla Allâh’ın yasak kılmış olduğu içeceklerini yudumlarken uçak çok ciddi bir türbülansa girer.Şiddetli sarsıntılarla irtifa kaybetmeye başlar. Heyetten pek çoğu , ellerindeki viski, şarap kadehleriyle “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûlüh” diye şehadet getirir; biri yanındakine, “ben elham’ı okuyorum, sen kulhü’yü oku, ayet-el kürsi’yi oku” der; bir başkasının yanındakine “Sen bana göre Allâh’a daha yakınsın, O’na duâ et te bizi kurtarsın” dediği duyulur. Velhasıl dudaklar kıpır kıpır bütün yolcular samimiyetle dua etmektedir...

Elbette ki, böyle bir imtihânla karşı karşıya kalınca yüce Yaratan’a sığınmaktan başka yapılabilecek bir şey de yoktur doğrusu.

Yûnus Sûresinin 12. ve 22-23. ayet-i kerimelerinde Cenâb-ı Zül’Celâl;

“İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.”

“Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah'a halis kılarak: "Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız" diye Allah'a yalvarırlar.”

“Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; (bununla) sadece fâni dünya hayatının menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.” buyurarak insanın zor zamanlarda Rabbine sığınıp rahata kavuşunca O’nu unuttuğunu anlatır.

Mesele, sıkıntılı zamanlarda Rabbine kusursuz bir ihlasla sığınan insanın, şeytânın vesvesesinin ve nefsinin azgınlıklarının önüne geçerek, aynı sığınmayı ve teslimiyeti geniş zamanlarında da göstermesi ve O’na her zaman ihtiyâcı olduğunun bilincinde olarak yaşamasıdır.

Zor zamanlarda Rabbimize iltica ve yönelişimizin artması normal ve anlaşılabilir olmakla birlikte; darlık anında O’na olan ihtiyâcımızı dile getirdiğimiz gibi varlıkta da bu ihtiyâcı dile getirmeli, hamd ve senâ ile kulluğumuzu taçlandırmaya çalışmalıyız.